Balkan Türklerinin Mensubiyet(Sizlik) Şuuru

100

 

Balkan Türkleri; Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nun idari olarak Rumeli adını verdiği coğrafyada yaşamış ve halen de yaşayan insanlarımıza verdiğimiz isimdir.

Türk tarihinde, Balkan coğrafyası ve üzerinde yaşayan insanlarımız çok talihsiz ve kadersiz günler yaşamıştır.

Zulüm, kan, gözyaşı, tecavüz, sürgün, göç, katliam ve soykırım; Balkan Türklerinin başına gelenlerden sadece bazılarıdır.

Tarihçi olarak değer verdiğim bir uzman arkadaşım, tarih boyunca Türklerin üzerinden en az otuz kere, milletimizi silindir gibi ezen dalgaların geçtiğini bundan dolayı halen “Türküm” diyen insanlar kaldıysa, buna şükretmemiz gerektiğini söyler durur. Ben bunu Balkan Türkleri için en az iki misli daha artırmak isterim.

Bu kadar çok, üzerinden silindir geçen insanların günümüzde “Türk’üm” veya “Balkan Türkü’yüm” diyerek kendilerini tanımlamalarını da çok anlamlı bulurum. Türk Milleti kavramı ve şuurunun günümüze yansımasının doğuşu da, Balkanlarda ve Balkan Türkleri arasında vücud bulduğu birçok tarihçinin ittifak ettikleri dikkat çekici bir noktadır.

Ancak bugün Balkan Türkleri olarak nitelendirebileceğimiz ve kendini Balkanlı, Rumelili ve Trakyalı addeden insanlarımızın, lafzı olarak bir mensubiyet içinde olduklarını ifade etselerde, aslında bunun şuurunda olarak hareket etmediklerini görüyoruz. Yani bilinen ve kabul edilenin aksine Balkanlı, Rumeli ve Trakyalı olarak kabul ettiğimiz ve adına kısaca Balkan Türkü dediğimiz insanlarda mensubiyet şuurunun çok zayıf olduğunu söylemek mümkündür.

Eğer bir toprağa, inanca, kültüre ve fikre şuurlu bir yöneliş yoksa, varlığı dayandırdığınız noktada yani konumuz olan Balkan Türklüğünde bir aşınma ve erime var demektir.

Bunun en büyük delili, Balkan Türklerinin varlıklarını Balkanlarda sürdürmek için ölüm dahil birçok şeyi göz önüne almayarak, yönlerini Türkiye’ye çevirip, Anadolu’ya kolayca göç etmeleridir.

Günümüzde aynı anlayışı, Türkiye’nin ve Türk Milletinin karşılaştığı sorunlara karşı duyarlık göstermeyerek devam ettirmeleri de söylediklerimize bir delil teşkil etmektedir. Ve bu konu bilim adamlarınca bir araştırma konusu yapılmalıdır.

Bu nedenle, Türkiye üzerindeki etkileri sıfırlanan Balkan Türklerinin, genel anlamda şuurlu ve duyarlı bir mensubiyet anlayışının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum; karşılaştığımız meseleler karşısında Türk Milletinin idrak ve şuur noksanlığı içinde bulunmasını da tetikleyen bir nedendir.

Balkan Türkleri üzerilerinde yapılan psikolojik, kültürel ve sosyolojik çalışmalardan çok yüksek dozda etkilenmiş ve bu kara propagandaların yoğun etkisine boyun eğmişlerdir.

Dün Balkanları Türklerden ve bugün de Türkiye’yi Türklerden arındırma projesi; Balkan Türklerinin mensubiyet şuursuzluğu sayesinde hem Balkanlarda hem de Türkiye’de şaha kalkmış bir hale gelmiştir.

