Anlasana!

64

Geçmiş yıllarda Türkiye’nin zor günleri oldu. Yetersiz ve beceriksiz hükümetler, doğal afetler (bunların en büyüğü 1999 depremi) ve yurdumuzun coğrafi konumundan kaynaklanan iç ve dış meseleler.

Tabi o günlerde bir kısım yazar-çizer takımı, olayların hassasiyetini kavrayamadan sürekli tenkit, sürekli muhalefet oluşturmakla 2002 yılında özledikleri yönetilebilir hükümet modeline yani tek partili hükümet yönetimine kavuşmuş oldular.

Gelenlerin niyetleri belliydi; muhalefetin ve birçok yazar-çizerin ikazlarına rağmen gene de bildiklerinden şaşmadılar. İçlerinden çıkıp geldikleri partinin lideri dahi (Prof. Necmettin Erbakan) bunlara güvenilmeyeceğini, ihanet içinde olduklarını, gayelerinin ABD. Ye ve Batıya uşaklık yapmak olduğunu sürekli söylemesine rağmen, yollarına devam ettiler.

Bir taraftan Avrupa Birliği hayal tireni ile milleti avuturken, diğer taraftan süratle kendi medyasını oluşturma çabası içindeydiler. Hoşlarına gitmeyen medya patronunun ümüğüne yapışıp mallarına TMSF yoluyla önce el koyuyor, sonra da yandaş medya gurubunu oluşturuyordular. Yüzlerce gazeteci işlerinden olmasına rağmen, hiç umurlarında olmadı yandaş yazarların. Hâlbuki daha dün birlikte yazdıkları gazetenin aynı sayfasını paylaşıyorlardı.

Derken bir açılım masalı tutturdular. Güya artık analar ağlamayacaktı. Muhalefetin sürekli ikazlarına rağmen gene bildiklerinden şaşmadılar. Yandaş medya, sürekli hayal pompalıyor, sürekli algı yöntemi oluşturuyordu. Duyarlı askerler Ergenekon, Balyoz, gibi saçma sapan suçlamalarla içeriye alınıp, Türk ordusuna büyük çaplı operasyon yapılıyordu.

Derken 17/25 Aralık 2013 e gelindi. Tarihin en büyük yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet olayı ortaya çıkarıldı. Yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvetle suçlananlar; hükümet üyelerinin bizatihi kendileri ve en yakın çevreleriydiler.

17/25 tarihinden sonra ki gelişmeler,  bir kısım liberal, yandaş’ın kafasına dank etmiş olacak ki, “yahu neler oluyor” gibisinden yaşanan olayları sorgulamaya başladılar. Bir kısmını da zaten hükümet,  paralel yapı diyerek çemberin dışına itmişti.

Şimdi bu güne baktığımızda gelinen nokta ortada: Bizler dün 2002 den itibaren ne söylemişsek, bu günde aynı sözleri söylüyoruz. Hükümet Paralel yapı diyerek hedef şaşırtırken, asıl paralel yapı güney doğuda yaşanıyor. Resmi dairelerdeki Türk bayrakları paspas olup çiğneniyor, Yol kontrolleri, okul açmalar, okul yakmalar vergi toplamalar gibi.

Suriye den gelen Arapların sayısı 2,5 milyona dayandı, şimdi de gene Suriye den Işid saldırılarından kaçıp Türkiye ye sığınan Kürtler var. İki buçuk milyon da onlardan gelirse, Türkiye’nin normal şartlarda bunu kaldırma gücü var mı? Dünyanın başka bir yerinde böyle bir olay var mı?

Bütün bu olanlar karşısında Türk milletinin gözünü açma zorunluluğu var. Güney doğu, elimizden sabun köpüğü gibi kayıp gitme durumunda. Suriye den Arap ve Kürtlerden gelecek beş-altı milyon nüfusu kaldırabilecek güçte değiliz, hiçbir millette kaldırabilecek güçte değil. O halde kurulan kumpasa dikkat etmek zorundayız. Irak Kerkük ve Musul da gerek PKK tarafından gerek se kanlı terör örgütü Işid tarafından katliama uğrayan Türkler, “vizeniz yok” diyerek Türkiye ye alınmıyorlar, sınırdan geri çevriliyorlar. Sanki Kürtlerin ve Arapların vizeleri varmış gibi.

Daha öncede yazdım yine yazıyorum:

Türkiye’de Türkler; azınlığa düşürülüp referanduma gidilecek ve Türkiye’nin adı ve idari yapısı değişecek. Bütün bu olup bitenler bizleri uyandırmayacaksa daha neler yaşamalıyız ki, o zaman uyanalım?

Hükümet kurulduğundan bu yana en büyük destekleyiciliğini yapan, sürekli yönetilebilen demokrasi den bahseden Taha Akyol bile:

“bu günü anlamak için bin dokuzyüzlü yılların (Balkanlarını)  iyi okumak lâzım” diyor.

Yani;

yanisi şu. Şimdikilerin dediği gibi o zamanlarda Mitat Paşa “güzel şeyler olacak” diye diye Balkanları ne hale getirdiyse;

uyanın Güney doğuda o duruma gelebilir” demek istiyor.

ANLASANA!