“Milli davamız bizim hayatımızdır. Hayatına suikast edilen en zayıf mahlukatın bile bu kasıta karşı isyan ve nefretle son nefese kadar kendini müdafaaya çalışmasından daha tabii bir şey yoktur. Kaldı ki bizim milletimizin azminde imanında, mücadele kabiliyet ve kudretinde zerre kadar zaaf yoktur.” Gazi Mustafa Kemal (Atatürk’ün söylev ve demeçleri İstanbul 1945 shf:229)
Batı Avrupa’nın ve askeri alanda onu taklit eden Rusya’nın Doğu ülkelerini ve Osmanlı İmparatorluğunu zorlaması sanayi devrimi sonucu silah ve teknik üstünlüğünü ele geçirmesi sayesinde olmuştur.
“Batının bütün dikkat ve enerjisini teknoloji üzerine yoğunlaştırması, Onun zenginlik ve kuvvetinin mütemadiyen artmasını temin etmiştir.”
“Teknoloji nötr bir kuvvettir, savaş dahil her çeşit gaye ile uyuşur.” (Tarihçi açısından Din.A.Toynbee Dr.İ.Canan shf: 267,294)
Teknik üstünlük ve imkanlar bir kere elde edilince bencil ihtiras ve asırlık kinler şaha kalkmıştı. Avrupa’nın hakim güçleri dünyayı paylaşmaya, menfaatlerine göre haritaları yeni düzene göre çizmeye koyuldular.
Osmanlı Türkleri, küffarı hakir gören gururlu ve hakim bir milletti. Yenilgiler ruhlarda büyük isyanlara sebep oldu. Halk, İslam’ın temiz ruhundan uzaklaşıldığı için felaketler geldiğine inanıyor; devlet adamları acilen askeri alanda Avrupa’yı taklit etmekte çare arıyorlardı. Avrupa ise Türkleri imha veya Asya bozkırlarına gerisin geriye sürme niyetini artık gizlemiyordu. Osmanlı devletini yıkmak için her çeşit fitne, yıkıcı ve bölücü fikirler, etnik milliyetçilik teşvik ediliyordu. Türklerde Türk ırkçılığı, Araplarda Türk düşmanlığı, Müslüman unsurları da birbirine düşürme hedefi ile gündeme getiriliyordu. Osmanlı aydınları zihin karışıklığı ve bunalım içine düşerken devlet, dini terakkiye (ilerlemeye) engel sayan İttihat ve Terakki komitecilerinin eline geçti. Onlar da düşüncesizce savaşa girerek devleti batırdılar. Mehmetçiğin kemikleri buzlu dağlarda, yakıcı sahralar ve çöllerde yığıldı kaldı. Komitecilerin hatalarını millet canı ve kanı ile ödemek zorunda kalmıştı. Her şeyin dibe vurduğu bir anda Anadolu halkı ruhundaki asaletle ve son bir gayretle silkindi; Dini, Vatanı, namusu ve şerefi için ölüme hazırlandı. Ölümden öte yol yoktu. Ya istiklal ya ölüm diyerek vatanın her köşesinde teşkilatlanmaya başladı.
Anadolu halkı İmparatorluğun bakiyesi ve yadigarı olan bir toplumsal dokuya ve mirasa sahipti. İslam kültür ve gelenekleri, ortak iman ve ahlak, ortak vatan, aynı düşmanlara karşı mücadele, tarihi süreci içinde bu çilekeş insanları karşılıklı vefa ve saygı duyguları içinde kardeşleştirmişti. Ortak sevinçler, ortak acılar, birlikte yaşama iradesi ve milli bir bilinç doğurmuştu. Ayni ruh köküne bağlı bu kardeşler vatan toprağını ölümüne savundular. Hindistan, Afganistan ve Türkistan’ın gönlü büyük Müslümanları ellerindeki son imkanlarını, kadınlar ziynet eşyalarını toplayarak Anadolu’ya gönderdiler. Asırlardır İslam’ın bayraktarlığını yapan bu asil milletin ve bu kalenin yıkılmaması için kalplerinin bütün samimiyeti ile Allah’a dua ettiler.
