Çünkü Endülüs İslâm Devleti ve kalıntı ve uzantıları, bugünkü İspanya’da yedi yüz yıl kaldı.
Sicilya’da Müslüman Arap Devletleri asırlarca hükmetti.
Haçlı seferleriyle Avrupa İslâm’la tanıştı. Onu tanıdı. O’ndan çok şeyler aldı.
En son Osmanlı-Avrupa ilişkileri Avrupa’ya çok şeyler öğretti.
Kısaca demek lâzımsa:
Onlarda görülen gerçek medeniyet kırıntıları; İslâm Medeniyeti’nin kalıntılarıdır.
Unutmayalım ki, isim değişmekle hakikat değişmez.
Şüphesiz bu anılan gerçekleri görmek istersen, hayâlen bir Anadolu köyüne git.
Görmüş geçirmiş yaşlı nuranî zatların sohbetlerine katıl.
Orada görülen İslâm Medeniyetinin sergilendiği sahneleri bir bir temaşa et ve gör.
O kerîm zatların ârifane konuşmalarına şahit ol.
Fukara elbiselerine ve yüksek hasletlere bürünmüş; o manevi sultanları ibretle seyret.
İnsan giysisi giymiş melek hükmündeki, o ete kemiğe bürünmüş, mütevazi birer Anadolu insanı olarak görünen pîr-i fânilerle hem-hâl ol.
Sonra bu gerçeği karşılaştırmak üzere Paris, Londra, Berlin, Viyana, Atina, Roma, Washington ve Telaviv’e git.
Onların resmî büyüklerinin, halklarına yol göstericilerinin ekseriyetinin bulunduğu localarına gir bak.
Göreceksin ki, onlar insan elbisesine bürünmüş birer akrep veya insanoğlu suretine girmiş birer ifritler / cin taifesinden çok korkunç ve zararlı birer mahlûklar gibidir.
Burada yeri gelmişken; Hz. Mevlânâ’nın gerçek insanla, gerçek olmayan insanın farkını belirten veciz / özlü bir sözüne yer vermeden geçemiyeceğim.
Diyor ki o kutlu kişi Hz. Mevlânâ:
“Öyle insanlar gördüm ki, üzerlerinde elbiseleri yok.
“Öyle elbiseler gördüm ki, içlerinde insan yok.”
Konuyu toparlarsak sevgili okur, denildiği gibi:
“Biz müslümanlar ferec ve ferah / sıkıntılardan kurtuluş ve rahatlık isteriz.
“Sürûr ve fütûhât / sevinç ve galibiyetler bekleriz.
“Fakat kâfirlerin kılıç ve yardımlarıyla değil.
“Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin.
“Kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil.”
Söz bu noktaya gelmişken;
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden adâlet umanların kulakları çınlasın demekten kendimi alamıyorum.
Hoş görün canlarım!
Nitekim bazı haklı başvuruların; aksiyle tokat yedikleri acı bir gerçektir.
Zaten İslâm’a hiç bitmeyen kinleri yüzünden, o İslâm düşmanı yabancılar; inananların başına iki yüzlü münafıkları tebelleş ettirmediler mi?
İslâm ülkelerindeki din düşmanlarını yetiştirmediler mi?
Fakat bütün bunlar bizleri asla umutsuzluğa; sakın ola ki düşürmesin!
Allah’ın her şeye kudreti yeter.
İsterse bir dakikada, bulutlarla dolmuş hava boşluğunu bulutlardan süpürüp temizler.
Semanın berrak yüzünde ışık saçan güneşi gösterir.
Ancak bunun gibi, isterse manevî havayı karartan yağmursuz bulutları da yok eder.
Dinsel gerçekleri güneş gibi gösterir. Ucuz ve dağdağasız, gürültüsüz verebilir.
O’nun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın.
Baştakilerin başlarına akıl, kalplerine iman versin yeter.
O zaman işler, kendi kendine düzelir a benim canlarım.