Atom Mucizesi

92

Evet, atom güçsüzdür. Buna rağmen yükü son derece ağır. Görevleri sonsuz denecek kadar çok.

     Bu bakımdan atom ancak Mutlak Kadir bir zatın ismiyle vardır. Yani her şeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah’ın emriyle var ve ayaktadır.

     Atom ancak Allah’ın ismi ve emriyle hareketli olduğunu hâl diliyle bildirir.

     Atom evrenin, yaratılmış her şeyin büyük ve kapsamlı düzenini bilir bir tarz, şekil ve biçimde uygun hareket eder.

     Atom, her yere hiçbir engelle karşılaşmadan girer.

     İşte atomun böyle olması onun tek bir Mutlak Âlim’in kudretiyle işlediğini gösterir.

     İlmi her şeyi kuşatan, sınırsız ilim sahibi Allah’ın güç ve kuvvetiyle yerine getirdiğini gösterir.

     Yine atomun böyle olması; onun Yüce Allah’ın gözettiği hikmet ve gayesiyle ortaya konduğunu gösterir.

X

     Evet, nasıl ki, bir askerin takımında, bölüğünde, taburunda, alay ve tümeninde kendine göre bir konumu vardır.

     Bunun gibi o askerin her bir dairede birer nispeti, birer bağı vardır.

     O nispette, o bağa göre birer görevi vardır.

     O nispet ve bağları, o görevleri bilir.

     Buna göre uygun hareket eder.

     Sanki askersel nizam ve düzenler altında talim ve eğitim görür.

     Ve o asker bilir ki, bütün bunlar, tüm o daire ve yerlere kumanda eden en büyük bir kumandanın emir ve kanununa uymakla oluyor.

     Aynen bunun gibi her bir atomun birbiri içindeki bütünü oluşturan parçalarda birer uygun konumu vardır.

     Ayrı ayrı fayda ve gayeli birer nispet ve bağı vardır.

     Ayrı ayrı düzenli birer görevi vardır.

     Ayrı ayrı hikmetli, yararlı netice ve sonuçları vardır.

X

     Bu bakımdan biliriz ki, elbette o atomu, o bütünde, tüm nispet, bağ ve görevleriyle koruyan biri var.

     Şüphesiz o atomun sonuç, fayda ve gayelerini bozmayacak bir tarz ve biçimde, o bütünün içine yerleştiren bir zât var.

     İşte şayet bütün bunlar kim tarafından gerçekleştiriliyor diye sorarsak?

     Bütün bunları sağlayan ancak tüm evren; hükmü ve yönetimi altında bulunan ve o bir olan Zattan başkası değildir deriz.

     Çünkü meselâ bir insanın gözbebeğinde yerleşen atom, gözün hareket ettirici, hissedici sinirlerine karşı uygun durum alması gerek.

     Aynı atomun atardamar, toplardamar gibi damarlara karşı münasip / uygun vaziyet ve durum alması lâzım.

     Yine aynı atomun yüzde, sonra başta ve gövdede, daha sonra ise insanın genel yapısında, hepsine karşı bir tavır sergilemesi gerek.

     Çünkü her birisine karşı birer nispeti, bağı ve bağlantısı olduğunu bilmesi şart.

     Birer görevi, birer faydası bulunduğunu anlaması elzem.

X

     Atomda bütün bu hususların tam ve mükemmel şekilde bulunması gösteriyor ki:

     Bütün o cismin bütün âlâ ve organlarını icat edip yaratan, var eden bir Zât var.

     İşte ancak o Zât, o atomu o yerde yerleştirebilir.

X

     Özellikle rızık için gelen atomlar; rızık kafilesinde gidiş gelişte bulunan, yolculuk eden o atomlar; o kadar hayret verici bir düzenlilik içinde ve fayda gözeterek gereken yerlerde gezip dururlar. Öyle tavır ve tabakalarda düzene uyarak geçip gelirler.

     Öyle şuur ve bilinçli adım atarlar ki hiç şaşırmayarak gele gele ta canlı bedende dört süzgeçle süzülür. Dört mutfakta yani ağız, mide, ince bağırsak ve karaciğer mutfağında pişirilir. Sonra hayret uyandırıcı dört büyük değişiklik geçirir. Sonra dört süzgeçten süzülür. Sonra da bedenin dört bir yanına yayılırlar. Rızka muhtaç, rızka gereksinim duyan âlâ, organ ve hücrelerin yardımına yetişmek isterler.

     Bunun için kandaki alyuvarlara yüklenirler. Bir kerem ve ikram kanunuyla imdada yetişirler.

     Bundan ap açık şekilde anlaşılır ki, atomları binlerce çeşit menzil ve yerlerden geçiren, sevk edip gönderen biri var.

     O zât elbette ve elbette kerim mi kerim, rezzak mı rezzaktır. İkram edici ve rızık vericidir.

     Şüphesiz Rahîm olan Hallâktır.

     Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Rahîm olan Yüce Yaratıcı Allah’tır.

     Öyle Allah ki, kudret ve gücü karşısında; atom ve yıldızlar omuz omuza eşit ve denktirler.

     Allah’ın büyük ve sonsuz kudreti önünde, en küçükle en büyük arasında fark yoktur. İkisi birdir.

Önceki İçerikKoronavirüs Üzerinden Yepyeni Bir Çağ Sürümü
Sonraki İçerikBaşkanın Adamları Neler Yapabilir?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.