Hayretle ve esefle izliyoruz barışı ve sürecini…
Cumhurbaşkanı, başbakan, başbakan yardımcısı Bülent Arınç ve tabi işin mimarı Beşir Atalay’ı…
Birde Oslo kahramanı, hariciye bakanı Çavuşoğlu’nu.
Görünürde barışın mimarları bunlar…
Ne olduğu meçhul barış sürecini ellerine yüzlerine bulaştırdılar.
Şimdi geri adım manevraları yapılıyor…
Çizdim oynamıyorum kabilinden…
Öncelikle, barışı kimle yaptığınızı ifade etmelisiniz.
Barışın bölge halkıyla olmadığı kesin…
Zira bölge halkı, vergi veriyor, askere gidiyor ve devletin işlerliğini AKP/PKK ya rağmen sağlıyor.
En önemlisi de, mevcut parlamentonun üyelerinin seçilebilmesi için oy bile kullanıyor.
Yani, devletin müesses nizamı içinde, devletin işlerliğini sağlamakta…
Barışı bu durumdaki insanlarla yapmadığınızı biliyorsunuz değil mi?
Bunlar düşman değil…
Bunlar, Türk milletinin asli unsurları…
Olsa olsa küskün veya kırgındırlar…
Onları, PKK’nın insafına terk ettiğiniz için…
Bunlarla barış olmaz, ihtiyaçlarını ertelediğiniz bu insanların gönlü alınır.
Yani, insani ihtiyaçları karşılanır devletçe…
Bu süreç, Habur’da da gösterdi kendisini…
devleti yönettiğini zannedenler, terör örgütü ile senkronik (eş zamanlı) işler yapmaktadırlar.
Küresel güç odakları hükümete verdikleri talimatların anlaşılmaması için “barış” adıyla kılıf uydurulmaktadır.
Egemenliği var olan bir devlet, milletine ve devletine, onun birliğine ve dirliğine kastedenleri etkisiz hale getirir.
Temel insan hakkı olan güvenlik, devletin vatandaşlarına karşı en hayati görevidir.
Bütün dünyada bu şekilde uygulanmaktadır.
Bu hakkımızın, devleti idare edenler tarafından birilerinin insafına terk edildiği gün gibi açık değil mi?
Geçtiğimiz Pazar günü TRT de yapılan bir açık oturumda, İsmet Berkan’ın ifadesiyle; “Sayın Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’dan dinlediğim hususu ifade ediyorum. R.T.Erdoğan dedi ki; barış sürecinin planlamasını biz yaptık, onaylansın diye İmralı ya gönderdik, İmralı da, Kandile onaylatıp yürürlüğe sokacağız.”
Eğer İsmet Berkan’ın ifade ettikleri doğruysa vahim bir durumdayız.
Çünkü İdari hukuk bakımından, onaylanacak bir belge, bir üst makama arz edilir.
Süreç böyle işletiliyorsa, halimize acımamız lazım.
Yani eşkıya başının Tayyip Erdoğan dan üst bir makamda olduğunu gösterir.
İkinci boyut ise,
Terör örgütü ile devletin anlaşma yapıyor olmasıdır ki, kabul edilemez…
Ancak her gün yeni bir anlaşma yeni bir gelişme yaşadığımız için, millet bu durumu kanıksamış durumda…
Sonuç olarak şunu diyebiliyoruz ki, hükümetin aczi devleti zayıf göstermektedir.
Alınan tedbirlerin etkisizliği, terör örgütünü güçlendirmektedir.
Bölge halkının maneviyatı zayıflamış, moral unsurların tamamı, terör örgütünün yönlendirilmesi ile yapılmaktadır.
Devletine ve milletine bağlı olanların ümit ve güven duygusu zayıflamıştır.
Bölgeden yoğun iç göçler başlamıştır.
Devletin güvenlik zafiyetinden ötürü; Üretim ve yatırım iradesi ciddi bir şekilde azalmıştır.
Terör örgütü sempatizanları, kamuda öncelikli hale gelmesi sebebiyle, kamu hizmetleri yoluyla terör örgütü propagandası yapılabilmekte, devlet ve millet bütünlüğünden yana olanlar etkisizleştirilmiştir.
Bu şartlarda barış nasıl tanzim edilirse edilsin, bu gün terör örgütünün elde ettiği mevzilerin muhafazası ve daha ileri tavizleri içerecektir. Bu ise bölücülerin üstünlüklerinin tescili anlamına geleceğinden, böyle şahsiyetsiz bir barışın ve sürecin esaslarını ve detaylarını milletle paylaşıp milletin onayını almak gerekir.
Yoksa gemi battığında, -Allah korusun- kaptan da, tayfa da, yolcularda batar…