Türk milleti, tarihi boyunca
büyük komutanlar, hükümdarlar, liderler ve kahramanlar yetiştirmiş büyük bir
millettir. Bu kahramanlar zincirinin son halkası, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluk ve öğrencilik hayatı hariç, bütün ömrü
askerlik hayatı savaş meydanlarında geçmiş ve bu savaşların hepsinden zaferle
çıkmıştır.
Mustafa Kemal, bir
tümen komutanı olarak katıldığı Çanakkale Savaşlarında Anafartalar ve
Conkbayırı’nda dönemin en güçlü devletleri İngiltere, Fransa ve İtalya’nın
ordularına, donanmalarına ve en modern silahlarına karşı kazandığı zaferle
“Anafartalar Kahramanı” olmuştur. I. Dünya Savaşı’nın son aşamasında 26 Ekim
1918 tarihinde, Türk Kuvvetleri ile Arap-İngiliz Müttefik Kuvvetleri arasında
gerçekleşen Katma Muharebesi’ni Yıldırım Orduları Komutanı olarak kazanmış,
Arap-İngiliz Müttefik Kuvvetlerini Kilis’in güneyinde durdurmuş, Toros
geçitlerine ulaşarak buradan Anadolu içlerine sızmalarını önlemiştir.
Düşmanlarının
çeşitli saldırıları karşısında bunalan ve bitişine kesin gözüyle bakılan, Türk
milletinin başına geçip onu Kurtuluş’a götüren de Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Vatanının üçte ikisi işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, bazı yöneticileri ve
aydınları ihanet içinde olan yoksul
ve yorgun Türk milletini “Ya istiklâl, ya ölüm!” diyerek özgürlük ve
bağımsızlık hedefine kilitlemiştir. 1919 – 1923 yılları içinde devam eden
Kurtuluş Savaşı içinde gerçekleşen Sakarya Savaşı (22 Ağustos-13 Eylül 1921)’nı
ve Büyük Taarruz (26 Ağustos-18 Eylül 1922)’u bizzat Başkomutan olarak yönetmiş
ve düşmanın 9 Eylül 1922’de İzmir’de denize dökülmesini sağlamış ve bu zaferler
sonucunda “Mareşal” rütbesini ve “Gazi” ünvanını kazanmıştır.
Atatürk, Türk
milleti ile yürüttüğü Kurtuluş
Savaşı sırasında, sadece İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanistan güçlerine
karşı savaşmamıştır. Bir taraftan düşmanla savaşırken, bir taraftan da Padişah
ve onun etkisinde kalan bürokratlar, din adamları, mandacı gazeteci ve
yazarlar, düşmanla işbirliği yapan, devlete isyan eden vatan hainleri, otorite
boşluğunda oluşup düzenli orduya katılmak istemeyen çeteler ve gayrı nizami
kuvvetlerle de savaşmıştır. Savaş sırasında zaman zaman kendi kurduğu
Meclis’teki milletvekillerinin bir kısmının, hatta Kurtuluş yoluna beraber
çıktığı bazı silah arkadaşlarının bile muhalefetleriyle de mücadele etmek zorunda
kalmıştır. Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te toplantıya katılan 158 milletvekilinin oybirliğiyle
kabul edilmiştir. Hâlbuki o tarihte mecliste 334 milletvekili vardı, fakat 176
milletvekili bu toplantıya katıldı. Görüldüğü dibi Atatürk hiçbir hedefine
savaşmadan kolayca ulaşmamıştır.
