Asıl İhtiyaç Sevgi…

105

İnsanı insan yapan en temel özelliklerinden biri duygularıdır. İnsan duygularıyla varlığına anlam katar, duyguları insanı duyarlı yapar.

Bu duyguların belki de en önemlisi “sevgi”dir. Sevgi bir anlamda hayatın anlamıdır.

İşte günümüzün asıl sorunu da bu noktada başlıyor: İnsanlar “sevmeyi” neredeyse unuttu!

Eğer öyle olmasa, insanlar en çok sevdiklerine ya da sevmesi gerekenlere acı çektirebilir mi? Onları öldürmeye, kesmeye, doğramaya teşebbüs edebilir mi? Başkalarının acılarından beslenebilir mi? İnsanları kazanmak yerine dışlamanın derdine düşebilir mi? Kendine zarar verebilir mi?

Aslında sadece ülkemizin değil dünyanın problemi bu. Fakat özellikle ülkemiz için durumu anlamak ve hazmetmek çok daha zor geliyor.

Zira biz “sevmeyi” derinden yorumlamış ve sevmeye dair düstur meydana getirmiş bir milletiz: Yaratandan ötürü yaratılanı sevmek.

Bu düstur dinimizin kültürümüzce yorumlanan önemli bir prensibi olarak ortaya çıkmış ve hayatın nasıl yorumlanacağına dair asırlar boyu bize rehber olmuştur.

Bu düsturdur ki bize bırakın insanı, mesela kuşları bile düşündüren ve mimaride kuşlara ev yapmayı dahi ihmal etmeyen bir medeniyete imza attırmıştır!

Gelin görün ki artık insanın bile değerinin kalmadığı bir toplum haline dönüşüyoruz!

Halbuki “aydınlanma” ile insan hayatın merkezine oturmamış mıydı?!

Hayatın merkezine oturan ve her şeyden önce kendini sevmesi ve değerli bulması gereken insanın en azından insana daha duyarlı olması beklenmez mi?!

Yoksa asıl mesele bu mu? Yani kendini sevmek mi?

Mesele kendini sevmekten ziyade kendini nasıl seveceğini bilememek olsa gerek.

Zira hayatın merkezinde kendini gören, daima kendi önceliklerini dikkate alan ve bunu da “akılcı” davranmak olarak niteleyip olumlu bir anlam yükleyen insandan kendinden önce başkalarına duyarlı olması beklenebilir mi?

Veya kendine rağmen başkası için fedakarlık yapması?

Veya kendi için yapılan fedakarlığı zorunluluk olarak kabul etmeyip hakkıyla takdir etmesi?

İşte bizim kültürümüzün önemli bir parçası olan düstur burada yerini daha da anlamlı bir biçimde buluyor. Çünkü insan sadece kendini merkeze aldığı zaman “bencillik”ten kaçınması çok zor. Neden kaçsın ki? Önemli olan zaten kendi değil mi?!

Halbuki, dinimizin de vurguladığı üzere, varlığını borçlu olduğun ve bu varlığa sevgiyle hayat veren bir Yaratıcı’ya duyulan sevginin O’nun eseri olan tüm kainata yansıması sevgiyi çok derinden yaşamak anlamına gelir. Öyle ki, artık insan kendinde ne kendine ne başkasına zarar verme, istediği gibi davranma ve duyarsız kalma hakkını bulamaz. Çünkü kendi bedeni bile tamamıyla ona ait değildir.

Bu sevgi sorumluluğu beraberinde getirir. Bu sevgi emeği de gerektirir. Çünkü bu sevginin kaynağı yarattıklarına ihtiyacı olanı vermektedir. O’nu sevenin de bunun aksini yapması, O’nun eseri olana hor davranması mümkün değildir.

Bu sevgi yapıcıdır. Etrafında olanı yakıp yıkmaz. Sevmeyi eziyet çektirmek olarak göstermez. Çünkü O’nun sevgisi nasıl bizi varlığa getirmişse O’nu seven de üretken olur. O’nun rızası için yapılan eserlerin altındaki en temel teşvik de budur.

İşte kültürümüzde bu derece önemli ve derin bir yeri olan sevgiyi tekrar kendi köklerimizden ve samimi olarak yaşamaya başlamak için onu doğru anlamak şarttır. Buna hem bizim hem de dünyanın çok ihtiyacı var. Zira dünyayı cennet yapabilecek bir duygu olan sevgi de “doğru” biçimde yönlendirilemezse insanoğlunun bugün kimi zaman sevgi adına yaptığı dehşet tablolarını izlemek kaçınılmaz olacaktır.    

Sevgiyle kalın…