Anadolu Türk’ü Titreyemez

101

İkinci Dünya Savaşının galip devletlerinin iktisadi paylaşım esasına ve siyasi temele dayalı olarak oluşturdukları dünya düzeninin, SSCB’nin dağılmasını müteakiben küreselleşme adı verilen yeni bir dünya düzenine everildiğini biliyoruz.

Yenidünya düzeni ile eskisi arasında değişen bir şey yok, sömürenler ve sömürülenler aynı fakat yöntem değişik. Bu sefer sömürülecek ülke iç çatışmalarla enerjisini boşa harcayıp sömürüye dirençsiz hale getiriliyor.

Türkiye, yenidünya düzeninin filizlendiği yıllarda başlayan ve yapılan hatalarla ciddi dış destekleri de arkasına alan etnik temelli bölücülüğü, yenidünya düzeninin tuzağına düşmeden engelleyebileceğini düşünüyor ve bu amaçla kültür, tarih ve coğrafyanın Cumhuriyetteki belirleyiciliğini ve Cumhuriyetin toplumsal mutabakatını dışlıyor ve özellikle küresel sömürgecilerin olmazsa olmaz dedikleri; yasal, ahlaki ve siyasi temelde “anayasal vatanseverliğe” ve çok kültürlülüğe dayalı farklı bir aidiyet duygusu ve devlet düzeni oluşturulmaya çalışılıyor.

Değişim ve dönüşümlerin, Türkiye’de yaşayan Lazlar, Çerkezler, Arnavutlar, Boşnaklar, Makedonlar, Romanlar gibi etnik unsurların dil, din ve kültürlerini daha insanca yaşamaları için yapıldığı söylense de, demokratikleşme paketlerinin içeriğine Öcalan’la yapılan görüşmelerin yön verdiğini herkes biliyor.

Türkiye’yi bir iç savaştan korumaya çalışan yetkililerin; son demokratikleşme paketini açıklamalarının akabinde “millet hazmettikçe yenisi gelecektir” deyişleri, akıllarda Türkiye’nin iki dilli, iki bölgeli bir yapıya mı hazırlandığı sorusunu düşürüyor.

Konulması bir hata, kaldırılması başka bir hata olan “andımız” konusunun ağırlıklı gündem maddesi olduğu günlerde, 1982 Anayasasına“andımızın hukuki metni” diyenlerin, 82 Anayasasındaki vatandaşlık tanımını ve değiştirilemeyen maddeleri kastettiklerini anlamamak mümkün mü?

İşin içine milletin hazmı karıştırılınca oluşturulmak istenen “Yeni Türkiye Düzeni” hakkında; “Türklüğümün ne hayrını gördüm”ile başlayan ve “Türk diye bir ırk yoktur” cümlesiyle devam eden beyanları duyunca şüphe duymamak elde değil. Bunu dillendirenler, iktidar partisinden kimseler olmasalardı gülüp geçerdim ama maalesef… Bu açıklamalar yenilir yutulur şeyler değil. Ya milletin hazmı test ediliyor ya da “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” nev’inden bir şey…

“Türk ırkı yoktur”

deme cüretini gösteren kişi, Türkiye’ye yeni düzen getirme arayışında olan iktidar partisinin MKYK üyesi ve Stratejik Düşünce Enstitüsünün Başkanı olunca, insan, acaba diyor bu ifadeler kısas mı? Dün devlete düzen veren koca koca zatlar “Kürt diye bir ırk yoktur, onlar, karda yürürken ‘kart- kurt’ diye ses çıkardıkları için adına ‘Kürt’ denilen dağ Türkleridir” beyanlarına karşılık bu aklı evvellerde- bir nazire olsun diye-“Türk diye bir ırk yoktur, Türk bir sentezdir” söylemleriyle Türklere, empati yaptırmaya mı çalışıyorlar?

Bir tarafta bu söylemler diğer tarafta da PKK ve siyasi uzantılarının, “Güneydoğu Bizim, Türkiye Hepimizin” manasına gelen akıl dışı istekleri… Ve tabi bütün bunların yanında yetkililerin, Cumhuriyetin 90 yıllık toplumsal mutabakatını hükümsüz kılan beyanları ve ortak paydası, aidiyet duygusu paramparça edilen, kimlik konusunda kafası karışık, üst kimliğini kaybetmiş 76 milyon…

Şüphesiz ki iktidar, Türkiye’de bir iç çatışma çıkmasını ve Türkiye’nin paramparça olmasını isteyenlerin bu arzularını boşa çıkaracak yeni bir düzen ve yeni bir toplumsal mutabakat arayışında. Henüz netleşmemiş ya da halka tamamı söylenmeyen bu yeni yapıyı; “İslam, batılı demokratik değerler ve Osmanlı’dan” sentezlemeyi amaçladıkları anlaşılıyor. Esas mesele bu hayalin gerçekleşme ihtimali!?

