“Anadolu Mozayiği!”

83

Bazı yazar ve  -maalesef-  devlet adamlarımızın  -düşüncesizce-  sarf ettikleri, iç ve dış düşmanlarımızı sevindirecek ve onların batıl / sapık davalarına dayanak olabilecek kelime ve tabirler var. Bunlardan birisi de “Anadolu Mozayiği” ifadesidir.

Zaten son zamanlarda Türkçemizin çok yanlış kullanımlarına, üzülerek şahit olmaktayız. Mesela bir şahsın müspet hizmetlerinden bahsederken “Her taşın altından o çıkıyor!” Diye vasf edilmesi gibi. Halbuki bu tabir menfi / olumsuz manalar için kullanılır.

Gelelim sadede, yukarıda zikri geçen “Anadolu Mozayiği” tabiri de, Anadolu birliğini bölük pörçük edecek  -Allah etmesin-  Anadolu’muzun parçalanmasına çanak tutacak, pek yanlış bir vasf ediştir.

Üstelik “Mozaik” tabiri federasyon / eyalet mefhumunu da ihsas / his ettirmekte ve bölünmeye kapı aralamaktadır. Böylece Türkiye’nin parçalanmasının, bu gibi tabirlerle, potansiyel enerjisini hazırlayanlar; yarın ilk fırsatta bunları kinetik enerjiye, yani düşünce safhasından fiiliyat / eylem safhasına geçirmenin fırsatını yakalamaya çalışacaklar.

Öyleyse kelime deyip geçmeyelim. Onları doğru yerde kullanalım, yoksa yanlış yerde telaffuz; dimağlarda tahribe, iç-dış düşmanlarımızın da aleyhimizde kullanmalarına yol açar.

Tıpkı, daha önce bazı siyasilerimizin  -oy kaygısıyla-  halka hitaben: “Herkes birinci sınıf vatandaş olacaktır!” diyerek, sanki öyle değilmiş gibi, hem iç bozgunculara, hem dış tahrikçilere, kendi elimizle koz vererek, başımıza daha fazla musallat etmekte baş rolü oynadığımız gibi.

Adama: “Bakın, sizin siyasileriniz, herkes birinci sınıf vatandaş olacaktır diyorlar. Demek, ikinci sınıf vatandaş uygulaması var ki, bizzat siyasileriniz buna son vermeyi halka vaad eden konuşmalar yapıyor!” demezler mi?

İşte “Anadolu Mozayiği” tavsifi de, iyi düşündüğümüz takdirde; yarın, iç ve dış düşmanların Türkiye’ye Sevr’i uygulatma ham hayallerine serrişte yani ipucu yapacakları bir ifade tarzıdır. Çünkü “Mozayik” tabiriyle  -kelimeyi asli mana ve mefhumundan saptırarak-  Türkiye’de  -istediği takdirde-  müstakil ve bağımsız, kendi başına bir bütünlük arz edebilecek ayrı ve farklı milletler var demek isteniyor.

Bu manaca “Mozaik” tabirine “Terkib”i değil “Karışım”ı ifade ettirmiş oluyorlar. Çünkü “Karışım” kum, çakıl ve çimentonun bir yığın teşkil etmesi gibidir. Betonlaşma durumu almadıkça, kuvvetli bir rüzgarla tarümar / paramparça olması işten bile değil.

Halbuki betonlaşmış kalıbı yerinden oynatmak, en kuvvetli rüzgarlarla bile sarsmak mümkün olmaz. Çünkü terkiptir. Terkip, tekrar kendisini meydana getiren parçalara ayrılmaz. O, artık yepyeni bir hüviyet, bambaşka bir keyfiyet arz eder.