Atatürk’ün
zorluklarla savaşı, Cumhuriyet’ten sonra da devam etmiştir. Osmanlı devletine
son verilip Cumhuriyet rejiminin kurulmasından rahatsız ve karşı olanlar, Cumhuriyet’in
ilanı ile cahil halkın üzerindeki nüfuzları azalan mütegallibeler ve ağalar,
tekke ve zaviyeleri kapanan şeyhler ve dervişler, Atatürk’ün Kur’an-ı Kerim’i
tercüme ve tefsir ettirmesinden sonra halkı dinle kandıramayan inanç bezirgânları,
İstiklal Harbi’ne ve Mustafa Kemal’e karşı çıktığı, düşmanla işbirliği yaptığı
için İstiklal Mahkemelerinde yargılanıp cezalandırılanlar, dış güçlerin teşviki
ile devlete karşı isyan edenler, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yapılan
inkılaplarla modern hayat tarzı kurulmasına karşı çıkan karşı devrimcilerle de
savaşmıştır. Atatürk, bu savaşları da meşru yollarla, akıl ve bilimin
aydınlığında ve diplomatik bir zekâyla kazanmayı başarmıştır.
Atatürk ve
Cumhuriyet’e karşı olanlarla savaş, onun fani varlığının aramızdan
ayrılmasından sonra da devam etmiştir. Ama 29 Ekim 1923 tarihinde kurduğu
“üniter yapıdaki milli devlet” yapısı ve devrimleri ile millete sunduğu “medeni
hayat”; okuryazar ve eğitimli nüfusun artması, kadınımızın toplumdaki
statüsünün yükseltilmesi ve etkinliğinin artması, milli kültür ve sanatımızın
ortaya çıkarılması, milli ekonomi ve sanayiyi kurma yolunda önemli adımlar
atılması, Türk milletinin büyük bölümünce benimsenmiştir. Dünyayı tanıdıktan
sonra anladık ki, Türkiye’yi, bütün İslam ülkelerinden, birçok Asya ve Afrika
ülkesinden, Doğu Avrupa, Balkan ve Kafkas ülkelerinden daha medeni ve modern
bir ülke haline getiren, Atatürk’ün ilkeleri ve inkılaplarıdır. Atatürk, ilke
ve inkılâplarını, hayata geçirirken de, eski alışkanlıklarını terketmek
istemeyenlerin direnciyle karşılaşmış, ama yılmadan mücadele etmiş ve sonunda
kazanmıştır. İmparatorluğun kozmopolit
insan coğrafyasında yüzyıllarca itilip kakılan Türk insanı, Atatürk sayesinde
Türklük bilincini ve onurunu kazanmış, padişahın tebaası olmaktan çıkıp,
bağımsız bir ülkenin özgür ve eşit bir yurttaşı haline gelmiştir.
Büyük Atatürk!
Sen, “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!” demek suretiyle Türklere milli bir ruh, kimlik
ve onur kazandıran en büyük TÜRK’sün. Aramızdan ayrılışının 83., Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 98. yılında görüyor ve inanıyoruz ki, bugün de
sana, inkılâplarına ve Cumhuriyet’e karşı olanların verdikleri savaşı, yine sen
kazanacaksın. Cumhuriyet’in ilanından bu yana bu savaşı sürdürenlerin hevesleri
bu sefer de kursaklarında kalacaktır. Çünkü milletimiz, yıllar geçtikçe senin
ilke ve inkılâplarının önemini, düşüncelerinin anlamını daha iyi anlıyor ve
kavrıyor. Her gün sana olan sevgi ve saygı da eksilmiyor, geometrik olarak
artıyor.
Sen bizi aklın ve
bilimin rehberliğinde “çağdaş uygarlığın
en üst seviyesine çıkma” hedefine yönelttin. Gözün arkanda kalmasın, bu savaşı
senin açtığın aydınlık yolda ilerleyen ve büyük mücadelenden güç ve ilham alan
evlatların, senin adına kazanacaktır. Çünkü biz ilhamımızı, Amasya Tamimi’ndeki
“Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”
talimatından alıyoruz. Bizlere emanet bıraktığın yüce eserin Türkiye
Cumhuriyeti’ni, senin ilke ve inkılâplarının aydınlığında ve gösterdiğin hedef
doğrultusunda sonsuza kadar yaşatmak en büyük ülkümüzdür. Nur içinde yat aziz
Atam.