Başbakan Erdoğan, Davos’ta “van minut” deyip İsrail‘e kükremiş, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu paylamış, MHP lideri Bahçeli’ye çıkışmış, komutanları haşlamış, Yüksek Yargı‘yı hizaya sokmuş, TÜSİAD‘ı kuzuya çevirmiş bir liderdi.
Ama anlamakta güçlük çektiğimiz bir tarzda, bölücü terör örgütü ve uzantılarına karşı son derece sabırlı ve hoşgörülü idi. Kıbrıs konusunda da “soft” bir tutumu vardı.
Kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle muhalefet liderlerine, yazar ve çizerlere ağır sözler söyleyip çok sayıda dava açarken; “hastir” çeken, tankın üstüne çıkan Belediye Başkanına, polise taş atan ve tokat atan BDP’li milletvekillerine müthiş bir sabır göstermişti.
Muhtemeldir ki, “anaların gözyaşının dinmesi” için terör örgütü ile mücadele etmenin başarı getirmeyeceğine, ancak müzakere ederek çözüm bulunabileceğine inanmıştı.
“Kıbrıs’ta ise Rauf Denktaş‘a karşı, çözümsüzlüğü savunduğu gerekçesiyle şiddetle karşı dururken, Mehmet Ali Talat’ı desteklemiş, Annan Planı‘nın kabul edilmesi için gayret etmiş, “ver kurtul“cular ve “yes be annem“cilerden yana tavır almıştı. “Kırk yıldır çözülemeyen bu sorunu“, politik açılımlarda “bir adım önde olmak” suretiyle çözeceğini ifade ediyordu.
“Habur” rezaletine getiren “açılım” sürecinde de, “Kıbrıs” meselesinin çözümü için Annan Planı‘nın esas alınmasında da en büyük destekçisi olan eski sosyalist neo-liberallerin desteğinden mutlu olmuştu.
Şimdi ise Başbakan Erdoğan Kıbrıs konusunda, bir zaman “çözümsüzlük çözüm değildir” sloganı ile yerden yere vurulan, büyük devlet adamı Rauf Denktaş gibi konuştu: “Adil, kapsamlı ve kurucu iki devlet anlayışı kabul edilmediği sürece bir adım atılması mümkün değildir. Şu anda Kıbrıs diye bir devlet yoktur. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi vardır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vardır…”
Kıbrıs’ta şu sözlerle kükreyen Başbakan göğsümüzü kabarttı. “Güzelyurt Kuzey Kıbrıs’ındır. Karpaz’da zaten en ufak oynama yapılamaz. Annan Planı’nın üzerine biz daha ne alırızı konuşuyorlar. Kusura bakmasınlar geçti. Güney Kıbrıs’ı AB başkanlığında, kesinlikle görüşmeyiz. AB ile ilişkiler donar. Biz onlarla aynı masada oturmayı bile zül sayıyoruz BM’de. Maraş’ın açılması konusunda daha çok beklerler. Limanlar eş zamanlı olarak açılabilir. Kıbrıs’tan asker de çekmeyiz.”
Başbakan taraflar arasında süren görüşmeler için bir tarih koydu. 2012 ye kadar ya sonuç alınacak ya da mevcut durum ilelebet sürecek.. Yani Ada iki devletli olacak..
Bunun sonuçlarının ne olacağına dair çok tahmin yapılabilir. Ancak ABD/AB nin, yedi senedir kendi dayattıkları “Annan Planı”nı (24 Nisan 2004’te) yüzde 65 oyla kabul eden Türk tarafını cezalandırıp, yüzde 76 oyla reddeden Rum tarafını mükâfatlandırması gösterdi ki, Türkler açısından durum bugünkünden daha kötü olmayacaktır.
Erdoğan’ın Kıbrıs’ın stratejik konumunu, Akdeniz ve Ortadoğu için önemini, Türkiye’nin güneyinin savunulmasının Kıbrıs’tan başlatılması gerektiğini, KKTC’nin “milli dava” olmasındaki hikmeti artık daha doğru kavradığı görülüyor.
