Aydın Paradoksu (1)

103

 

Aydın kelimesi  zamanla anlam düşmesi taşıyan bir kavram haline gelmeye başladı. Aydın denince eskiden “münevver” akla gelirdi. Kimilerine göre fikir işçisi, kimilerine göre doğruyu bulmaya çalışan kişi. Kimilerine göre düzene muhalif. Kimilerine göre egemen gurupların ideoloğu, Bu günlerde İçi boşalan bir kavram olarak biçimlenmektedir. Kimilerine göre toplumu yönlendiren kişi, İyi bir eleştirmen. V.b.

”Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanmayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığı ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.” (Immanuel Kant)

Dolayısı ile Aydın; öğrendiklerini içselleştirebilen, aklını kiraya vermeden yalın düşünebilen, bakış açılarının farklı olduğunu bilip farklı bakış açıları ile durumu değerlendirebilen, yerel kalmamış, dünyadaki çeşitliliğin farkında ülkesinde ve dünyada olan hadiseleri anlamaya çalışan , onunla da yetinmeyip çözümler arayan veya üreten, üretebildiği çözümleri paylaşabilen kişidir.

Bir de Entelektüel kavramı var her ne kadar Aydınla eş anlamlı kullanılsa da farklı olarak görenler de az değildir.

Bu kavram, 19.yüzyılda Batıda kullanılan (intellectual) kavramının karşılığı olarak, zihni veya akli yeteneğiyle, sorunlara çözüm arayan kimse anlamına gelir. Cemil Meriç, entelektüeli, “dünyayı her gün yeni baştan kurabileceğine inanarak hareket eden kimse” olarak tarifler.

Entelektüel bu açıdan araştırıcı, sorgulayıcı ve eleştirici vasfı yanında, doğru olduğuna inandığı değerlerini, ilkelerini toplumun var olan ve oluşturduğu algının önüne çıkartarak rehberlik işlevini gören, iktidarların her türlü yaptırımlarına boyun eğmeden, risk alabilen ve işi sonuna kadar götürebilen cesur kişilerdir.

Edward Said Entelektüeli, ”belli bir kamu için ve o kamu adına bir mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi, ya da kanıyı temsil etme, somutlaştırma, ifade etme yetisine sahip olan birey” olarak görür.

Gerek aydınların, gerekse entelektüellerin  yönlendirici, değiştirici, dönüştürücü ve oluşturucu rolleri vardır.

Aydın ve entelektüel  iktidar ilişkileri sırasında rengini belli eder. Birde günümüzde mensubiyeti doğrultusunda yanlı tutum içersine girme eğilimi fazlalaşmıştır.

İktidar ise insan davranışlarını etkileyebilen, yönlendirebilen, denetleyebilen bununun içinde toplumu yönetme ve yönlendirme gücünü, yetkisini elinde bulunduran organdır ve bu  hükümeti ifade eder.

Birde yerli ve uluslar arası lobilere bağlı olarak çalışan toplum tarafından popüler olmuş aydın ve entelektüel kavramları kendilerine yapışmış kişilerin de  olaylar karşısındaki tavırları toplumları etkilemektedir.

Aydın, burada ikili bir tercih içinde karar vermek zorunda kalmaktadır. Ya iktidarın resmi söyleminin sözcülüğünü üstlenip, sırtını devlete dayayarak iktidarla anlaşacak, ya da iktidarın her türlü dayatmalarına karşı gelip, Her türlü riski göze alarak, onurlu bir tavır takınacaktır.

İktidarlar her zaman kendi meşruiyetini sağlamada, aydına işlevsel sorumluluklar yüklemek isteyecektir. Bu durum her dönemde görülmüştür.

Devlet; söz konusu iktidarını idame ettirmek için kendi sözde aydınını oluşturacaktır.

Gramsci, toplumda aydının işlevini ikiye ayırırken, nesilden nesile aynı şeyi yapmayı sürdüren din adamları(papazlar) ve idarecileri geleneksel aydın kategorisinde gördüğüne işaret etmiştir.

Türk aydını gelenekselci bir aydın tipi sergilemiştir. Çünkü; muhafazakâr kesimler genellikle sahip oldukları tarihsel kültürü, toplumsal değerleri olduğu gibi sorgulamadan, eleştirmeden alıp naklederek gelenekçilik yapmışlardır.

Liberal kesimlerde ise çağa uygun düşünme becerilerinde yetersiz kalıp, bu düşünce ile kendi kültürü nü sentezleyip yeniden üretememişlerdir. Taklide dayalı bir yapı geliştirerek çok dar kalıplar içinde ne kendinden ne de özendikleri sistem gibi  bir yapı oluşturamamışlardır.

Gerek Osmanlı dönemi aydınlarını, gerekse Cumhuriyet dönemi aydınlarını, hakikati anlama, gerçeği bulma amacından ziyade, bilginin siyaset kurumlarının, pozisyonların, güç odaklarının ve oluşan sınıfların içlerinin doldurulmasında birer malzeme olarak kullanılması ilgilendirmiştir.

Modern aydının Batılı prototipleri, varolan ideolojik otoriteyle mücadele ederek kendi kimliğini bulurken Osmanlı aydınları ise otoriteyle bu anlamda bir çelişkiye düşmedikleri gibi, tersine otoritenin emriyle aydınlaşmışlardır.

Osmanlıda Tanzimat aydınını üreten olgu batılılaşma serüvenidir. Oysa batıda kendi aydınını farklı sayikle burjuvazi üretmiştir. Osmanlı aydını her zaman kendisini toplum karşısında ayrıcalıklı ve özellikli görmüştür.. Hepimizin bildiği gibi ” halkın dışında, halk için, halka rağmen ” çözümler önermiştir.

Cumhuriyet aydını da Osmanlı aydınından farksızdır. Çünkü Cumhuriyet aydını Osmanlı aydınının devamıdır.

Bu Jakoben bakış açısı bu anlayışın eseridir.

Can alıcı soru aslında şudur. Devlet memurundan veya bir guruba angaje olmuş kişilerden “Aydın” veya “Entelektüel” olur mu? Olursa nasıl olur.?

Benim sık sık vurguladığım “Osmanlı aydınlanmasını ve modernleşme sürecini gerçekleştiremediği” söylemim. Cumhuriyet dönemi içinde geçerlidir. Gerçi bu konu ayrı bir yazım konusudur. Ama sırası gelmişken bu ifadeleri de yazmadan geçemedim.

Çünkü ülkemizin gelişmesinin en önemli konularından biridir “Aydınlanma ve modernleşme”