Yedi yaşındaki torunum Asil, grip sebebiyle evde istirahat etmekte iken, babasına “başım belada” diyor. “Neden?” sorusuna ise “çünkü başım ağrıyor” diye cevap veriyor. Bu yaştaki bir çocuğun “başım belada” gibi soyut bir kavramın anlamını bilememesi ve başın ağrıması gibi somut algıladığı bir durumla özdeşleştirmesi normal bir şey.
Evimizde espri konusu olan bu kavram kargaşasının, toplumumuzun çok önemli bir kesiminde de yaşandığını düşününce keyfim kaçtı. Çünkü toplumun önemli bir kesimi, ülkenin gerçekten “baş ağrısı mı çektiğini” yoksa “başının belada mı olduğunu” ayırt edemiyor. Hatta bir kısmı bu belirtilerin farkında bile değil.
PISA testleri de bunu doğruluyor. Sadece öğrenciler değil, yetişkinler de kavramsal okuryazarlık sorunu yaşıyor. Bir kısım eğitimli insanlarımızın da dahil olduğu çok geniş bir kesim soyut kavramları, mecazları, ironileri anlayamıyor, yani soyut düşünmekte başarısız. “Sakla samanı gelir zamanı” atasözündeki derin mesaj bile, samanla işi olmayanlara ulaşamıyor.
Soyut düşünme yeteneğinin gelişmemesi, sosyal medyada trol üretimi haber ve yorumlar, iktidarın güçlü propaganda mekanizmasının beslediği bilgi kirliliğiyle de bağlantılı.
Bu insanların ekonomiden, adalete, milli eğitimden demografinin değişmesine, terörsüz Türkiye ile ABD/İsrail projelerinin bağlantısına kadar konularda sebepleri, birbirleriyle bağlantılarını ve muhtemel sonuçlarını yorumlaması ve akıl yürütmesi yetersiz kalabiliyor.
Bugün Türkiye’nin başını ağrıtan meseleleri ve başımızın belada olduğunu gösteren iç ve dış gelişmeleri kavrayabilenlerin oranı bu sebeplerle düşük olsa gerek.
Önce şunu belirtelim: BAŞ AĞRISI ile kastettiğim kronik ama yönetilebilir iç sorunlar, BAŞ BELASI tanımlamasıyla kastettiğim ise krize ve hatta beka sorununa dönüşebilecek iç ve dış tehditlerdir.
Basit ilaç ve istirahat gibi yöntemlerle tedavi edilemeyen baş ağrılarının bazen hastanın hayatını sonlandırabilecek kök sebeplerin belirtisi olabildiği, zamanında tedavinin ihmal edilmesi halinde sonuçlarının çok kötü olabileceğini de unutmamak gerekir.
Şimdi ülkemiz ve milletimiz için bu iki tür sonuca yol açan sosyal ve siyasi gelişmelerden bazılarına bakalım. Her birinin hangi şiddette baş ağrısına veya ne büyüklükte belaya sebep olabileceğini düşünelim. Bu yorumları “formüle etme, yorumlama ve akıl yürütme” yetenekleri OECD ortalamasının altında kalmayan siz değerli okurlarımla yapalım istiyorum.
**************************************
Baş Ağrıtan Sorunlarımız
- Ekonomide Bitmeyen Kriz
İlk baş ağrıtan yani kronik ama yönetilebilir sorunumuz ekonomi. Türkiye uzun zamandır yüksek enflasyonu olağanlaştırmış durumda. Resmî söylem bir krizin varlığını reddediyor. Ama halkın hissettiği gerçek, alım gücü kaybı ve geçim sıkıntısı. Geniş halk kesimlerinin bu kadar derin yoksulluk içine girdiği bir süreci ben hatırlamıyorum.
Hükûmet, faiz politikalarını siyasi bir tercih haline getirerek ekonomiyi bir laboratuvara çevirdi. Denek olarak kullanılan halk kesimleri perişan. Mevcut kurları tutma politikası, “yüksek kur–yüksek enflasyon” ikilisi sanayicinin belini büküyor. Kredi muslukları daraldıkça yatırımcı çekiliyor, üretim yerine ithalat artıyor.
