Cumhuriyetimizin kurucuları ilk yıllardan itibaren ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın olamayacağını gördüler.
Bir yandan Duyun-u Umumiye idaresini tasfiye ederken, yabancıların kontrolündeki kurum ve şirketleri devletleştirerek milli bir sanayi ve milli ekonomi meydana getirmeye çalıştılar. Diğer yandan özellikle 1950 den sonra artan şekilde bir Türk özel sektörü oluşturmak için gerekli çaba gösterildi.
Osmanlının son dönemlerinde İngilizlerin kontrolündeki Osmanlı Bankası’nın oynadığı olumsuz rol dikkate alınarak bizzat Atatürk’ün şahsi servetiyle de desteklediği İş Bankası’nın kurulması, Ziraat Bankası ve diğer devlet bankalarının yanı sıra özel bankacılığın gelişmesi için ciddi gayret ve fedakârlıklar gösterildi.
Gerek devlet bankalarımızın ve gerekse özel bankalarımızın kötü yönetilmeleri sonucu ilk grupta görev zararı, ikinci grupta ise hortumlama adıyla tarihe geçen, sonuçta zararın tamamını Türk halkının ödediği ciddi yolsuzluklar yaşandı. 22 banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredildi.
Son yıllarda Bankalar Yasası on defa kişilere, kurumlara ve olaylara özgü biçimde değiştirildi.
Getirilen yeni kurallarla, Türkler kolay kolay bankacılık yapamaz hale getirildi. Sonunda, kamu ve özel bankalarımız el değiştirmeye ve yabancılara satılmaya başladı.
Biz sarsıntıdan bankacılık müessesesini sağlam kurallarla yönetilir bir duruma geldik diye sevinirken bir de ne görelim? Bankalarımız teker teker yabancıların eline geçmeye başladı.
Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcımız, Yabancıların sektördeki payının önce % 15, sonra % 25 ve nihai olarak da % 50 olabileceğini, “endişeye mahal” olmadığını açıkladı.
Bazı uzmanlar Ziraat Bankası haricinde hiçbir bankamızın direnemeyeceğini ve yabancıların eline geçeceğini iddia ediyor. Muhtemelen Ziraat Bankası da özelleşme kapsamına alınacak ve Türkiye önümüzdeki beş on yıl içinde bütün bankalarını yabancılara devretmiş olacak.
Yeni düzenlemelerde getirilen hükümlere göre herhangi bir yabancı bankada kriz öncesi bazı bankalarda yaşadığımız hortumlama olaylarının benzeri olursa, bu bankaların “hâkim ortağı”nın ülkesine gidip gözaltına alamayacak, “hortumcu” ilan edemeyeceğimiz gibi, yurtdışına çıkışı engellenemeyecek ve Bankalar Yasası’nın “müsadereye ilişkin hükümleri” uygulanamayacaktır.
Demek ki, bu konulardaki bütün hükümler sadece milli sermaye için konulmuştur.
Yani milli bankalar ve yabancı bankalar için ayrı hukuk icat edildi. Buna TMSF’ye devredilen bankalar için icat edilen hukuku da eklersek bankacılık alanında 3 ayrı hukuk uygulanmaktadır ki, böyle bir uygulamanın Dünyada benzeri yoktur.
Milli bankanın gittikçe azaldığı bir ortamda iki Türk bankasını Yunanlıların alması da milli reflekslerimizi uyandırmaya yetmedi. Komşumuzun bu istekliliğini coşku ile karşılayanlarımız oldu. (Bir Türk müteşebbisi de Yunan Bankası almaya kalksa Yunan halkı ve devleti nasıl karşılar acaba?)
“Yüksek faiz düşük kur politikası” ile ithalatı da kolaylaştırıp dev adımlarla artırarak, milli ekonominin yok olması için her şey yapıldı.
Oysa bilmeliydik ki Tasarruf-yatırım dengesizliğini ve sermaye yetersizliği sorununu aşmanın yabancı bankalarla sağlanamayacağı açık bir gerçekliktir.
Bankacılık alanındaki gelişmeler ekonomik bağımsızlığımızı yok etme yolunda dev adımlarla ilerlediğimizi gösteriyor.
Cumhuriyetin kurucularının koyduğu milli ekonomi ve tam bağımsızlık anlayışı, “biz kendi kendimizi yönetmeye ehil bir millet değiliz, bizi gelişmiş ve yönetme yeteneği olan bir millet/devlet idare etsin” diyen mandacı zihniyete karşı yenilmek üzere.
Acaba dökülen onca kan, gözyaşı ve verilen bağımsızlık mücadelesi boşuna mıydı?
Yine yabancılar ağa, yine bizler maraba (hizmetkâr) olacak idiysek seksen küsur senedir neyin mücadelesini verdik?
Not: Bankacılık alanındaki düzenlemelerle ilgili bilgiler Yaman Törüner’ den alınmıştır.