Anadolu’nun bütün renkleri, halka önderlik yapabilecek asker ve memurlar, din adamları, yüz yıllardan beri süzülüp gelen insani tecrübeleri taşıyan tarikat önderleri, aşiret reisleri aralarındaki her türlü meşrep ve mezhep farklarını bir tarafa bırakarak, sadakat ve vatanseverlik duyguları içinde bir araya geldiler.
“T.B.M.Meclisi Son Osmanlı Mebusan Meclisinden gelen 100’e yakın üye ile, yeniden seçilen 200’den fazla üyeden kurulmuştu. Bu inançlı ve kararlı insanlar en karanlık günlerde birkaç kelime ile sarsılmak üzere olan milli imanı canlandırmışlar, orduları zafere koşturmuşlardır. Mütevazi milletvekilleri bu dar yarı karanlık binada ve salonda tarihin en ağır bir felaketini önleyerek, zulüm baskı ve istibdada, esirlik ve aşağılık duygusuna parlak bir şekilde karşı koymuşlardır.” (Aynı eser s. 39 )
Mustafa Kemal Anadolu halkını İslam ortak paydasında birleşmiş “Anasır-ı İslamiye “(İslam unsurları) olarak görüyordu. Sivas M. Vekili Kafkaslı, Marşan Emir Paşa’nın, “Anadolu halkının, her çeşit etnik aidiyetin ötesinde İslam’a ve Vatana sadakat üzere birleşmiş bir Millet olduğu uyarısı üzerine konu ile ilgili tekrar vurgulama yapma ihtiyacı duymuştur:
“Efendiler! Meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricası ile bir iki noktayı arz etmek isterim. Burada maksut olan yüce meclisinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiye’dir. Samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu yüce heyetin temsil ettiği, hukukunu hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiğimiz emeller yalnız bir İslam unsuruna münhasır değildir, anasır-ı İslamiye’den mürekkep bir kitleye aittir.”
“..Bu mecmuayı teşkil eden her bir İslam unsuru bizim kardeşimiz ve menfaatları tamamı ile müşterek olan vatandaşımızdır. Bu muhtelif İslam unsurlarının vatandaş olarak, birbirlerine karşı hürmet ve birbirlerinin her türlü hukukuna, ırki, ictimai, coğrafi hukukuna riayetkar olduklarını tekrar ve teyid ettik” (Atatürk’ün söylev ve demeçleri İst.1945 s. 7o-71)
Nutuk’ta Batının Müslümanlar arasına sokmaya çalıştığı etnik milliyetçiliğin tehlikesine tekrar tekrar dikkat çekilmiştir:
“Milli vahdeti (birliği) ihlal için anasır-ı İslamiye arasına fitne sokmaya ve birbirleri ile kıtale (savaşa) sevk etmeye çalışıyorlar.” (Nutuk cilt 3 s. 1oo2 İst 1959)
Türkiye bugün yine ateş çemberindedir. Düşmanlarımız yine bir takım karanlık hesaplar peşindedir. Durup tekrar düşünmek ve milletçe tedbirler almak zorundayız. Terör ve bölücülük, toplumun bazı kesimlerinde manevi değerlerin önemsenmemesi, aşırı zenginliğin şımarıklığı, aşırı fakirliğin ümitsizliği neticesinde her çeşit suçun katlanarak artması, alkol, uyuşturucu bağımlılığı, içten çürüme ve yozlaşmanın yayıldığını göstermektedir. Milli bağlılığımız ve imanımız tekrar deneniyor. Avrupa çifte standartlarla Avrupa birliği adı altında bazı taleplerde bulunuyor. Bize yakışan Avrupa ile onurlu bir komşuluk ve adaletli bir ortaklıktır. Politik hesaplarla istenmeyen kapılarda kendisini oyalayanları bu gururlu millet asla affetmeyecektir.
