Avuç Açma Kültürünün Neresindeyiz?

85

Prof. Dr. Aziz Akgül hem davetiye gönderdi, hem telefon açtı “bir kadın girişimciliği mücizesi 7 KİBELE programı” için. İstanbul Harbiye CCR salonundaki “Anadolu, kadın, üretim ve bereket” temalı etkinlikte mikrokrediyle başarılı olan mütevazi 7 işkadınının belgeselini izledik. Türk Sinemasının değerli sanatçısı Selda Alkor da konukları selamladı. Çok şık kadınların da iştirak ettiği toplantı ikram sonrası bile kalabalığını muhafaza etti. Kadim dostum Prof. Dr. Aziz Akgül’ün konuşması ve hayal ettiği dünyayı anlatması bana göre toplantının en vurucu ve dikkat çekici yanıydı. Sürekli not aldım konuşma yazılı metin olarak dağıtılmayınca. Sonra dönüp notlarıma baktığımda dünyamızın ve insanımızın neden nefes darlığı çektiğini, bunalıma girdiğini bir kez daha anladım ve cidddi ciddi düşündüm. İşte bu notlardan bazıları.

 

26 Kişinin Serveti, 3.8 Milyarınkine Eşit!

Refah göstergeleri sürekli artan dünyamızda  yoksulluk hala ciddi bir sorun. Sebebi de büyümeden elde edilen  gelirler toplumlar arasında adil paylaşılmıyor. Bunların başında da finansal adaletsizlik geliyor. Global yoksullukla mücadele eden ve 18 sivil toplum kuruluşundan oluşan OXSAM Uluslararası Konfederasyonunun  açıklamaları gerçekten ürkütücü. Zengin ile fakir arasındaki uçurum ilk defa bu kadar fazla açılıyor. Şöyle ki; önümüzdeki 20 yıl içerisindeki dünyanın en zengin 500 insanının mirasçılarına 2.1 trilyon $ bırakacağı tahmin ediliyor. Bu miktar Hindistan gayrisafi milli hasılasından da fazladır.

2018 yılında dünyada en zengin 26 kişinin serveti, dünya nüfusunun yarısı olan 3.8 milyar kişinin servetine eşittir. Bu zenginlerin sayısı 2017 yılında 43 kişiydi.

Gelir dağılımındaki uçuruma gelince 2018 yılında çıkan yeni servetin %82’si dünyanın en zengin % 1 kesiminin eline geçmiştir. Böylece küreselleşmenin gelirleri de dünyada eşit olarak dağıtılmamaktadır.

Son üç yılın istatistiklerinden anlaşılacağı üzere Nobel Ekonomi Ödülü Hintli Amartya Sen’in açıkladığı gibi  Türkiye’de de makro ekonomik değişkenler, işsizlik ve yoksulluğun ortadan kaldırılması için tek başına yeterli görülmüyor.

Dünya Bankası ve CGAP uzmanları yaklaşık 500 milyon ailenin tüm dünyadaki 7000 mikrofinans kuruluşunun sağladığı yeni sosyal işletmelerin gelişmesini sağlayan mikrokrediden faydalandığını tahmin etmektedir. Türkiye’deki hibe yardımları ise bir sadakat kültürü ve kolaycılığını da beraberinde getirmektedir. Bunun yerine insanları üretken hale getirmek, kendi kendilerine gelir getirici faaliyetlere yöneltmek gerekmektedir. Böylece de kamu kaynakları hovardaca harcanmaz.

 

Yoksulluk Önlenebilir mi?

Yine Nobel Barış Ödülü Sahibi Bengaldeşli Prof. Dr. Muhammet Yunus’un öncülüğünü yaptığı ve Türkiye’de de 64 il ve 91 şubede uygulanan  200 bin kadar girişimci kadının mikrogirişimci olmalarına bu şekilde katkı verilmektedir. Bu nedenle de bu kadınlar bugüne kadar mikrokrediden 1 milyar lira kredi kullanmışlardır. Söz konusu dar gelirli girişimci kadınlar 1500 TL sermaye ile iş kurmaktadırlar. Böylece de tek kuruş kamu kaynağı ve bağış veya banka kredisi kullanılmamaktadır. Yoksul kesim mikrokrediyle kimseye avuç açmadan girişimci olarak onurlu bir şekilde yoksulluk sınırının üzerinde bir hayat kurmaktadır. 2005 yılında Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı ve Diyarbakır Milletvekili Prof. Dr. Aziz Akgül Kilis’e gelmişti. Başarılı Vali Aslan Kütükçü ile birlikte olduk. Konu konuyu açtı, Suriye’den getirilen kaçak benzin ve şekerlerin tutanakla imha edildiğini öğrendik. Aziz Akgül itiraz etti “Şekeri gıda bankasında ihtiyaç sahipleri için ayırın, benzini de kamu araçlarında neden kullanmıyorsunuz?” Bunun üzerine Kilis’te Vali Kütükçü ve belediye Başkanı Abdi Bulut’un girişimiyle gıda bankası kuruldu. Halen de faaliyette bulunuyor. İhtiyaç sahipleri buraya giderek  lüzumlu her şeyi ücretsiz alabiliyorlar. Benzini ise sayın Vali Kütükçü Kili-Gaziantep duble yol çalışması sırasında kamu araçları için kullandı. Çok da faydalı oldu.

