Devlet veya özel TV kanalı fark etmiyor. Tam da beğendiğiniz bir programı izlerken program kesilip canlı yayınla Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın günde iki üç öğün çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalara bağlanıyor. Aynı uygulama günde bir öğün de Başbakan için yapılıyor.
Haber programları da zaten Erdoğan ile başlayıp, Başbakan ve Bakanlar ile devam ediyor. Birkaç magazin haberle de kapatılıyor.
Eskiden siyasiler “yüzlerinin eskimesinden” korkar, bu kadar sık TV’lere çıkıp, bu kadar çok demeç vermezlerdi.
Siyasette propaganda önemlidir, fakat bu dozda yapılması doğru mudur ve acaba yapanlar lehine bir sonuç doğurur mu?
Öncelikle doğru olup olmadığı üzerinde duralım.
Ecdadımızdan örnek verirsek belki daha kolay anlaşılır.
Büyüklük ve Alçakgönüllülük
Eskiden yazarlar yazdıkları eserin kapağında ve cildinin sırt kısmında, kitabın adını büyük ölçekte harflerle yazdırırken, eserin müellifi (yazarı) olarak kendi adını kitabın kapağının bir köşesine, küçücük harflerle yazdırırlarmış. Önsözde ise kendinden, tevazu ifadesi olan, “naçizane, fakir, hakir-i pür taksir” gibi ön sıfatlarla bahsedermiş. Bu o dönemin bütün sanatçılarında ve bilim adamlarında ortak bir davranış şekli imiş.
Aynı anlayışı mimaride de görmek mümkündür. Süleymaniye Külliyesi Camisi, hastanesi, aşevi, kütüphanesi ile bu muhteşem yapılar dizisinin içinde, büyük usta Mimar Sinan kendisine mezar yeri olarak külliyenin hemen dışında küçücük mütevazı bir alanı seçmiştir. Tıpkı dönemin yazarlarının devasa ilim ve sanat eseri olan kitaplarının kapağına attıkları küçücük imza gibi. Oysaki Mimar Sinan Padişahtan isteseydi Cami avlusunda Padişahın türbesine yakın bir yere türbe yaptırabilirdi.
Bu tür gönül adamlarının günümüzde benzerlerini bulmak çok zor. Hele siyasetçilerden böyle davranışları beklemek, günümüz şartlarında mümkün değil, ayrıca gerçekçi de değil. Çünkü sistem reklâm ve propaganda araçlarını iyi kullanmayanlara seçilme ve hizmet imkânı vermiyor.
Ancak eski kültürümüzün ruhumuzda bıraktığı asil duyguların kalıntısı bile, reklâm ve propaganda da dozu aşanları hoş karşılamamıza izin vermiyor.
Propaganda ve Adalet İlkesi
Propaganda da adalet, eşitlik, kul hakkı, devlet malının istismarına yol açmamak gibi temel ilkelerin korunması gereklidir.
Şahıs ve parti reklâmı devlet imkânlarıyla yapılırsa ahlaki olmaz. Siyasilerin kendi imkânlarıyla fakat aşırı bir harcamayla yaptığı reklâmlar da, bu masrafların milletin sırtından çıkarılacağı kanaatinin uyanmasına sebep olur.
Milletin emanetini “sayılı günler süresince” tevdi ettiği siyasilerin ve bütün kamu görevlilerinin emanetin sahibine ait kul hakları toplamını kendi menfaati için kullanması İslami değildir. Demokratik hukuk devleti ilkelerine de uygun olamaz.
Bu makamlarda olanlar muhatap oldukları çetin imtihanda başarılı olabilmek için doğru olanı yapmalı, “adalet” ve “kul hakkı” gibi kavramları hiç unutmamalı.
*********************************
Aşırı Propaganda ve Başarı
Siyasette aşırı propaganda gücü kullanılması acaba istenen başarıyı sağlar mı?