Düne kadar sınırların olmadığı Balkanlar’da haritalar üzerinde çizilen hayali çizgiler; öncelikle Balkan Türkleri’nin kafasında etkili olmuş ve birbirlerine yabancılaşmaya ve birbirlerini ötekileştirmeye başlamışlardır. Batı Trakyalı, Makedonyalı, Kosovalı, Bulgaristanlı, Bosnalı gibi. Bu yetmemiş Kırcaalili, Deliormanlı, İskeçeli, Gümülcineli, Üsküplü, Gostivarlı, Priştineli, Prizrenli vs. gibi sınırlar; akıllara ve ruhlara yerleşmiştir. Ve böylece fiziken, ruhen, inanç, kültürel ve sosyolojik olarak birbirine yakın olanlar, kapı komşu olsalar bile birbirlerine yabancılaşmışlardır.

Bu nedenle birbirinden süratle uzaklaşan Balkan Türkleri bu sayede gün geçtikçe insani, toplumsal ve milli değerlerden de kopmaktadır.

Bu değerlendirmelerimi, ne kadar ağır olursa olsun “tabak sevdiği deriyi yerden yere vururmuş”  misali değerlendirin. Böyle benzer tespitlerimi daha önce Ankara Belediye Başkanlığı görevinde de bulunmuş Razgradlı eski milletvekili ve bakan Ali Dinçer’in cenazesinden sonrada yapmıştım. Kimseden bir ses çıkmamıştı.

Şimdide tabutu ay yıldızlı bayrağı sarılı 1989 göçmeni Deliormanlı Gültekin Karaman’ın ardından yazıyorum.

Rahmetli Karaman; üç ay nezarethanede kaldığı Razgrad’da ömür boyu sürecek bir rahatsızlıkla böbreklerinden hastalanmış ve ardından yıllarca yattığı Belene’den onu 53 yaşında ölüme götüren nedeni meçhul(!) bir meret ile çıkmıştı. Ancak bunlar onu yıldırmadı ve ben şahidim ki; son nefesine kadar Balkan Türklüğü için mücadele etti. Peki cenazesine gösterilen vefasızlık neyin nesiydi? Neredeydi hemşerileri? Sadece kendi başkanlığını yürüttüğü derneğin 6000 üyesi vardı. Dernek önünde yapılan törende, çoğunluğu ailesi olmak üzere ancak 100 kişi bulunuyordu. Gerçi biz dört milyon Balkanlı, Rumelili, Trakyalının yaşadığı İstanbul’da 1989 Zorunlu Göçü’nü tel’in yürüyüşünde 1000 kişiyi zor toplamıştık. Hem de üstelik İstanbul’da en az yüzbin 1989 göçmeni Bulgaristan Türkü yaşamasına rağmen. Ya Atatürk’ün Selanik’teki evinin yakınına dikilen Pontus Soykırım Anıtı’nı protesto ederken ve de bildiriyi ben okurken topu topuna beş kişi olmamıza ne demeli? Hangi birini yazayım?

Hadi ölümün peşinden bir vefa göstermiyorsunuz! Bir sanatçımızı destekleyerek kültürümüzü de mi yaşatamıyorsunuz? İşiniz düştümü STK’ların kapısını aşındırıyorsunuz da peki niye örgütlü mücadeleden kaçıyorsunuz? Şimdi örneğin Kosova’nın 4. kuruluş yıldönümünü;  çalgılı, sazlı, tepinmeli kutlamaya hazırlanıyorsunuz da, Balkan Savaşlarının 100.yılında kaybettiğimiz bu toprakları ve 1.5 milyon insanımızı hatırlamak ve üstü örtülen bu konuyu Türk ve dünya kamuoyunun önüne getirmek için ne yapıyorsunuz? Bu nasıl bir idrak ve şuur anlamakta çok zorlanıyorum.

Mücahidinin arkasından vefa göstermeyen, sanatçısını destekleyerek kültürünü yaşatmayan, milli ve manevi değerlerinden uzaklaşan ve daima nefsini öne çıkartan bir anlayışın mensubiyet şuurundan (!) bahsediyorum. Bu mesele üzerinde çok şey söylenir ama ben kendi kendime “Utan be Özcan, utan” diye sesleneyim. Bu bana yeter de artar…