İç ve dış gelişmeler bu hayalin gerçeğe dönüşmesinin uzak bir ihtimal olduğuna işaret ediyor. Öncelikle ABD, Hükümetin arayışlarını BOP’a uygun bulmuyor ve bu nedenle Erdoğan’dan umutlarını kesmiş durumdalar.

Bir iç barış tesis etmek uğruna muhatap alınanlar, ülkenin geleceğinin birlikte planlandığı çevreler ve o çevrelerin yıllardır dillendirdiği her şeyin bir bir yasalaşıyor olması ve kullanılan dil, etnik milliyetçiliği hortlattı. BDP’yi Kürtlerin yasal tek temsilcisi haline getirdi.

Eski toplumsal mutabakat sona erdirildi. Türklüğü inkâr ve Türklüğe hakarete varan ifadelerle herkes içindeki kini kusuyor. Kültürel bir mana taşıyan Türklük etnik bir yapıya doğru hızla itiliyor.

Türkiye, Ortadoğu ülkelerine has iç çatışmaya uygun olarak etnisiteye ve mezhep temelli siyasi yapılara ayrıştırılıyor. Irkçı Kürtlere BDP’, Alevi ve solcu Müslümanlara CHP, Türkçülere MHP ve Sünni Müslümanlara AKP adres olarak gösteriliyor. MHP’nin etrafına pati içinden ve dışından psikolojik duvar örülüyor ve parti iktidarın yedek gücü görünümüne sokuluyor.  Olup bitenler, MHP ve Baykal’a yapılan kaset operasyonu ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadetiyle birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin seçeneksizliğe mahkûm edildiği anlaşılıyor.

Bu güne kadar Türklerin, başka milletlere ırkından dolayı savaş açtığını tarih yazmadı.  Türklerle Kürtler hiç çatışmadı. Kürtler, Türk milletinin dışında bir halk olarak görülseydi, batı illerindeki Kürt nüfus otuz yılda üçte bire yükselebilir miydi? Çatışmalar bölücü örgüt PKK ile devletin güvenlik güçleri arasında oldu. Bütün savaşlar barışla biter, şimdi devlet ve PKK, barış masasındalar, anlaşmaya varılan hususlar bir bir hayata geçiriliyor. PKK ve paydaşları hayallerinin çok ötesinde kazanımlar edindiler, Etnik manada Kürt milliyetçiliğini yapılandırdılar ve Kürtlerin tek temsilcisi haline getirildiler.

Öyle ya da böyle şu aşamada cin şişeden çıkmış durumda. Bu dakikadan sonra Türkiye’nin olanla barış yaparak ya da aynen bırakarak veya estetik cerrahiyle durumu idare etmesi pek mümkün görünmüyor. Bu yalın gerçek karşısında dış güçlerin dayatmaları ve iktidarın arayışlarının haricinde bir üçüncü yol öneren siyasi bir oluşum ortalarda yok. Oysa Türkiye iç savaşla bölünmenin ya da bambaşka kimliğe bürünmenin ötesinde kendine bir yol bulmak zorunda.

Dış güçlere rağmen Türkiye bu tehlikeli süreçten tüm sistemlerini a dan z ye değiştirerek, varlığını yeni bir kimlikle ve iktidarın düşlediği paralelde sürdürebilir mi?  Bu ancak, Sayın Erdoğan’ın şapkadan tavşan çıkaracak sihir gücüyle ve aynı zamanda Kürtlerin, Anadolu’nun anahtarını aldıklarına inanmalarıyla yani göğüslerini gere gere “Güneydoğu bizim Türkiye hepimizin”  diyebilmeleriyle ve Türklerin de, “aslında Türk diye bir şey yokmuş biz inandık” demeleriyle mümkün olur.

Peki, Türkler bunu hazmeder mi? Ne diyorduk; “Türklük bedenimiz. İslamiyet ruhumuz”

Her insanın bedeni öz vatanıdır, önemli olan beden coğrafyasını kimin yönettiğidir!

“Ey Türk Titre ve Kendine Dön” diyen Bilge Kaan 1279, “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyen Atatürk 75 sene önce öldü ama Allah ölümsüz ve Allah, “Ey Türk” değil, “Ey Kulum” diyor ve Başbakan bunu çok iyi biliyor! İşte o nedenle Anadolu Türkü, titreyemez ancak Cumhuriyet trenine el sallar…