Batı önce kendi sömürgeci, soykırımcı korkunç geçmişi ile hesaplaşmalıdır. Devletimizin kurucusu milletini şu sözlerle uyarıyor:
“Milletimizin büyük bir kabahati Avrupa’nın namusuna fart-ı itimat etmesidir (fazla güvenmesidir). İşte bu kabahatten naşi kendi kıymetini, mahiyetini, fezailini (erdemlerini) unutma derecesine düşmüştür.” (Nutuk cilt 3 s:1187)
Değerli fikir adamı Sezai Karakoç’un teşhisi üzere:
“Kurtuluş, milletimizin kendine dönmesindedir; kendi kimlik ve medeniyetinde, kendi ruh kökündedir .”
Devletimizin kuruluş felsefesinde ortak paydamız olan ve milletimizi bir arada tutan İslam dini ve ahlaki değerler ihmal edilirse, bindiğimiz dalı kesmiş olmaz mıyız?
“Denizde size bir sıkıntı dokunsa, Allah’tan başka taptıklarınız kaybolur gider. Fakat O sizi korkudan kurtarıp karaya çıkarınca yine döneklik edersiniz. İnsan nankördür.” (İsra suresi 67)
“Yoksa Allah’ın sizi tekrar denize iade ettirerek şiddetli bir fırtına gönderip nankörlüğünüze karşı boğmayacağından emin mi oldunuz..” (İsra suresi 69)
Batı elde ettiği teknik ve askeri gücü ile Dünyanın geri kalan her yerini istila etti. Hiçbir toplumun kendisi olarak kalmasına izin vermed. Karşı gelenleri yok ettiler, hristiyanlaştırdılar, dillerini ve kültürlerini zorla değiştirdiler. Nüfusu kalabalık milletlerin gençlerini, okullarında beyinlerini yıkayarak kendilerine benzettiler. Batıya karşı bir ölçüde askeri başarı elde edenler bile, onlara benzemedikçe Batının peşlerini bırakmayacağı korkusu içinde idi .
“2O. Asrın ortalarında batılı olmayan dünyanın tamamı Batı medeniyetini benimsemede bir hayli yol almıştı. Ancak Batılı toplumlara beklenmedik bir şekilde çöken manevi buhran, batılılaşmış dünyanın tamamında şok ve sarsıntılara sebep oldu..”
“Buhranın verdiği ıstırap batılılara karşı kin doğmasına ve hayattan çıkarılmış olan dinin tekrar ahlaki ve manevi hayata girmesine sebep olacaktır.” (Tarihçi açısından Din Prof.A.Tonybee Dr.İ.Canan s.2o6,211)
Gerçeğin yanlış yorumlara hapsedilmesi tabiidir ki ilelebet sürmeyecekti. Batıdaki teknik ilerlemeye mukabil maddeciliğin getirdiği ahlaki çöküntü, Dünya savaşları, maddi ve manevi yıkımlar bilimin ilerlemesi sonucunda kainatta ve canlılarda akıllara durgunluk veren İlahi düzenin ortaya çıkması ve böylece ateizmin iflası, insanların tekrar Allah’a iltica etmelerine yol açtı.
Dinsizliğin bencil ihtiras ve ahlaksızlığı, sorumsuzluk ve başıboşluğu körüklediği ortadadır.
Hiç kimse Dünyanın merkezi imiş gibi hareket etme hakkına sahip değildir. Egoizmin her çeşidi -milli egoizm de dahil- iki taraflı mutsuzluk ve felaket getirir. “Ötekileri” aşağılayan, tahakküm eden, köleleştiren ideolojilerin ve rejimlerin uğradığı akibet ibret vericidir.
Dinden sıyrılmış ulusalcılık, ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve yabancı düşmanlığı içeren bir zihniyettir. Dayatmacı tavrı ile halkın demokrasi özlemlerine düşmandır.
