“Anayasa Değişmeli!”

197

En sık değiştirdiğimiz kanun, yanılmıyorsam, İhale Kanunu. Niçin sık değiştirdik? Çünkü vesayet kanunuydu, özgürlükçü değildi. Onu özgürlükçü ve sivil hâle getirmek için çok uğraştık. Niçin esaret ve vesayet kanunuydu? Çünkü topladığımız vergileri dilediğimiz yandaşlara vermemize engeldi. Yandaşlarımızı zengin edemeyeceksek, bizim iktidarda olmamızın bir anlamı var mıdır? Hele bunca arkadaşımızın seçilmek için harcadığı paralar ne olacak? O paraları bir şekilde geri almaları hakları değil mi?

İhale kanunu niçin vesayet kanunuydu? Çünkü IMF, bize borç verirken, verdiği paraları bizim adamlara vermemizi istemiyordu. Bu da besbelli vesayettir. Bizim paramızı kime vereceğimize ancak biz karar veririz. Bunun önündeki dâhilî ve haricî bütün engeller kaldırılmalıdır. Dâhili engel, meclis denetimi, Sayıştay ve benzeri unsurlardır. Bunlar darbe anayasalarının karanlık izlerini taşıyordu. Büyük çapta yok ettik.

Anayasa demişken, en sık değiştirdiğimiz ikinci yasa da anayasa işte. Niçin derseniz; o da dilediğimizi dilediğimiz gibi yapmamıza engel oluyor. Yok anayasa mahkemesiymiş, yok şu tay’mış, bu tay’mış. İktidarımızın icraatına müdahale eden, aklımıza geleni hızla icra etmemize engel olan her ne varsa vesayettir. Elimizi tutan, yaptıklarımız hakkında ukalalık eden hiçbir kurum istemiyoruz. Biz millî irade değil miyiz? O halde sana ona ne oluyor?

Verin bu kardeşinize yetkiyi. Anayasa neymiş, hukuk neymiş göstersin size. Tıpkı ekonomide gösterdiği gibi.

1921 Anayasası diye bir anayasa yok

Bu tarzda devam etmeye aklım ve gönlüm razı gelmedi.

1921 anayasası gibi bir anayasa yapacaklarmış. Yanılmıyorsam 1921 Teşkilatı Esasiye kanununa ilk ilanı aşklar, galiba kadim Ak Parti ulularıyla Abdullah Öcalan’dan gelmişti. Daha sonra müteveffa Altılı Masa da koroya katıldı. Şimdi, iktidardan ve daha yüksek sesle geliyor.

1921 aşkında kötü niyet yoksa cehalet vardır. Muhtemelen hem kötü niyet hem cehalet vardır. Taha Akyol’un Atatürk’ün Anayasası 1924 kitabı tam zamanında çıktı. (Doğan Kitap, 2024) Daha ilk sayfalarda görüyorsunuz ki “1921 Anayasası” diye bir şey yok. Çünkü o tarihte devletin hâlen yürürlükte bulunan bir anayasası vardır. Adı da Kanunu Esasi’dir. Esas kanun, yani anayasa.

1921 teşkilat kanununda devletin şekli yok. Devletin başı yok. Devletin hukuki esasları yok. Seçme ve seçilme şartları yok. Laiklik yok. Devleti devlet yapan kurumların hiçbiri yok. Cumhuriyet yok. Saltanatın kaldırılması yok. Hilafet berdevam. Ve bazılarına en cazip gelen tarafı olmalı, resmî lisan Türkçe yok. Bunlar neden yok? Çünkü bir anayasanın olmazsa olmazı bütün unsurlar cari anayasada, yani Kanunu Esasi’de var.

Başörtüsü, aile ve kırmızı ışıkta geçme

Bunlar iddia mı, spekülasyon mu? Taha Akyol, meclis zabıtlarından, mebusların ve bilhassa Atatürk’ün konuyla ilgili konuşmalarından alıntılarla gösteriyor ki bütün meclis bu anlayıştadır. Kanunu Esasi yürürlüktedir ve Teşkilatı Esasiye onun yerine değil, ona yama niyetiyle hazırlanmıştır. Meclis’te 1921 Anayasası görüşülürken bunun Kanunu Esasi’ye ek olduğu kuvvetle belirtilmektedir.

Şimdi muhtemelen bizi bekleyen kurnazlık, alıştığımız bir taktiktir. Başörtüsü anayasaya eklenecektir. Aile kurumunun dokunulmazlığı, kutsiyeti anayasaya eklenecektir. Bunların arasına bir yere, asıl maksat şöyle yanlamasına sıkıştırılacaktır: Yürütme layüsel olsun. Kimse kontrol edemesin, ağzını açamasın. Cumhurbaşkanı dilediği kadar aday olabilsin. Belki Türk vatandaşlarına Türk vatandaşı denmesin. Bu torba kanun denilen “Elinizi kaldırın. Elinizi indirin. Kabul edilmiştir.” yaklaşımlı Mecis müzakeresiz kanun kaçırma mekanizmasının temelidir. Daha önceki anayasa değişikliklerinde de kullanılan bir “siyaset”tir. Hatırlayacaksınız, anayasayı değiştirince 1980’in darbecileri mahkûm edilecekti. Darbecilere bir şey olmadı ama ne görelim, bu yolda ilerlerken Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçivermişiz.

Üstü şekerli hapı yutar mısınız?

Acı ilaçları, zehirleri şekerle kaplarlar ya. Aynı “siyaset”!

Başörtüsü serbesttir. Kanun yetmiyor mu? Onu da anayasa maddesi mi yapacağız. Aileyi de koruyacakmışız. Aileyi kanunlar yeterince korumuyormuş. Bari elimiz değmişken kırmızı ışıkta durulacağını da anayasaya koyalım. Epey bir geçen var. Anayasaya konunca daha kuvvetli olur, ihlal etmezler. Tabii maddeye, devlet büyükleri hâriç demek gerekir. Yoksa Sayın Ahmet Necdet Sezer’in kendiliğinden yaptığına mecbur olurlar. Gerçi olmazlar. Çünkü anayasa falan onları pek etkilemiyor. Hem siyasi demeçlerinde de vardı: “Kırmızıda durmayacağız!” Hey be!

Sonra anayasa değişikliğine itiraz edenlerin üstüne, “Ne yani? Sen başörtüsünün yasaklanmasını mı istiyorsun? Aile dağılsın mı istiyorsun?” diye yürürüz. “Kırmızıda geçsinler de kaza mı yapsınlar?”

Sonra bir bakarsınız ki ne hukuk kalmış ne anayasa. 1921’e dönmüşüz. Onun da temelindeki 1876’ya. Kanunu Esasi’de vesayet yok galiba. Bakınız 5. madde ne diyor: Zat-ı Hazret-i Padişahi’nin nefs-i hümayunu mukaddes ve gayr-ı mesuldür.