Allah’ın Varlık Delilleri

110

     Kur’an-ı Kerîm’in
maksat ve gayelerinin esası ve özü dörttür.

     Biri: Sâni’-i
Vâhid’in, bir olan ve her şeyi sanatlı olarak yaratan Allah’ın ispatı ve
kanıtlanması.

     Fakat nihayeti ve
sonu olmayan mârifetullah / Allah’ı tanımak; böyle sınırlı sözlere sığmaz.

     Çünkü O’nun
varlığını bilmek başka, isim ve sıfatlarıyla O’nu tanımak daha başka bir
şeydir.

     Gayeler ötesi bir
gaye olan mârifetullah ise, en geniş ve nuranî bir fendir.  

     Bütün gerçek
ilimlerin esası, madeni ve rûhudur.

     İkincisi: Nübüvvet
/ nebîlik yani peygamberlik hususu.

     Üçüncüsü: Cismanî
haşir. Ruhla beraber bedenlerin haşri / yeniden ihyası ve diriltilmesi.

     Dördüncüsü: Adl,
adalet; her hak sahibine hakkının verilmesi keyfiyeti.

x

     Birinci maksat:
Sâni’ olan Allah’ın varlığı ve birliğine ait delil ve kanıtları açıklar.

     Ki bunun bir
burhan ve delili de Hz. Muhammed’dir.

     Tüm kâinatın bütün
zerre ve atomları; birer birer asıl, öz ve sıfatları ve diğer yönleriyle;
sayısız imkân ve olasılıklar arasında kararsız iken, bir hedefe doğru; bir
canlı ve varlıkta, hayret verici faydalar için bir araya gelir. Allah’ın
varlığına şehadet ve tanıklık eder. Gayb / bilinmez âlem ve dünyaların örneği
olan ve kalp denen Rabbanî lâtifeden; Allah’ın varlığını ilân eden itikat ve
inancın lâmbasını ışıklandırırlar.

     Evet, her bir
zerre / atom, kendi başına Allah’ı ilân eder. Aynı zamanda kâinat; iç içe
girmiş tasvir ve resimlere benzeyen terkip ve varlıklardan ibarettir. Bunların
her bir makam ve her bir nispetinde, her bir zerre genel işleyiş ve akışın
dengesini korur. Her nispet / oran ve değerde, farklı faydalarla sonuçlanır.
Böylece Allah’ın kast ve hikmetini gösterir ve okuturlar. Bundan ötürü Allah’ın
delil ve kanıtları, zerre ve atomlardan sayılamıyacak kadar çoktur.

     Fakat zuhurunun
tam, mükemmel ve parlak olmasından dolayı, herkes aklıyla göremiyor. Evet,
zuhurunun şiddetinden görünmemek derecesine gelenler var. Güneşin cisim ve
büyüklüğünün görünmemesi gibi.

     Âlemin engin
mesafe ve alanlarında Ezelî Nakkaş hükmünde olan Yaratıcının yazdığı olaylar
zincirinin satırlarına hikmet nazarıyla baksan, gerçek düşünceyle sarılsan
mesele kalmaz. Zira yüce âlemden gelen mektuplar dizisi, bizi en mükemmel ve
tam bir inanç derecesine çıkarır.

     İnsanın vicdanı;
kalbindeki istimdat / yardım isteme ve istinat / dayanak ve güven noktaları ile
Yaratanı unutmamaktadır. Her ne kadar dimağ, akıl ve şuur, kısaca beyin aradan
çıkıp unutsa da, vicdan kenara çekilip unutmaz. Çünkü vicdan iki önemli görev
ile meşguldür.

     Nitekim vicdana
başvurulsa görülür ki, kalp bedenin her yerine kan göndererek hayat verir.
Ayrıca kalpteki hayat ukdesi / düğümü olan marifetullah / Yaratanı bilmek de,
insanda var olan sınırsız kabiliyetlere uygun emel ve çeşitli meyillere hayat
verir. Lezzeti içlerine atar, onlara kıymet verir, genişlik kazandırır. Destek
olur. İşte istimdat / yardım noktası budur. Hem de kavga ve kargaşanın meydanı
olan hayat dağdağasını telâşa veren, durmadan hücum eden, âlemin binler
felâket, belâ ve eziyetlerine karşı tek dayanak noktası, Allah’ın  marifeti yani O’nu bilmektir.

     Evet, insan her
şeyi hikmetli, gayeli ve intizamla / düzgün bir şekilde görüp gözeten, hikmet
sahibi bir Yaratana inanmazsa bocalar. Varlıkların ortaya çıkmasını kör
tesadüfe bırakırsa şaşkınlaşır. Bu durumda, belâlara karşı elindeki kudretin
yetersizliğini düşünür, yalnızlaşır. Dehşet içinde kalır. Telâş ve korkudan
cehennem hâli yaşar. Bu yüzden en şerefli, en güzel ve en mükemmel bir şekilde
yaratılmış olan insan; her şeyden daha perişan olur. Bu durumda, kâinattaki
mükemmel nizam ve düzen gerçeğine muhalif / zıt ve karşıt bir vaziyet ve durum
alır. İşte istinat ve dayanak noktası. Evet melce ve sığınak yalnız
mârifetullah yani Allah’ı bilmektir.

     Demek şu iki
nokta, yani vicdandaki dayanak ve yardım isteme noktası, bu derece âlemin
nizamında hükmünü yürüten bir hakikat veya hakikatin en has bir özelliğidir.
Böyle olduğu içindir ki, her vicdanda iki pencere olan bu iki noktadan Allah’ın
varlığı tecellî ediyor.

     Akıl görmese de
fıtrat ve tabiatımız görüyor. Çünkü seyreden vicdana, kalp pencere oluyor.    

Önceki İçerikSenin Ekonomik Kurtuluş Reçeten Ne?
Sonraki İçerikİbnülemin Mahmud Kemal İnal ve Eserleri – 8
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.