Batı’nın verdikçe doyurulamayacağını, verdikçe daha fazlasını isteyeceklerini ve bizi Sevr şartlarına sürüklemekten başkasının Batı’yı tatmin etmeyeceğini anlamış olmalı.
Şükürler olsun ki, Kıbrıs için birçok yazımda paylaştığım endişelerim kalkmakta, yerini artık devletime duyduğum güven ve gurura terk etmekte.
Annan Planı referandumu sürecinde “nasıl olsa yakında AB’ye gireceğiz, sınırların önemi kalmayacak Kıbrıs, Rum yönetimine verilse ne olur, verilmese ne olur” tarzı yazılar döşeyen Fehmi Koru ve benzerlerinin de bu idraki göstermelerini diliyorum.
Terör Meselesi/ Kürt Sorunu/ Bölücülük tehlikesi konusunda da Başbakan’ın keskin bir tavır aldığı görülüyor.
İmralı ile müzakere devam ederken, PKK saldırıları sonucu verilen şehitler ve en son Silvan’da 13 şehit olayı ve aynı gün PKK uzantılarından DTK’nın “demokratik özerklik” kararını ilan etmesi bir “kırılma noktası oluşturdu”.
Başbakan Erdoğan kararlı tavrını şöyle ortaya koydu: “Eğer bunlar bir barışı istiyorlarsa talep ediyorlarsa yapacakları tek şey vardır, o da şudur: Bir defa terör örgütü silahı bırakacaktır. Silahı bırakmadıkları müddetçe ne operasyonlar durur, ne de bu süreç daha farklı bir noktaya doğru gider. Bundan sonraki süreç çok daha farklı stratejilerle ve uygulamalarla kendini gösterecektir.” “Bir defa şu 4 temel ilkemiz değişmez; tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Burada kimse bizden geri adım beklemesin.”
Başbakan, bölücü terör örgütünün verdikçe doyurulamayacağını, verdikçe daha fazlasını isteyeceğini ve topraklarımızda bir Kürt Devleti kurulmasından başkasının, bölücüleri tatmin etmeyeceğini anlamış olmalı.
Başbakan Erdoğan’ın gerek PKK/BDP yanlılarına ve gerekse Kıbrıs konusundaki Rum taleplerine uygun çözüm teklifinde bulunanlara karşı aldığı bu tavırları “şahin” bulup eleştirenler var. Ama bana göre Başbakan, “ustalık dönemi” dediği üçüncü döneminde, doğru ve içimizi ferahlatan bir tavır almıştır. Her iki konuda da muhataplarının anlayacağı dilden konuşmaya başlamıştır.
Bütün bunların ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un ve CIA Başkanının Türkiye ziyaretleri ve Füze Kalkanı projesine Türkiye’nin destek vermesiyle bir alakası var mı bilemiyorum. Ancak Başbakan’ın daha rahat hareket etmesini sağlayan bazı mutabakatlar söz konusu olabilir.
Başbakan’ın bu tavırlarının kalıcı olmayacağını savunanlar da var. Bunlar geçmişte yaşanan bazı “diklenmelerin, dik durmaya yetmediğini” gösteren örnekleri hatırlatıyorlar:
Zinanın suç sayılması kararından dönülmesi, NATO’nun Libya’ya müdahalesine karşı çıkıp daha sonra destek verilmesi, “Van minut” olayından 6 ay sonra Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunda İsrail’in nükleer silahlarının sorgulandığı toplantıda İsrail’e destek verilmesi ve İsrail’in OECD üyesi olmasının AKP hükümetinin olur’u ile gerçekleşmesi gibi.
Ben Başbakan’ın ustalık döneminde koyduğu bu tavrın kalıcı olduğuna, bu tavırları ortaya koyarken karşılaşabileceği her türlü güçlüğü hesap edip, bunları göğüslemeye hazır olduğuna ve olumlu netice alacağına inanmak istiyorum.
Başbakan bu tavırlarını sürdürürse, CHP ve MHP’nin de desteğini alacaktır. Sağlanacak “milli mutabakatın” milli menfaatlerimize uygun çözümleri kolaylaştıracağı kanaatindeyim.