Üç büyük düşmanımız var demiştik: Cehalet, fakr u zaruret ve ihtilâf / halkın fikren bölük pörçük olması.
Bunlara karşı cehaleti bilgi ile gidermekle, fakirlik ve yoksulluğu san’at ve sanayi ile yok etmekle, ihtilâfı / anlaşmazlığı; ittihatla, birlik ve beraberliği sağlamakla mükellef ve yükümlüyüz.
İlk ikisi hakkında gerekeni yazmıştık. Üçüncüye gelince:
İhtilâfı / vatan, millet, bayrak, devlet, vahdet / birlik, beraberlik hususlarındaki; zaaf, eksiklik ve noksanlığı gidermenin bir yolu da, halkın her kesimini kucaklamaktan geçer.
Hiçbir sosyal tabaka mensuplarını dışarıda bırakmayan bir kucaklayışla kucaklamaktan geçer.
Bunlar ister boyacı takımından, ister hamal veya çöp yığınlarından çöp toplayanlardan olsun; hiç farketmez. Hepsini hesaba katıp, onları muhatap almaktan geçer.
Toplumun her tabakasını muhatap alırken; onları bir yere toplayarak, bir mevkiye çağırarak onlara hitap etmek değil; resmî-gayri resmî hatipler ve konuşmacılar; zikrini ettiğimiz bu vatandaşlarımızın bizzat ayaklarına gitmeli.
Onları, muhitlerinde ziyaret etmeli.
Onlara değer verdiğimizi, hatırlatmalı.
Toplum içinde garip, yalnız ve sahipsiz olmadıklarını hissettirmeli.
Resmiyet ve siyaset erbabının; kendilerine ihtiyaçları olduğu, samimiyet ve içtenlikle söylenmeli.
Onların da vatan, millet konusunda söyleyecekleri sözler olduğunu bilmeleri gerektiği ortaya konmalı.
Bu geniş kitlenin, temiz millî hissiyatını galeyana getirmeli. Halkın hiçbir zümresini, asla gözardı etmemeli.
Cumhuriyet ve Demokrasi nimetinin kıymet ve değerini, elzem ve zaruretini zihinlere iyice yerleştirmeli.
Mevcut makbuliyeti daha da ciddî bir şekilde ele alarak; Cumhuriyet ve Demokrasi’nin olmazsa olmazlığı akıl ve fikirlerde pekişmeli.
Aksi takdirde -Allah göstermesin- Cumhuriyet ve Demokrasi’nin yerine geçmesi istenen rejim; istibdat, zulüm ve tahakküm olacaktır. Bu ise:
Baskıyla hüküm sürecek olan, karanlık bir dehlize girmektir.
Milletin elini kolunu bağlamak, ağzına kilit vurmak, kulağına kurşun akıtmaktır.
Öyle ise, Cumhuriyet ve Demokrasi’nin kıymetini ona sahipken, elimizde iken bilelim.
Elden kaçırmamaya çalışalım. Çünkü son pişmanlık fayda vermeyeceğinin şuur ve bilincinde olalım. Yoksa Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi, pişman olduğumuza da pişman olacak bir duruma düşeriz. Çünkü ne pişmanlığın, ne de pişmanlığa da pişman olmanın bir faydası yoktur.
Hâlbuki Cumhuriyet ve Demokrasi adalettir. Üstelik İslâm’ın, Kur’an’ın istediği şeylerdir. “Tebeddülü esma ile hakaik tebeddül etmez.” / “İsim değişikliği ile gerçekler değişmez.” Bir şeyin farklı isimlerle ifade edilmesi, onun mahiyet ve içyüzünü farklı kılmaz.
Zira Kur’an’ın muhteviyat ve içeriğinde meşveret, şura, istişare, müşavere, seçme ve seçilme vb. gibi mefhum ve kavramlar vardır.
Dört Büyük Halife’yle uygulanan ve onların da iş başındayken tatbik mevkiine koyup uyguladıkları; aslında Yüce Kur’an’ın istediklerinin en iyi şekilde tatbik edilmesinden başka bir şey değildi.
Nitekim bu gerçeklerin farkına varan meşhur ve ünlü feylesof Mister Carlyle, Amerika’dan yüksek bir seda ile bütün Avrupa’ya İslâmiyet’in kudsiyet ve kutsallığını işittirmiştir.
Kimi yabancıların bile hakikatini anladığı İslâmiyet ve kutsal kitabı Kur’an; bizler için de; mahbub / sevgili olmalı. Ulvî sayılmalı. Binaenaleyh, fiil ve ahlâkımızı ona göre tespit edip saptayacak bir ahvâl ve duruma bürünmemiz olmazsa olmazımız olmalı.
Çünkü maddeten terakkî ve yükselişimiz ancak bu atmosferde mümkün ve olasıdır.