Avrupa Nedir Ne Değildir? (1)

77

 

İyi bilelim ki: “Kâfirler; özellikle Avrupalılar ve bilhassa İngiltere şeytanları ve Frenk yani Fransız iblisleri; Müslümanlara ve Kur’an ehline ebedî can düşmanı, daimî inatçı hasımlardır.”

Fakat hemen belirtelim ki, bu ağır ithamlar sizleri şaşırtmasın. Tepkinize yol açmasın. Çünkü bu cümleler; Avrupa resmiyeti, onların resmî hükümet politikaları için geçerlidir. İslâm’a, Kur’an’a düşman olan kâfir Avrupalılar hakkındadır. Yoksa müspet, olumlu ve İslâm’a dost ve hatta hidayete, doğru yola, İslâmiyete gelen Avrupalılar için sarfedilmiş değildir.

Bu böyle biline aziz dostlar. Çünkü sözleri soyut olarak algılamak bizleri yanıltır. Sözleri benimserken “Nerede, ne zaman, ne makamda, ne için kim söylemiş ve bu söyleminden ne murat etmiştir?” şeklindeki soruların cevabını bulmadan; her fikre, her söze gönülde yer vermemeliyiz. Yazılanları lütfen bu çerçeve içinde düşünelim sevgili okur!

Avrupa konusunda şu anlamda sözler de söylenmiştir:

“Bil ey müslüman! Kâfirlerin medeniyetiyle müminlerin / inananların medeniyeti arasında fark budur ki: Kâfirlerin medeniyeti; iç dışa dış içe çevrilmiş olarak görünürse, korkunçluğun ta kendisidir. Dışı süslü püslü; içi çirkin ve pistir. Dış görünüşü güzel, içyüzü korkunçtur.

“Ama mü’minlerin medeniyeti ise, içi dışından yani içyüzü görünüşünden daha yüksek ve güzeldir. Manası; suretinden daha tam ve mükemmeldir. İçinde bir alışıklık, bir sevgi, bir yardım saklıdır.”

Bu fark nerden geliyor derseniz aziz dostlar derim ki: Bunun sırrı şudur: İnanan, inanç sırrı ile Allah’ı bir bilme sayesinde, kâinatın bütün varlıklarını birbiriyle kardeş ve tanış görüyor. Kâinatın / evrenin içinde yer alanların; birbirlerini tamamladıklarını, birbirlerine sırt verdiklerini, birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde olduklarını görüyor.

Özellikle insanların, insan olarak birbiriyle kardeş olduklarını görüyor. Bilhassa müslümanlar arasında bir Allah’ın kulu olduklarından kaynaklanan bir kardeşlik olduğunu görüyor. İnananın inananla kardeş sayıldığını görüyor.

Bu yüzden, “Bir göz hatırı için çok gözler sevilir.” hükmünden hareketle; aralarında bir sevgi bağı olduğunu görüyor. Tabiatıyla güzel gördüğü için güzel düşünüyor. Güzel düşündüğü için de hayattan lezzet alıyor.

İnanan herkes; her şeyin bir Allah’tan geldiğini biliyor. Her şeyin sonunda onun huzurunda buluşacağını biliyor. Bu biliş onu dünyadaki geçici ayrılıklardan ötürü aşırı derecede kederlendirmiyor. Sonunda kesinlikle kavuşma, görüşme olacağını bildiği için, sabırlı ve katlanıcı oluyor. “Bu da geçer ya hu!” diyerek ne aşırı sevince dalıyor, ne de aşırı üzüntüde kalıyor.

Kâfir yani inanmayan ise, inançsızlığı gereği her şeye karşı yabancılık duyuyor! Her şeyi kendisine düşman biliyor! Hatta kardeşinde bile, kendisi için herhangi bir yarar olmadığını düşünüyor! Çünkü inançsız kişi, uzanıp giden ebedî bir ayrılışın var olduğunu sanıyor! Ebedî / sonsuz bir ayrılığa düşeceğini zannediyor!

Bir arada oluştaki geçici bir kardeşlikten başka bir birliktelik yok sanıyor! Sadece vatanseverlik veya hem cinsine karşı ilgi duyuş cihetiyle; o az zamandaki kardeşliği belki artar. Hepsi o kadar. Kaldı ki aziz okur! İnançsız adam görünüşte sevdiği kimseyi de, samimi ve kardeşçe bir sevgiyle sevmez! Belki ancak nefsinin ondaki yararı için sever!

Fakat haklı olarak diyeceksiniz ki, onlarda da insancıl bazı güzellikler var. Buna ne diyeceksin derseniz, derim ki:

İnançsızların medeniyeti içinde bazı insancıl güzellikler var.

İnançsızların medeniyeti içinde kimi ruhsal yücelikler mevcut.

Ama aziz dostlar!

İnançsızların medeniyetinde görülen o insancıl güzellikler ve ruhsal yücelikler, aslında;

İslâm’ın malıdır. İslâm medeniyetinin sızıntılarından, Kur’an’ın ortaya koyduklarından,

Kur’an’ın yol göstermesinin yansımalarındandır.

Ya da semavî / göksel hak dinlerin kalıntılarının parıltılarından başka bir şey değildir.

 

 

Önceki İçerikKocaeli Büyükşehir Belediyesinin Borcu
Sonraki İçerikAvrupa Nedir Ne Değildir? (2)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.