Demek ki, Anadolu, istendiğinde kendisini meydana getiren parçalara ayrılabilen bir “Mozaik” değil, artık ayrışması mümkün olmayan bir “Terkip”tir. Zira on asırlık birlik ve beraberlik; Anadolu insanını, menşei / kaynağı farklı olanları bile karışıp, kaynaştırmış, yepyeni bir hamule / yapı vücuda getirmiştir.

Nasıl ki, harç, tuğlaları birbirine perçinleyerek duvarın oluşmasında baş rolü oynar, yani onları bir bütün halinde tutarsa; din de, Anadolu insanlarına harç görevi yaparak İslam terkibini ortaya koymuştur.

Anadolu insanı karışım manasında yorumlanmaya başlanan mozaik değil, kendisini meydana getirenlere ayrışması artık kabil olmayan bir terkip / sentez ve bir bütündür. Hiçbir güç, bu terkibi artık bozup parçalayamaz. Hiç endişeye mahal yok. Belki zarar verebilirler, fakat Kıyamet’e kadar  -inşallah-  hiçbir iç ve dış kuvvet, bu mübarek Vatan’ın, bu aziz Millet’in ve bu ebet – müddet Devlet’in varlığına hatime çekemez, mevcudiyetine son veremez. Çünkü bir şairimizin dediği gibi:

                    “Ölmez bu vatan, farz -ı muhal ölse de hatta,
                     Çekmez kürenin sırtı bu tabut -ı cesimi.”

İslamiyet milliyetimiz, Kur’an aklımız olduğundan, öyle bir terkip / sentez  / bütünüz ki, Allah’ımız bir, Kitabımız bir, Peygamber’imiz bir, Mabedimiz bir, Vatanımız bir, Bayrağımız bir, Devletimiz bir, Bayramlarımız bir. Bir, bir… Birliğimizin sayısız birleri var. Üstelik bunların her biri Ağrı dağı hükmünde. Teferruatta, madde ve menşe’ planında, ufak tefek ayrıntılar ise, ancak çakıl taşları mesabesinde. Ağrı dağına karşılık, çakıl taşları tercih edilmez.

Kaldı ki, birlik, doğuşta değil, oluştadır. Çünkü birliğin harcı manadır. Madde değil. Bizler manevi değerlerimizle bir bütünüz. Nitekim Yüce Allah Kur’an -ı Kerim’de: “İnneme’l-mü’minune ihvetün.” / “Ancak mü’minler yani inananlar kardeştir.” (Hucurat:10) diyor. Bir göz hatırı için, çok gözler sevilir kaidesince ve Koca Yunus’un ifadesiyle: “Yaratılmışı severiz, Yaratandan ötürü.” Hakikati gereği, bütün insanlığı kucaklayan cihan-şümul / evrensel bir dinin mensupları olarak, bizler mi birbirimize yabancı gözüyle bakacağız? Asla.

Nitekim, Hakkari’den on erkek ve kadına, isimlerini sorsak: Ahmet, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ayşe, Hatice… diyecek. Edirne’den on erkek ve kadına aynı soruyu yöneltsek, alacağımız cevaplar; yine aynı olacak. İşte bizi bir ve biz yapan müşterek noktalarımız. Bu isimlerin ortak oluşu, bütün vatan sathının mana ayniliğini göstermekte, hepimizin İslam kültürünün kopmaz birer parçası olduğumuzu da ortaya koymaktadır. Öyleyse:

                    Gelin canlar bir olalım.
                    Zaten bir ve bütün değil miyiz?
                    Gelin canlar pir olalım.
                    Zaten bin yıldır pir değil miyiz?

Yazımı bitirirken, yazar-çizerlerimiz ve bilhassa siyasilerimizin, sarf ettikleri sözlere çok dikkat etmeleri gerektiğini, bir kere daha hatırlatır, sözün sihir gibi tesir kudretini haiz olduğunu belirtmek isterim.

Önceki İçerikMeğer Herkes İroni Yapıyormuş
Sonraki İçerikEğitim, Sağlık , Yüksek Teknoloji
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.