Cuma yazımda Acemoğlu’nun Euronews ropörtajını anlattım. Aynı günlerde yayımlanan Özgür Demirtaş videosunu bugüne bıraktığımı söyledim. Acemoğlu ile Demirtaş’ın söylediklerinden konuşmalarını sanki oturup birlikte hazırlamışlar izlenimi alabilirsiniz. Öyle değil ama akıl için yol bir. Akılsızlık için öyle değil. Akılsızlığın birden fazla yolu var.
Sanayi Kimya Hocamız Alaattin Gülpınar, akademisyenliği kadar uygulamacılığıyla da çok değerliydi. O günlerin gündeminde petrol vardı ve bizi bu konuyu anlatan bir uzmanın toplantısına götürmüştü. Toplantıdan sonraki yorumu, “Bakın, konuşurken titriyor. Bu samimiyetin ve konuya hâkimiyetin işaretidir.“ demişti. O sözü unutmadım.
İşte Demirtaş Hoca da Gülpınar Hocam’ın sözünü ettiği gibi. Birkaç prova yaptığı belli. Ama titremeye ramak kalıyor. Hâkim ve söylediğini biliyor, söylediğine inanıyor. Lütfen seyredin ve paylaşın.
İşte insan sermayesi işte bilim
Geçen yazımda 1960-1980 arasından bahsettim. O zamanlar ideolojiler çarpışırdı. Şöyle mi kalkınılır, böyle mi diye. Acemoğlu’nda da Demirtaş’ta da ideoloji falan yok. Mesaj apaçık ve basit: Ekonominin direksiyonuna ve onun bir altına ve belki daha bir altına, bu işin uzmanlarını getirirseniz ve bilimin, liyakatin, tekniğin işine burnunuzu sokmazsanız kalkınırsınız. Öyle yapanlar kalkınıyor. Devletin ne yapması gerektiği, kurumların ne yapması gerektiği bellidir. Bütün mesele ölçülere, verilere, olanlara ve olacaklara bakarak arabayı sürmek. Buna “rasyonel”, “ortodoks” politika deniyor. Bilim deniyor, bilgi ve tecrübe, teknik deniyor. Aksine de hamaset ve hamakat demek gerekir.
Demirtaş Hoca, Acemoğlu Hoca’nın kadro meselesine geliyor. Hani Acemoğlu’nun, Mehmet Şimşek’in elinde yok dediği kadro meselesine. Sonra tek tek, bizim birinci sınıf ekonomi uzmanlarımızı, bilim adamlarımızı, teknisyenlerimizi sayıyor. Tam on iki kişi. Aralarında tek gazeteci benim sütun arkadaşım İbrahim Kahveci de var. Ve çok basit bir şey söylüyor: Bunları alın, yetkilendirin. Yetkilendirmeseniz de hiç olmazsa dinleyin ve dediklerini siz uygulayın. Bunu yapan kalkınır. Yapmayan sürünür.
Babanızın bilgisayarı var mıydı?
Kalkınmanın ve sürünmenin de ölçüleri var. Büyüme, dünya ülkelerine görece büyümedir. Kalkınmış ülkelerin büyüme hızlarının düşük, “gelişmekte olan” ülkelerinkinin yüksek olması beklenir. Çünkü kalkınmakta olanların önünde ne yapılacağının örnekleri ve henüz sonuna kadar kullanmadıkları potansiyelleri vardır. Kalkınmışlarsa potansiyellerinin zaten sonundadır, bilgi birikiminin de. Bu son ikisi kalkınmışlığın bir başka tarifidir zaten.
Bu yüzdendir ki işi beceremeyen siyasiler, halka, “Dedenizin buzdolabı var mıydı?” gibi laflar ederler. İnsanların ülkelerini dünyayla değil, kendi geçmişleri ile mukayese etmesini isterler. Tom Friedman Suriye’nin eski lideri Hafız Esad’ı örnek gösterir. Babanızın zamanında televizyon mu vardı! Halbuki en beceriksiz ülke bile orta vadede ileri gitmiştir. Siz yerinizde saysanız da dünyada teknoloji ilerliyor. Babamın bilgisayarı yoktu; benim var. Bu Türkiye’yi yönetenlerin başarısı değildir.
Başarı on yılda mesela OECD ortalamasını yakalamaktır. Beş on ülkeyi geçmektir. Nede? Refahta. Refah ne? Kişi başına gayrı safi yurtiçi hâsıla: GSYH.
Türkiye, Kore, İrlanda, OECD
Demirtaş, Türkiye ile ile Güney Kore’yi karşılaştırmış. İnsanın ağlayacağı geliyor. Bizim epey arkamızdan gelen Kore, bizi sollayıp geçmiş, gitmiş. Ben okuyucularıma Kore’den başka iki grafik daha göstermek istiyorum. Birinci şekilde, Kore ile Türkiye’nin, ikincide İrlanda ile Türkiye’nin 1970-2022 karşılaştırmasını görüyorsunuz. Bu Türkiye Yüzyılı ise İrlanda’nın nesi?
Güney Kore, İrlanda, küçük ülkeler diyeceksiniz. Peki, çok çok büyük bir ülkeyi karşılaştıralım. Ülke değil de bütün OECD ülkelerinin kişi başı GSYH’sını. O da üçüncü grafik.
Biz onlarca yıldır çukura düştü çıkamaz, pır pır eder uçamazı oynuyoruz. Ve on yıllar gidiyor, nesiller gidiyor. Titreyip kendimize dönsek mi acaba?
Yoksa böyle daha mı rahat? Uçuyoruz. Aya sert iniş yapacağız! (Marifet yumuşak iniş yapmaktır ama erkek adam sert iner her hâlde!) Böyle söyleyip duralım. Makamlara yerleştirilecek adamlarımız var. Beslenecek müteahhitlerimiz var. Eyyy dış güçler! Nas var nas!
Not 1: Türkiye’nin çizgilerinde 1999’da görülen ani düşüş, Çiller döneminin faizi zorla düşük tutma politikası ve o anda patlayan Uzak Doğu krizi yıllarıdır.
Not 2: Atila Karaosmanoğlu, ’60 ihtilalinin değil, 12 Mart’ten sonra kurulan Erim Hükümeti’nin ekonomi prensiydi. Yanlış yazmışım. Okuyucum Ali Osman Argın beni düzeltti. Sağ olsun.