“Şu muzafferiyetteki harikulâde nimet-i İlâhiye…”
İstiklâl Harbi muzafferiyetle sonuçlanmıştır. İstiklâl Savaşı zaferle neticelenmiştir.
İstiklâl yâni Bağımsızlık Savaşı, aslında harikulâdeliklerle kazanılan İlâhî bir nimettir.
Çünkü Millî Mücadele’de çok harikalar olmuş, nice harika sahneler ortaya çıkmıştır.
Bunda Allah’ın yardımı büyük rol oynamıştır. Bunda Allah’ın inayetinin çok büyük dahli vardır.
İstiklâl Harbi yokluklar içinde yapılan bir harp idi. Resmiyette ne para vardı ne pul…
Sayın Altan Deliorman’ın vasfedişiyle:
“Ülke harap ve bakımsızdı. Ekonomi çöküntü hâlindeydi. Eğitim seviyesi çok düşüktü. On yıldır süren savaşlar, çalışabilir erkek nüfusun seyrelmesine yol açmıştı. Tarım ilkeldi. Sanayi azınlıkların tekelinden kurtulamamıştı. Dar bir zümrenin dışında, millî şuur uyanmamıştı. Son gayretini harcamış ve düşman işgalinden kurtulmak için her şeyini vermiş olan halk yorgun, mecalsiz ve yoksuldu.”
Buna rağmen halk varını yoğunu ortaya koydu. Aydınlar, ufak tefek tüccarlar, iyi kötü esnaf, elinden geleni ardına koymadı. Anadolu, çoluk çocuğuyla, büyüğü küçüğüyle, kadını erkeğiyle bütün imkânları zorladı.
Efesiyle, Yörüğüyle, kızanıyla yediden yetmişe cepheye koştu. Eline ne geçirdiyse onunla düşmanlara karşı destanımsı bir savaş yaptı. Millet sımsıkı bir şekilde, kenetlendi birbirine. Bayrak açtı zalim Yunana, İngilize…
Mehmetçik öyle şahlandı ki, bu şahlanıştan, bu coşuştan yedi düvel dize geldi. Sonunda yedi düvel, bükemediği eli öpmek zorunda kaldı.
Millet mânen ve maddeten her şeyini ortaya koydu. Bu elinden geleni ardına koymayış, taraf-ı İlâhîde hoşnutluk doğurdu. Yüce Allah inayetini esirgemedi. Ruhanîleri harekete geçirdi. Şühedayı yardıma gönderdi. Düşmanın yüreğine korku saldı. Nitekim düşmanların dillerinden düşürmedikleri:
“Bizi yeşil sarıklılar yendi!” sözleri;
Bunu doğrular mahiyettedir.
Bizim gönüllerimizi ferahlandırdı.
Böylece Millî Mücadeleyi kazanmak nasip oldu.
İşte:
“Şu muzafferiyetteki harikulâde nimet-i İlâhîye!” ifadesi;
Bizlere bunları ve daha bunlar gibi nice harikaları hatırlatıyor.
Bir de nimet denince, akla sırf yemek-içmek gelmemeli. Demek isteniyor.
Zafer de bir nimettir. Başarı da bir nimettir. Ama manevî bir nimet.
Nimet ise, doğrudan doğruya vasıtasız olarak Allah’tan gelen, insana sunulan, güzel ve memnuniyet verici bir sonuçtur.
Allah’ın gösterdiği kolaylıklar ve imkânlar sayesinde edinilen başarı ve muvaffakıyet de bir nimettir. Ama İlâhî, Allah’a ait bir nimet.
Hattâ asıl nimet; nimetin farkına varış nimetidir. Çünkü çok kimseler var ki, nimet içinde yüzerler, nimeti bilmezler. Hattâ inkâr bile ederler.
Hani derler ya:
“O mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler!”
Yâni o balıklar ki, denizdedirler; fakat denizi bilmezler.
Belki inkâr ederler.
İşte bu, katmerli bir cehalettir.
Nimet içinde nimet bilmezliktir.
Kadirşinaslığa zıt bir keyfiyettir.