 

Toplumda Ne Kadar Zengin İnsan Değil, Ne Kadar Mutlu İnsan Var

Bir öğreti şunları söyler;

-Doğada hiç bir şey kendisi için yaşamaz. Nehirler kendi suyunu içmez. Ağaçlar kendi meyvelerini yemez. Çiçekler kendileri için kokmaz. Her şey birbiri için yaşar.  Birbiri için yaşamak tabiatın uygulamasıdır.

Oysa kapitalizm biriysel mutluluğu önerir. Bununla da toplumda mutsuzlar çoğalıyor. Çünkü mutlu olmanın yolu, başkasını mutlu etmekten geçer. Aristo’ya göre bile “her insan mutluluğu aramaktadır.”

Birleşmiş Milletler Mutluluk Raporuna (6 Kasım 2019) göre ilk dört sırada İskandinav ülkeleri yer alıyor; İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka. En fakir ülkelerden Kosta Rika ise 12. Türkiye bu sıralamada 79. sırada yer alıyor. Bir önceki yıla göre ülkemiz beş basamak geriye düştü. Ajans Press’in  mutluluk odaklı haber araştırmasına göre; bu oran 140 bin 439 iken 97 bin 123 olarak geçen seneye göre düştü.

Teskin edici, rahatlatıcı ilaç olarak bilinen antidepresan kullananların sayısı da bütün dünyada %40 artış gösterdi.  Çözüm olarak da toplumun ruh ve hayat kalitesinin artması gerekiyor. Kar maksimizasyonu, daha fazla kazanma hedefinden daha insani olan sosyal işletmeciliğe geçilmelidir. Hayatı değerli kılan unsurlar dışlanmamalıdır. Ortak mutluluk sağlanmalıdır. Bir toplumda ne kadar zengin olduğu değil, ne kadar mutlu insan olduğu ölçü olmalıdır.

 

Daha Mutlu Bir Dünya Hedefi

Mutsuzluğumuza neden olarak bazı istatistikler verecek olursak;

*2019 yılında ülkelerin yaptığı savunma harcamaları toplam 2 trilyon $,

*Son 20 yılda Ortadoğudaki çatışmaların bölge ülkelerine maliyeti 12 trilyon $,

*Dünyada her yıl bir trilyon dolara tekabül eden 1.3 milyar ton gıda israf ediliyor,

* Türkiye’de israf edilen gıda ise 215 milyar $. Dünyadaki israfın sadece dörtte biri bile evrende açlık çeken 800 milyon insanı doyurmaya yetiyor.

 

 Şimdi daha mutlu bir dünya hedef gösterilmeli; ırk, dil, din, cinsiyet, siyasi görüş ve düşünce tarzı itibariyle farklılığın birlikteliğinin sağlaması için çalışılmalıdır. Etnik ayrımcılık yüzünden çatışmalara son verilmelidir. Kavga yapmayan, kavgaya kapılarını kapatan politikacılara ihtiyaç duyulmaktadır. Yetkililerden ve bakanlıklardan bütçelerini görmek istediğini açıklayarak sorgulayan devlet adamları yetişmelidir. Savaşlar emperyal güçlere ve emperyalizme karşı olmalıdır. Şiddetin, tacizin ve ayrımcılığın değil; zerafetin, letafetin, kibarlığın özendirildiği; kabalığın, görgüsüzlüğün ve cehaletin değil, medeni olmanın arttığı  bir toplumsal çevre inşa edilmelidir. Hayatın en temel insan hakkı olduğu bilinmelidir.

 

“Medeniyeti Politikacılar Değil;  Alimler, Sanatkârlar Yapar”

Vatandaş ve toplum mutluluğunu önceleyen ekonomiler ve yönetimler olmalıdır. İlim, kültür ve sanat ile insan hakları, hukuk devleti öne çıkarılmalıdır. Sivil toplum da elbette gelişmelere duyarlı olmalıdır. Asıl görev ise sorumlu olanlarındır. Peki kimdir bunlar? Prof. Dr. Erol Güngör’ün deyişiyle şöyle; “Aydınlar, din adamları, alimler, mütefekkirler ve sanatkarlar sorumluluğun şuuruna ermelidirler. Medeniyeti politikacılar yapmaz. Medeniyet alimlerle, sanatkarların işidir.”