Mevlana: “Kusur dinimizde değil bizim Müslümanlığımızdadır” demişti. Kişiler gibi milletler de özeleştiri yapmaktan çekinmemelidir. Sağlıklı güçlü bir kişilik hem kendini hem de çevresini doğru algılar. Meziyetlerini ve hatalarını bilir. Kendini ne üstün ne de aşağı görür. İnsan olarak ilerlemeye, milletine ve insanlığa hizmet yolunda varlığını gerçekleştirmeye çalışır.
Dinimizi yüksek bir kültür seviyesinde anlamalı, yaşamalı ve anlatmalıyız.
“İnsani değerlerle yoğrularak bilgilendirmek önemlidir.”
“Doğayı koruyarak, fakirleri kollayarak, dengeli tüketim, helal kazanç ve bereket ve mutluluğu hedefleyen bir medeniyet tasavvuru sunmalıyız. Aksi halde bu hesapsız ve edepsiz tüketim, bencil ve hırslı gidiş, kendini yok edecek bir gidiştir.
“Geçmişte Müslüman liderler zaman zaman halklarına şöyle derdi: “-Batılılaşmalıyız!” Ama 2O.yüzyılın son çeyreğinde bir Müslüman lider bunu söylese yalnız kalır. Gerçekten de politikacı, resmi yetkili, akademisyen, iş adamı veya gazeteci kim olursa olsun herhangi bir müslümanın batı değerlerini ve kurumlarını övme amacı ile böyle bir şey söylediğini işitmek zordur. Bunun yerine kendi medeniyetleri ile batı medeniyeti arasındaki farklılıkları, kendi kültürlerinin üstünlüğünü ve Batının hücumuna karşı kültürlerinin bütünleşmesini sağlamanın gerekliliğini zikrederler. Müslümanlar Batının gücünden ve bu gücün kendi toplumları ve inançları karşısında yarattığı tehlikeden korkarlar, öfke duyarlar. Batı kültürünü materyalist, yozlaşmış ve ahlaki çöküntü içinde bulurlar. Ayrıca ayartıcı olarak görür ve bu nedenle de kendi yaşam biçimleri üzerindeki etkisine direnme ihtiyacının ne kadar önemli olduğunu vurgularlar.” (Aynı eser s.315)
“İslam ve demokrasi adlı kitabın kadın yazarı Fatıma Mernissi, Batıyı şöyle tasvir ediyor:
-Batı militarist ve emperyalisttir. Sömürge terörü aracılığı ile diğer milletleri sarsıntıya uğratmaktadır”. “İthal ürünleri ile ve televizyon filmleri ile potansiyellerimizi yok eder ve hayatlarımızı istila eder. Bizi parçalayan, piyasalarımızı kuşatan, en küçük kaynaklarımızı ve insiyatiflerimizi denetleyen bir güçtür.” “İslam kendini bu boyunduruktan kurtarmak için kendi mühendislerini ve bilimcilerini geliştirmek, kendi silahlarını yapmak ve kendini Batıya olan askeri bağımlılıktan özgürleştirmek zorundadır.” (Aynı eser: s.316 )
Maddi ve manevi bağımsızlığımız için, sözde değil özde milli bir politika ile nesiller boyu çalışmamız gerektiğini bilelim.
İnsanları nasıl gaye ve ümit yaşatırsa, milletleri de idealler yaşatır. Toplumları canlandıran bu idealler bazen dini bazen milli bazen de sosyal yönde olur ve onları ileri götürür.
İnsanın her şeyden önce yüksek karakterli, sözüne güvenilir, sevgi ve saygı uyandıran bir kişi olması önemlidir. Milletine ancak böyle kişiler yararlı olur. Millet ise bu yüksek değerlere itibar eden medeni bir toplum hedefine yönelmelidir. İnsan özgür ve milli iradenin önü açık olmalıdır.
Bir çınar devrildi, bir imparatorluk yıkıldı. Kökleri sağlam bu çınardan bir dal filiz verdi. Ona bakmak, büyütmek ama kökleri hiç unutmamak hepimizin görevidir.