Artık iktidara yakın iş dünyası bile alarm veriyor. Abdullah Kiğılı’nın “Felaket kapımızda, dayanacak gücümüz kalmadı” anlamına gelen çıkışı, vitrindeki iyimser söylemin arkasındaki çöküşün itirafı niteliğinde. Hüsnü Özyeğin’in “akıl dışı ekonomi” vurgusu da böyle. Sistemdeki arızalara işaret eden TÜSİAD yöneticilerini yargı sopasıyla susturmak iş dünyasının bu tedirginliğini gidermedi. Tepkiler ekonomik gerçeklerin artık saklanamaz hale geldiğini gösteriyor.
Bu durum sürdürülebilir bir “baş ağrısı” gibi duruyor. Hayatı çok zora sokuyor ama şimdilik ölümcül değil. Ancak bu ağrı tedavi edilmezse, toplumsal huzursuzluk ve siyasal istikrarsızlıkla birleşip “baş belası”na dönüşebilir.
**************************************
- Eğitim Sistemi Alarm Veriyor
Eğitimdeki sorunlar, yalnızca müfredatla değil, düşünme biçimimizle ilgili. PISA testleri, öğrencilerimizin okuduğunu anlama ve soyut düşünme becerilerinde dünya ortalamasının çok altında olduğunu gösteriyor.
Eğitim sistemimiz, sorgulayan bireyler yetiştirmiyor. Bu da hem bilimsel ilerlemeyi hem de demokratik bilinci engelliyor.
Yeni müfredat tartışmaları, ideolojik öncelikleri eğitimin amacının önüne geçiriyor. Üstelik son yıllardaki sürekli değişen sınav sistemleri (YGS–LYS–YKS) karmaşası, en son tartışmaya açılan “lise tahsilini ikiye bölmek”, “ders sayısını azaltmak” gibi yüzeysel düzenlemeler “reform” diye sunuluyor. Bu kozmetik değişiklikler eğitimdeki köklü kalite sorunlarını gizleyemiyor.
Eğitim sistemimiz aklın yerine itaat, sorgulamanın yerine ezberi koydukça, gelecek nesillerin başı da ülkenin başı da ağrımaya devam edecek. Sonuçta “baş ağrısı” olarak başlayan öğrenme eksikliği, gelecekte “baş belası” olacak niteliksiz kuşaklara dönüşüyor.
**************************************
- Devletin Temeli Adalet Çatırdıyor
Yargıya olan güven her geçen gün azalıyor. Adaletin siyasallaşması, vatandaşın devlete güven duygusunu zedeliyor. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması, Türkiye’nin hukuk devleti imajını yıpratıyor. Bu durum yabancı yatırımcıyı da yerli girişimciyi de caydırıyor.
Daha tehlikelisi ise yargının muhalifleri tasfiye etme aracına dönüşmesi. Siyaset, medya ve sivil toplum üzerinde kurulan yargı baskısı, demokratik rejimi çürütüyor. Muhalif Belediye başkanlarının, gazetecilerin, sanatçıların uzun süreli tutuklu yargılamaları demokrasinin rafa kalktığı izlenimi veriyor. Adalet duygusunun zedelenmesi, toplumda bazı kesimlerde “hak aramak yerine güçlüden yana olma” refleksi yaratıyor. Bu yalnızca ahlaki değil, siyasal bir çöküşün de habercisi sayılmalı.
Baş ağrısı bazen basit bir ilaçla veya istirahatle geçer ama baş belası sorunlar ihmal edilirse ameliyat ister. Türkiye bugünkü tabloya “hastalık yokmuş” gibi bakıyor. Oysa teşhis konulmadan tedavi olmaz.
Yargıdaki bu kalıcı ağrı, giderilmezse sistemin temellerini sarsacak bir “baş belası”na dönüşecektir.
Ekonomide gerçekçi planlama, eğitimde nitelikli dönüşüm, adalette bağımsızlık ve dış politikada akılcı denge şart.
Aksi halde “Başım ağrıyor” derken, bir sabah gerçekten “başımız belada” uyanabiliriz.
NOT: Gelecek yazıda BAŞ BELASI olarak nitelediğim, krize ve hatta beka sorununa dönüşebilecek iç ve dış sorunlarımızı değerlendireceğim.