18.8 C
Kocaeli
Perşembe, Ekim 23, 2025
Ana SayfaGüncelBaş Belası Risk Ve Tehditler

Baş Belası Risk Ve Tehditler

Göç ve Demografi Değişimi

Bir önceki yazımda ülkemizin kronik ama yönetilebilir ‘baş ağrılarını’ ele almıştık.
Şimdi, eğer zamanında tedavi edilmezse, ülkemizin bekasını tehdit edecek ‘baş belası’ riskleri ele alalım.

SIĞINMACI POLİTİKASI artık insani bir mesele olmaktan çıkıp sosyo-ekonomik bir krize dönüşüyor. Nüfus yapısı hızla değişiyor; demografik denge bozuluyor.

DİSK-AR İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu’na (Ağustos 2025) göre; Geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 29,6 oldu. Geniş tanımlı işsiz sayısı (İş aramayan ancak çalışmaya hazır olanların da dahil olduğu işsizler) son bir yılda 1,3 milyon kişi arttı!  Son bir yılda iş bulmaktan ümidini kesmiş olanlar 1 milyon kişi arttı!

Türkiye’de 5,3 milyon kişi çalışmak istemesine rağmen iş bulamıyor. Her 4 gencimizden biri ne eğitimde ve ne de işte olan “ev genci” olarak ailelerinin himayesinde yaşamaya çalışıyor.

İşsizlik bu kadar yüksekken düşük ücretli sığınmacı emeği, yerli işgücünü baskılıyor.

Bazı yörelerde sığınmacı ve vatandaş yapılan yabancı nüfus, yerli Türk nüfusunu geçmeye başladı.

Ülkemizde Türk kadınların doğurganlık oranları tarihimizin en düşük seviyelerinde. Nüfusun dengesinin korunduğu ortalama 2,1’in çok altına 1,48’e düşen doğurganlık alarm veriyor. Buna karşılık Suriye’den göç eden sığınmacılarda ilk doğum çok erken yaşlarda başlıyor ve doğurganlık oranı 5,5 mertebesinde.

Türkiye’nin en nitelikli okul ve üniversitelerinden yetişen parlak beyinlerimiz ilk fırsatta Avrupa ve ABD’ye giderken, bunların boşluğu niteliksiz sığınmacı ve vatandaş yapılan yabancılarla dolduruluyor. Bu da sağlık, eğitim vd kamu hizmetlerinde kalite düşüşüne yol açıyor.

Kendi nüfusumuz yaşlanırken, genç sığınmacı nüfusun artışı Türkiye’nin sosyolojik dengesini kökten değiştirme potansiyeli taşıyor. Kontrolsüz göç ile düşük doğurganlığın birleşimi, ülkenin geleceğini tehdit eden sessiz bir “nüfus devrimi” anlamına geliyor.

Orta ve uzun vadede bu durum, bir milli kimlik krizine ve hatta nasıl bir “Kürt Sorunu” yaratılmışsa, “Arap Sorunu”, “Afgan Sorunu” gibi yeni fay hatlarının oluşmasına yol açabilir.

Bu tablo, iyi yönetilmezse ülkenin en büyük “baş belası”na dönüşebilir.

******************************

Abd/İsrail’in Ortadoğu Planı Türkiye’yi Sarsabilir

Orta Doğu’da Büyük Ortadoğu ve Büyük İsrail Projelerinin yeni bir evreye geçme ihtimali büyüktür. Başbakan Netanyahu’nun, İsrail Meclisinde ABD Başkanı Trump’a, “İsrail’in en büyük dostusun” demesi aslında bir teşekkürden çok, ortak bir stratejinin ilanıydı.

Bu iki liderin döneminde bölgeye yönelik projeleri (BOP ve BİP) bakımından çok ciddi kazançlar elde ettikleri muhakkak.

İsrail, topraklarını yüzde 20 genişletti, Lübnan’da Hizbullah’ı etkisizleştirdi. Suriye ordusunu felç etti. İran’a ciddi darbe vurdu. Suriye’de, iki eski teröristin (Ahmet Şara ile Mazlum Abdi’nin) iktidarı paylaşması yine ABD/İsrail planı çerçevesinde gerçekleşmekte.

Bu projeye bir başka terörist, Abdullah Öcalan’ın eklemlenmesi gündemde. Yasalarımızda halen olmayan “umut hakkı” kapsamında Öcalan’ın serbest bırakılması, Suriye PKK’sının (PYD/YPG/SDG) başına geçmesi ve “4 parçalı Büyük Kürdistan’ın” lideri olarak sisteme dahil olması tartışılmaya başlandı bile.

Bir başka konu: İRAN ile İSRAİL arasında yeni bir savaş gündeme gelme ihtimali ortadan kalkmadı.

Türkiye hem Suriye ve İran’la komşuluk hem İsrail’le ticaret, ABD ile siyasi ilişkileri nedeniyle bu denklemde hassas bir konumda. Olaylar Türkiye’nin “denge politikası”nı zorluyor.

Türkiye’nin milli üniter devlet olmasını ABD ve İsrail istemiyor. ABD Büyükelçisinin bu niyeti ifade eden sözleri ve Türkiye’ye federasyon tarzı bir yönetim telkini tesadüf değil.

