Aydınların Açmazında Türkiye

95

 

Adamın biri torununu çocuk parkına götürmüş. Çocuk oyun oynarken o da parktaki çocukların cıvıltısı eşliğinde etrafı seyrediyormuş.

O esnada diğer çocuklarla fazla konuşmayan, kendi başına oynamayı tercih eden bir tanesi gözüne takılmış. Çocuğun salıncak sırasını korumak için dahi iki kelâm laf edip konuşmadığını görünce üzülmüş, hislenmiş. Torunu için aldığı çikolatayı ortadan ikiye bölüp, sessiz duran çocuğun yanına gitmiş. Başını okşamış, çikolatayı ikram etmiş. İletişim kurmaya çalışıp adını sormuş.

Ardından cevap vermesine fırsat vermeden, “Dur, ben tahmin edeyim” demiş ve başlamış saymaya…

– Ali, Veli, Hasan, Hüseyin, Ahmet, Mehmet…

Fakat bir türlü çocuğun adını bulamıyormuş.

Babacan bir tavırla gülümseyip, “Bulamadım delikanlı, bana biraz ipucu ver” demiş.

Çocuk, tam “Adım ‘Y’ ile başlıyo…” derken, bizimkisi tekrar saymaya başlamış:

“Yusuf, Yasin, Yadigâr, Yağız, Yakup, Yahya, Yalçın, Yaman, Yavuz, Yıldıray, Yıldırım, Yetkin, Yiğit…” saymış da saymış; ama bir türlü çocuğun adını bulamamış. Çocuk her seferinde başını yukarı kaldırıp “Ççık” diyormuş.

Sonunda dayanamamış.

– Peki evlâdım, bilemedim. Sen söyle bakalım, adın ne senin? demiş.

Çocuk gülümseyerek cevap vermiş:

-Yamazan(?)

* * *

Eğer elinizdeki veriler yanlışsa doğru sonuca ulaşmanız mümkün değildir. Ulaşılan neticeler tesadüfi olup, bozuk saatin 24 saat içerisinde sadece 2 dakika doğru anı göstermesi gibi yanlışlar heyulasında çırpınır durulur.

Eskiden ülkemizin okumuşları, aydınları için “halktan kopuk, milletine yabancı” denir, aydınlar suçlanırdı…

Özellikle yabancı okul ve kolejlerde okumuş, yurt dışında tahsil almış kişiler hedef seçilerek millî benliklerini kaybettiklerinden dem vurulur, kendi milletlerine yabancılaştıklarından bahsedilirdi.

Heyhat, gel zaman git zaman öyle bir hale geldik ki; o vaktiyle küçümseyip özünden kopuk diye eleştirilen aydınları arar hale geldik…

Ne yazık ki; millet, özünden koptu…

Kendi kültüründen, tarihinden, coğrafyasından, türkülerinden, kendi klasik mûsikîsinden sanatından, edebiyatından bir haber yaprak gibi savrulan aciz bir toplum haline geldik…

Televizyonun birinde neredeyse 450-500 yıl önce olmuş tarihi bir gerçeği gösterdi diye toplum bölünebiliyor. Bir kısmı “Yok canım, padişah efendimiz öyle şey yapmaz” diyor, diğeri ise gidip Hürrem’in kabrine tükürüyor. Kimisi gidip şehzadenin türbesinde sıraya girip Fatiha’lar okuyor. Bazı kendini bilmezler ise “Aha da Türklere bakın, nasıl evlatlarını katlediyor” deyip, ortalığı iyice bulandırıp arada işini yürütüyor. 500 yıl önce Türk Milleti’ne atılan en büyük kazığın hesabını, yine kendizavallı aklınca,Türklere soruyor.

Kimse demiyor ki; yav arkadaş, 3 kıtada at koşturan ülkede; Hürrem’den daha güzel, daha işveli, daha cilveli, daha akıllı kadın mı yoktu da; Lehistan Yahudisi Roxelana’yı’Hürrem’ (yani şen, şakrak) diye padişahın haremine özel olarak yetiştirip sokmuşlar. Bu mudur yani?

500 yıl önce olan olmuş, ölen ölmüş. Sen bugün olanlara bak arkadaş…

Ukrayna barut fıçısı, ha patladı ha patlayacak. Milletin derdi ise Nataşalar ne olacak?

Kadınlarımız, ‘Ya buraya hepsi kaçarsa’ diye korkuyor; erkeklerse ‘Nasıl ağırlarız’ın derdinde… Yalan mı?

Kimse demiyor ki, Kırım’ın özerkliği ne olacak?Ülkemizin tarihten gelen garantörlük haklarından ne haber? Türkiye’nin Karadeniz’de yine ciddi ciddi Rusya ile sınır komşusu olması an meselesi…

Tatar Türkleri’nin geleceğini kim garanti ediyor?

Milletin umurunda bile değil!.. Yalan mı?

Evlilik programlarından dede, nine yaşına gelmiş insanlarımızın pespayeliği ortaya dökülüyor.

Eskiden bırakın milyonların önünde söylemeyi, çocukların yanında bile edepten konuşulmayan konular, alenen icraata dökülüyor.

Gençlere soruyorsun; kızım edep nedir, haya nedir, haysiyet nedir, amaç nedir, hedef nedir diye…

Bırak yaşamayı; kavramı bile gencin zihninde yok ki…

Kelimenin anlamını bilmediği gibi, yerine bir alternatifi de yok…

Yoklar içinde, bir millet var olmaya; geleceğe adıyla, sanıyla devam etmeye çalışıyor…

Özün gidip, şeklin kutsandığı bu devirde aydınlarımız, okumuşlarımızda kalkmış televizyonlarda arz-ı endam edip, bize “Yamazan” diyor ki; biz onu mübarek üç ayların sonuncusu olarak anlayalım…

Ama eldeki terazi yanlış olunca , doğru nasıl tartarız ki?