Toplumun var olduğu varsayılan ahlaki değerleri ve bir vicdanı varsa aşırı propaganda ters tepebilir. İnsanlar çok adaletsiz ve aşırı bir güç kullanımından rahatsızlık duyar. Mazlum olduğuna inanılan tarafa destek verir.
Fakat Makyavelist bir anlayışın hakim olduğu toplumlarda farklı değerlendirmeler olur. Liderin her yaptığı eylem ve hareket tarzının meşru olduğuna, amacın aracı meşrulaştırdığına inanılır, her türlü hukuk ve ahlak ilkesi hiçe sayılır.
Makyavelli’nin ta 16. Asırda formüle ettiği gibi “devletin herhangi bir amaç veya idealin aracı olmadığına, devletin amacının sadece egemenliği ele geçirmek olduğuna” inanan insanların değer yargıları farklıdır.
Bu insanlar için “din, ahlak vd. değerli buldukları her şey bu amaca hizmet ediyorsa değerlidir. Yönetici devletin egemenliği tesis edebilmek için her yola başvurabilir.”
Toplum böyle bir zihniyet değişimi geçirmiş ve dini, ahlaki değerlerini liderinin egemenlik gücünü kullanabilmesi için göz ardı edebilir hale gelmişse, Hitler’in Propaganda Bakanı Goebells’in formüle ettiği ilkeler devreye girer.
Malum Goebells ve Hitler ikilisi uygulamada öncelikle bütün propaganda araçlarını devletin kontrolüne geçirdi. Medya patronları da korkutularak diz çöktürüldü. Tek taraflı, adaletsiz bir propaganda gücü kullanılarak kitlelerin beyni yıkandı.
Goebells’in formüle ettiği propaganda ilkelerinin bir kısmını hatırlayalım:
“Yalan söylemekten çekinmeyin. / Bir yalanı sürekli tekrar edin. Böyle olunca halk o söylemin kendi fikri olduğuna inanır./ Söylediğiniz yalanlar ne kadar büyükse o kadar etkili olur.
Karşı taraf haklı bile olsa hatalı olduğunuzu, yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin./ Hiçbir zaman savunma durumuna geçmeyin, hep saldırın, karşı tarafı savunmada bırakın. / Size karşı suçlamaları görmeyin, duymayın. O yalancılar hakkında gereken bağımsız Alman yargısı tarafından yapılacak ve cezalandırılacaklardır.
Asıl hedefiniz okumamış ve cahil kitlelerdir. Onları kandırmak daha kolaydır. / Hedefinizde dindar kitleler varsa dini motifleri kullanmanızda fayda vardır.
Hâkim ve savcılardan olumsuz karar verenler haklarında derhal işlem yapılacaktır.
Gazeteciler ve patronlarını satın almak ve kullanmak için her şey yapılmalıdır.”
Hitler ve Goebells ikilisi Alman halkını aldatmayı başardı. Daha sonra her ikisi de belalarını buldular fakat Almanların ve dünyanın başına büyük felaketler yaşattıktan sonra.
Elbette Hitler Almanya’sı ile bugünkü Türkiye asla aynı değildir. Amacım “aşırı propaganda” ile başarılı olanların haklı ve doğru olamayacağı, bu “başarının” kalıcı olamayacağına dair kanaatimi paylaşmak.
Adil olmayan bir propaganda gücünün zararlarından korunmak için toplumun adalet, ahlak, eşitlik, kul hakkı gibi kavramlara sağlam bir inancının olması ve bu değerleri sahiplenmesi gerekir. Zira “siz ne halde iseniz başınıza o şekilde idareciler gelir.”
Kur’an “İnsanlar arasında hükmettiğin zaman adaletle hükmet” ilahi emrini bildiriyor.
Bunun yerine Makyavelistlerin anlayışını ve Goebells’in propaganda ilkelerini benimseyen “Müslümanlar” varsa bunlara kimliklerini gözden geçirmelerini tavsiye ediyoruz.