Ancak şaşırtıcı olan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Türkiye’yi, milli üniter devlet yerine, Türk- Kürt- Arap federasyonuna götürme çabalarına öncülük etmesidir. Aynı Bahçeli çelişkili bir tutumla, KKTC’deki seçimde kazanan “yeni Cumhurbaşkanının Rumlarla federasyon taraftarı olduğu” gerekçesiyle seçimi meşru görmedi.

Bölgede enerji yollarının güvenliği, dış ticaret ve iç kamuoyu dengelerinin aynı anda sarsıldığı bir durum yaratılabilir. Türkiye bu süreçte milli-üniter devlet yapıdan vazgeçmesi için büyük baskı altına alınır. Şu sıralarda da böyle bir baskı olabilir ama baskının şiddetinin artması muhtemeldir.

Bu nedenle bölgesel gelişmelerin Türkiye için “baş belası”na dönüşmesi an meselesi.

******************************

Türkiye ABD İlişkileri

Türkiye’nin ABD ile ilişkileri giderek “zoraki evlilik” görüntüsü veriyordu. Erdoğan’ın ABD ziyaretinde Trump’la görüşmesi ve yapılan anlaşmalar bir kırılma noktası izlenimi verdi.

ABD ile CAATSA yaptırımları, F-16 ve F-35 tedariki, Halkbank Davası gibi sorunlara çözüm bulundu mu bilinmiyor. Ancak Trump’ın gönlünü hoş edecek 100 Milyar dolarlık uçak vs alımları, ABD mallarına uygulanan gümrük indirimleri ilişkileri onarıcı etki yapmış olabilir.

Bu aşamada, ABD ile ilişkilerde, biri siyasi, diğeri ekonomik nitelikte, iki kritik husus çok ciddi riskler barındırıyor.

Birinci risk, Suriye’deki gelişmelerin bir parçası olarak Türkiye’nin milli- üniter devlet yapısından uzaklaşması. Türk vatandaşlarının “terörsüz Türkiye” sloganıyla uyutulup bir Türk- Kürt- Arap ortak devleti haline getirilmesi süreci gerçek bir beka sorunudur.

İkinci büyük risk Trump’ın gözünü diktiği dünyada ikinci büyük Nadir Toprak Elementleri (NTE) rezervinin bulunduğu Eskişehir Beylikova’daki cevherler konusudur.

Türkiye Cumhuriyeti yönetimi bu konunun konuşulmadığını söylese de Trump, “Bir yıl içinde o kadar çok nadir elemente sahip olacağız ki şaşıracaksınız” diye konuştu. Ben Trump’ın “siz çıkarın biz işleyelim” diye talepte bulunduğunu veya yakında talep edeceğini tahmin ediyorum.

Böyle bir anlaşma yani rezervi çıkarıp işlemeden satmak, Türkiye açısından stratejik bir intihar olur. Bu alanda Çin’in izlediği yöntemi uygulamak gerekiyor. Anlaşma yapılacak ülkelerden teknoloji transferi yapma, bu alanda insan gücü yetiştirme, Ar-Ge ve teknolojiye yatırım yapıp nihai ürünleri üretebilir hale gelmek hedef olmalıdır.

Bu karmaşık tablo ekonomik ve diplomatik bedeller doğurabilecek ölçüde riskli: yani ciddi bir “baş belası.”

   

    

Ruhittin sönmez
Ruhittin sönmez
Ruhittin Sönmez 1956 Bucak/ Burdur doğumludur. 1980’den itibaren Kocaeli’de yaşamaktadır. EĞİTİM: İlkokul, orta okul ve lise eğitimlerini Bucak’ta yaptı. 1973’te İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi - Kimya Yüksek Mühendisliğinden ve 1995 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. İŞ HAYATI: 1978-1980 Akyazı/Sakarya Yonca Süt Fabrikası İşletme ve Laboratuvar Şefi 1980-1995 Petkim A.Ş. Yarımca Kompleksi (İşletme Mühendisi, İşletme Şefi, Başmühendis.) 1995-2001 Satış Müdür Muavini 2001’de 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı Kauçuk Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptı. 2001-2004 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdür Yrd. 2004 - 01.02.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi Ticaret Müdürü. 01.02.2007 - 30.09.2007 Tüpraş Körfez Petrokimya ve Rafinerisi İnsan Kaynakları Müdürü. 01.01.2008 - 30.10.2008 Yantaş Yavuzlar Plastik A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı. 03.03.2010’den itibaren Serbest Avukat 2018’den itibaren Arabulucu Sosyal Faaliyetler: Yaklaşık 16 yıl Türk Sanat Müziği korolarında korist olarak çalıştı. (İstanbul Üniversitesi Korosu, Kubbealtı Musiki Cemiyeti ve Tüpraş Türk Sanat Müziği Grubu) 250 Mühendis üyesi bulunan Petkim Mühendisler Derneği'nde 4 yıl başkanlık yaptı. Kocaeli Aydınlar Ocağı'nda Başkan Yardımcısı, Yönetim Kurulu Üyesi ve 7 yıl Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptı. 2001-2002 yıllarında Kocaeli TV' de "Geniş Açı" adlı siyasi, sosyal, kültürel tartışmaların yapıldığı programın yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Ocak 2023’ten itibaren aynı programı noktaTV’de devam ettirmektedir. Halen Kocaeli Gazetesinde haftada 2 gün köşe yazısı yayınlanmaktadır. Bu yazıların tamamı kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitesinde yer almaktadır.
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Seçtiklerimiz

spot_img