Askerin Zaferi

102

31 Ağustos tarihli gazetelere bir göz atın: “30 Ağustos Zafer Bayramı töreninde protokol, selamlayacak halk bulamadı.” Bu yıl, devlet, törenler için yoğun hazırlık yapmıştı; buna rağmen halkımız niçin törenlere yeterince ilgi göstermedi?

Güçlü devlet için güçlü ordu, deniyor. Düşünüyorum bazen. Saddam’ın ordusu güçlüydü, onu bile koruyamadı. Hitlerin ordusu güçlüydü, sonucunu herkes biliyor. Sovyet ordusu güçlüydü, kısa zamanda çöktü, ülke parçalandı. Amerikan ordusu güçlüydü, Vietnam’da bataklığa saplandı. Bizim ordumuz da dünyanın güçlü orduları arasında gösteriliyor; ama yirmi beş yıldır süren terör devam ediyor. Kimse bana kızmasın, amacım ordu düşmanlığı değil; ama millet güçlü olmazsa, ordu gücünü milletten almazsa güçlü ordu bir işe yaramıyor. Belki sadece kendi halkını eziyor.

Şimdi bir soru daha sormak isterim: Türk ordusunun bir zafer kazanmasını isteseniz, bu zaferin kime karşı olması sizi sevindirir? Herkes kendince cevaplar verecektir. Sizi yormadan ben cevap vereyim: Ben ordumuzun kendisine karşı zafer kazanmasını istiyorum. Onun kendisine karşı zafer kazanması, varlığının sebebi olan milletle barışması olacaktır.

Çocukluğumu hatırlıyorum, gençliğimi hatırlıyorum. O dönemlerde biz bayram törenlerine katılmak, törenleri izlemek için gayret gösterirdik. Son on, on beş yıldır böyle bir heyecan duymuyorum. Halkımızın da böyle bir heyecan içinde olmadığını gözlüyorum. Olmaması gereken durumun sebebini düşündüğümde karşıma şunlar çıkıyor. Sözünü ettiğim yıllar içinde ordu adına günün anlam ve önemiyle ilgili yapılan değerlendirmelerde veya verilen beyanatlarda halkımız manen yıpratıldı. Hayali bir irtica üzerine yazılan senaryolarda insanımız kötü adam rolüne mahkum edildi, aşağılandı. Oluşturulan hava ile insanlar kendi ülkelerinde bir yabancı psikolojisine büründürüldü, işlemedikleri suçun mahkumu haline getirildi. İnsanımız, yöneticileri ile iç içe yaşamaktan mutlu olur. Eskiden, komutanlarımız, bizim komşularımızdı. Nasıl olduysa askerler lojmanlara taşındı, halktan koparıldı. Halktan uzak bir kurmay, insanımızın hissiyatının tercümanı olamadığı gibi, yabancısı haline geldi. Yine çocukluğumdan hatırlıyorum. Birinci Ordu’nun hemen yanında bulunan Selimiye Camii’ne omuzu kalabalık subaylar namaz için gelirdi. Bunları daha sonraları görmez olduk. Ne oldu da bu insanlar mabetlerden uzaklaştı? Yoksa din mi değiştirdiler? Onlarla sohbet eder, şakalaşırdık. Sonra askerlerin ihtiyaçları olan, onlara özel mekanlar yapıldı. Bu mekanlarda konaklayan, yiyen için askerlerin ne düşündüğünü, ne yaptığını bilmez olduk. Belli günlerde karşımıza verdikleri demeçlerle çıktılar, bu demeçlerden incindik.

Hatıralarıma değer verdiğimi söyleyemem. Geçmiş, benim için sadece bir geçmiştir. Gelecek adına bana bir şey katacaksa geçmişte yaşadıklarım önemlidir. Herkes gibi, benim de geçmişe ait unutmak istemediğim dönemler var. Hatırlamak istemediğim bir dönem varsa, o da askerlik dönemim. İnsanların bazılarının askerlik arkadaşı vardır, benim yok. Bazı insanlar askerlik hatıralarını anlatır, ben hiç anlatmam. Keşke benim de güzel bir askerlik hatıram olsa, demek isterdim. Şimdilik sadece hayıflanıyorum.

Zafer Bayramı’nın kutlanma hikayesine bakıyorum. Zaferi kazanan millet, yani dedelerimiz. O dönemde düzenli bir ordu bile yoktu. Millete ait olan bir zaferin bayramında milletin dışlanması, bana çok ters geliyor.  Bayram dolayısıyla verilen resepsiyona bakıyorum; seçilmişler olarak katılan insanlar bir köşede itilmiş vaziyette dururken dokunulmazlık zırhına bürünmüş bürokratlar şen kahkahalı sohbetler, muhtemelen ideolojik mayalı dedikodular yapıyorlar. Kendimi itilmiş hissettiğim bir bayrama ben nasıl sahip çıkabilirim?

Herkesin seslendirmekten kaçındığı bir gerçek daha var. Generallerin, atanmışların hiç çocukları yok mudur? Bunlar askere gitmezler mi, gitseler bile şehit düşmezler mi? Şehitler, niçin köy, kasaba veya kenar mahalle camilerinden kaldırılır da Teşvikiye Camii’nden kaldırılmaz?

Ordumuzun, insanımızla barışması, onunla iç içe olması samimi arzumuzdur. Birileri kabul etmese de, ortada bir problem vardır. Bu problem, bir zaferle halledilmeli ve taçlandırılmalıdır. O zaman, güçlü ordunun teminatı kendiliğinden oluşacaktır: Güçlü millet.