Sultan Abdülaziz Han’ın Avrupa gezisinin ilk durağı olan Fransa ziyareti, yeni bir ufkun açılmasına neden olmuştur. Mahiyetinde bulunan dönemin devlet adamları Sadrazam Ali Paşa, Hariciye Nazırı Keçicizâde Fuat Paşa ve Maarif Nazırı Saffet Paşa, Batı’da gelişen ilimlerden yararlanabilmek ve batılılarla kolay irtibat kurabilmek için yeni bir kuşağın sür’atle yetiştirilmesinin gereğini, Padişah’a arz ederler.
Padişah Abdülaziz Han, maiyetinin bu önerisini çok yerinde bulur ve derhal bu kuşağı yetiştirecek bir mektebin kurulmasını, bazı koşullarla irade eder. Emir sür’atle gerçekleştirilir.
Padişahın şartları gereği, yeni mektepte Türkçe ve Fransızca aynı derecede öğretilecek, ders programları Fransız okullarına uygun olacak, verilecek diplomalar Avrupa üniversitelerinde kabul edilecek, hocalar Fransa’dan geleceklerdir ve okulun müdürü Fransız olacaktır.
Fransız hükümeti ve III. Napoleon kendi kültürlerini yayacak olan bu mektebe büyük ilgi gösterir ve her türlü yardım sözünü verir.
Her şey arzu edildiği gibi giderken, beklenmedik büyük tepkiler peş peşe gündeme gelir;
Rusya, İstanbul’da aynı koşullarda, Rusça eğitim verecek bir mektebin açılmasını talep eder ve bu hususta bir nota verir.
Papa IX. Pius katoliklerden, çocuklarını (müslüman çocuklarıyla birlikte eğitim almamaları için) bu okula göndermemelerini ister.
Rum Patriği, Yunanca eğitimi olmayan bu okulu, camiasına yasaklar.
Hahambaşı, musevilere bu okul konusunda yasak koyar. Musevilere çocuklarının kendi okullarında yetiştirilmelerini ister.
Şeyh-ül İslâm’da müslüman çocukların, diğer din mensuplarının çocuklarıyla bir arada olması caiz değildir diyerek, fetvâ verir.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, okul açılır. Tüm din ve kültürlerin çocukları aynı çatı altında eğitim görmeye başlarlar.
Okulun adı; Mekteb-i Sultanî olur. Yıl 1868’dir.
1899-1900 eğitim yılında mektebe ilk futbol topu, zamanın cimnastikçilerinden Maarif baş müfettişi Bedri Bey tarafından getirilir. Kimsenin futbol oyunu kurallarından haberi yoktur. Okulda bunu bilen hoca da yoktur.
Grand Cour (Büyük Alan)’da onlarca öğrenci, peşinde koştukları topu tekmeleyip, kan ter içinde kalır. Zira, futbol topunun işlevinin ne olduğu bilinmediğinden, topa ayakla en çok kim vurursa, en başarılı o sayılır.
Konakları Bostancı taraflarında olan Ali Sami Yen, Kadıköy’de Papazın Çayırı’nda (şimdiki Fenerbahçe stadyumu) yabancıların, nasıl top oynadıklarını izlemiştir.
Futbol oynayanların iki ekip halinde maç yaptıklarını ve takımların kendilerine özgü renklerde özel ayakkabı, çorap, şort, tişortten oluşan formalar giydiklerini görmüştür. Ayrıca oyun alanındaki özel çizgilerin ve fileli kalelerin futbol oyunu kurallarındaki yerini ve ne işe yaradıklarını anlamıştır.
Ali Sami Yen futbolun, ancak bir kulüp çatısı altında, kurallarının öğrenilerek ve belli bir disiplinle, oynanması gereğini anlar. Sınıf arkadaşları Emin Bülent, Asım Tevfik ile başbaşa verip kulübü kurmaya karar verirler. Kulüp kurulur, tarih 1 Ekim 1905’tir.
Aslan Galatasaray;
Nihat, Mekteb-i Sultani öğrencisidir ve tam bir atlet kompledir. Nihat, tek adım, üç adım ve yüksek atlar. Yüzme, kürek, tenis ve binicilik sporlarında da başarılıdır. Orta okulu bitirdikten sonra, Mekteb-i Sultani’den ayrılarak Deniz Harp Okulu’na devam eder. Aynı zamanda 1916 yılında, Galatasaray futbol takımında da oynamaya başlamıştır
Nihat Bey futbol oynadığı 18 yıl boyunca daima fedâkar, çoşkulu ve savaşçı bir santrhaf (stoper) olduğundan, Galatasaraylılar tarafından maçlarda “Aslan Nihat” tezahüratıyla teşvik edilmiş ve yüreklendirilmiştir.
Nihat Bekdik futbol tarihinde iz bırakan büyük kaptanlardandır. Futbolu 1936 yılında bırakmıştır. Ancak, lâkabı olan “Aslan”, Galatasaray futbol takımına kalmıştır ve günümüze kadar devam etmiştir.
Nihat Bekdik beyefendiyi Galatasaray camiası günümüzde de saygı ve rahmetle anmaya devam etmektedir.
Aslan Galatasaray sloganı, kulüp taraftarları başta olmak üzere yazılı ve görsel medya tarafından benimsenmiş, sembolleştirilmiştir. Bu durum günümüzde de devam etmektedir.
Cim Bom Bom;
Galatasaray futbolcusu Mahmut Sabit (Cinol), babasının arzusuyla, takımdan ayrılır (1920) ve İsviçre’ye eğitimini sürdürmeye gider.
İyi futbol oynadığından İsviçre Servette kulübüne yazılır. Bir süre sonra da, takımda oynamaya başlar.
Servette takımının santraforu Jim isimli bir İngiliz’dir. Maçlarda Servette taraftarları Jim’in hırslı, İstekli ve çoşkulu oynaması ve gol atmaya daha fazla çaba göstermesi için, “Jim Bom Bom!… Jim Bom Bom!…” diye tezahürat yaparlarmış.
Mahmut Sabit 1924’te Türkiye’ye dönüp tekrardan Galatasaray’da oynamaya başlar. İsviçre’de Jim’e yapılan bu tezahürattan bahsedince, Galatasaray lisesi öğrencileri kısa süre içinde, bu sloganı Galatasaray’a uyarlarlar.
Böylece “Re! Re! Re! Ra! Ra! Ra! Galatasaray Galatasaray Cim Bom Bom!” meydana gelir.
Günümüzde de Galatasaray taraftarları tüm branşlardaki sporcularını gayrete getirmek için bu tezahüratı devam ettirmektedirler. Herhalde İsviçreliler Jim’i çoktan unutmuşlardır.
Ancak Jim’in şanslı bir sporcu olduğu anlaşılmaktadır. Zira ismi, Galatasaray taraftarları sayesinde, hâlâ anılmaktadır. Ve sonsuza dek anılacaktır.