Avuntu ne biliyor musunuz
Gökyüzünde salınan bir uçurtma ipi
Kıyıyı döven içi boş bir kayık
Uçma ihtimali olan, yaralı bir kuş gibi
Kanmak nedir biliyor musunuz
Hani çöle düşmüşsünüz
Su ya hasret kalmışsınız da
Mataranızdaki bir damla suya razı gelmek gibi
Ayrılık nedir biliyor musunuz
Hani çat çat bir kış ayazında kalmışsınız da
Küçük bir çıra ateşinde parmaklarınızı ısıtırken
Yanlışlıkla elinizi yakmışsınız gibi
Beklemek nedir biliyor musunuz
Hani yüksek bir dağa tırmanmışsınız da
Avazınız çıktığı kadar bağırmışsınız
Sesiniz size hiç geri dönmeyecekmiş gibi
Şiir nedir biliyor musunuz
Hani bir deniz ortasında açmışsınız yelkenleri
Martılarla, dalgalarla sohbet ederken
Bir balığın kuyruğundan size sıçrayan su gibi
Keder nedir biliyor musunuz
Hani uzatmışsınız elinizi sarı sarı buğday başaklarına
Ekmeği, açlığı, yokluğu, değirmeni konuşurken
Boğazınıza düğümlenen kelimeleri yutkunmak gibi
Yağmur nedir biliyor musunuz
Hani bulutlar indirirken gözyaşlarını yere
Şiirden, kaderden, kederden söz edip
Bir bardak şekersiz çayı yudumlar gibi
Yetimlik ne biliyor musun
Alamadığın pamuklu şeker, giyemediğin kırmızı elbise
Alamadığın kitap, yazamadığın defter, tutamadığın kalem
Rüzgara yenik, boyun büken kır papatyası gibi
Ölüm ne biliyor musunuz
Soğuk bir taş, üstü çiçekle bezenmiş toprak
Adı çoktan konmuş, iç acıtan bir veda, bir sela
Geride ne bıraktığını bilmeyen yorgun bir yolcu gibi