Bu hafta, ardarda iki kamuoyu araştırıcısını dinledim. Biri,
Demokratik Değişim Hareketi’nin Yüzleşmeler programında Rubil Gökdemir’le
konuşan Prof. Dr. Özer Sencar’dı. Prof. Sencar, MetroPoll araştırma şirketinin
kurucusu. Diğeri, Karar TV’nin Ortak Akıl programında Taha Akyol ve Mustafa
Karaalioğlu’nun misafiri Bekir Ağırdır’dı. Bekir Ağırdır da KONDA Araştırma
Şirketi’nin Genel Müdürü. Konuşmaların kaydını, sırasıyla,
https://bit.ly/2IxiWGp ve https://bit.ly/2SVJLpz adreslerinde bulup
izleyebilirsiniz.
İki uzmanın tespitleri ve anlattıkları birbirine yakındı.
İktidar Partisi’nin (partilerinin?) oyu azalıyordu. Sencar Hoca’nın AKP için
verdiği oran yüzde 30 civarındaydı. Ağırdır %25’e kadar düştüğünü söyledi. Uzun
süren bir iktidardan sonra ve özellikle ekonomik sıkıntılar artarken beklenen
sonuç… Gelişleri bir ekonomik sıkıntı dönemindeydi; öyle görülüyor ki, gidiş de
öyle olacak…
İki uzmanın fikir birliği sağladığı bir başka tespitleri var
ki bu pek beklenen bir şey değil: Seçmen iktidar partisinden uzaklaşıyor fakat
hangi muhalefet partisine gideceğini bilmiyor. Yüzde yirmiler civarında ve
gittikçe büyüyen bir kararsızlar deposu var. İşin tuhaf tarafı, iktidar
küçülürken muhalefet büyümüyor. Tek büyüyen bu kararsızlar deposu. Şimdiden
ikinci büyük parti olmuş kararsızlar!
Niçin?
Niçin? (Niçin sorusu yasaklanmalı. Çok rahat ederim!)
Sencar Hoca biraz da olsa niçinin cevabını verdi. Seçmenin
bir numaralı meselesi ekonomik sıkıntı. İktidarın dış güçler ve benzeri
düşmanlığa dayanan izahları ve aslında sıkıntı yok, refah içinde yüzüyoruz
hikâyeleri artık tatmin etmiyor; inandırıcı gelmiyor. Fakat muhalefette de
seçmenin ekonomi beklentisine ben cevap veririm diyen bir çıkış yok. MetroPOLL,
“Türkiye’nin ekonomik problemlerini en iyi kim çözer?” diye sorduğunda en
yüksek oyu Recep Tayyip Erdoğan alıyor!
Beklenir mi diyorsunuz? Enflasyonun sebebi faizdir gibi
orijinal bir teorinin sahibi iken… Kabinesinde fiyatlar ve döviz yükselirken
enflasyonu düşürme becerisini gösteren bir ekonomi bakanı varken… Bunlar ciddî değil tabi. Bunlar artık
seçmenin inanmadığı iddialar. Fakat ciddî olan, muhalefetin içinden, insana,
“hah, işte, bu insan ekonomiden anlar ve o bu sıkıntıyı çözebilir” dedirtecek
birinin öne çıkmaması.
Dikkat edin, kimsenin bulunmaması demiyorum. Muhalefet
partilerinin böyle birilerini öne çıkarmaması diyorum. Yoksa CHP’de de ve
bilhassa İYİ Parti’de de birinci sınıf iktisastçılar, hayat hikâyelerinde
geçmiş ekonomik tecrübeleri ve başarıları yazan kişiler var. Fakat ekonominin
bu ağır topları cepheye pek sürülmüyor. Hatta bazıları eskiden daha görünürken,
şimdi arka plandalar. Halkın asıl meselesi ekonomiyken bu garip bir hâl.
Özer Sencar’ın bir bulgusu da şu: Muhalefet partileri
mütecanis değil. İçlerinde hizipler barındırıyor. Parti içinde partiler…
Sonuçta seçmen, hangi siyasî partiyi ve neden istemediğini
biliyor. Fakat hangisini ve niçin isteyeceği hususunda kafası pek net değil.
Öyle ki, sanki iktidar partisi, partileriyle birlikte, ana muhalefet partisi de
oy kaybediyor!
Tekrar niçin
Beşinci Disiplin’in Peter Senge’si, “Niçin’i beş defa sorun”
diyor ya… Benim bu konuda beş soru soracak kadar nefesim yok. Fakat ortaya bir
hipotez atabilirim. Y ve Z kuşakları seçmen nüfusunda gittikçe daha büyük bir
yüzdeyi oluşturuyor. Tarifleri tekrarlayayım: Y nesli 1984- 1996 arasında
doğanlar; Z neslinin doğum günü, 1997’den sonra. Hâlbuki partilerin yönetiminde
de hedeflerinde de bunlar pek yok.
İyi de diyeceksiniz: Bu çok basit bir çözüm, çok basit bir
iddia… Her dönem, her devir için bu söylediklerin söylenebilir. Adem Babamız,
Havva Anamız’a ne demiş? “Nesil bozuldu”, demiş!
Evet, her zaman parti yönetimlerinin yaşı, seçmenlerin
yaşından ileridir. Çünkü yöneticilerin elinde yükselmek, yönetici olmak için
daha fazla zaman vardı; muhakkak ki daha fazla da tecrübe. O halde totoloji mi
yapıyorum.
X, Y, Z
Hem evet, hem hayır. Evet, hep öyleydi. Ama hayır, çünkü
tarihin hiçbir döneminde dünya bu kadar hızlı değişmedi. Tarihin hiçbir
döneminde çocuklar, ana-babalarından bu kadar farklı ortamlarda büyümedi.
Düşünün, Y ve Z nesli cep telefonsuz, İnternet’siz bir dünya görmedi. Onlara
sayısal dünyanın yerlileri deniyor; diğerlerine de muhacirleri. Muhacirler, ne
kadar çabalarlarsa çabalasınlar, yerliler kadar akıcı İnternet dili veya
akıllı-telefon lisanı konuşamıyor. Partiler hâlâ 1980’lerin siyaset geleneğinde
siyaset yapıyor. Keşke öyle olsa; onun da gerisindeki yıllardan gelenler var.
Millî Şef döneminden, Vatan Cephesi döneminden. Köy kahvesinde sohbet
toplantısı yapmayı düşünüyor. En babayiğidi, Özal- Demirel dönemlerindeki
particiliği biliyor. Seçmense bunlar da kim diye soruyor!
Y, Z kuşakları sosyal medyayı gümbürdetecek siyasî ararken,
bizimkiler- siyasetteki bir arkadaşımın tabiriyle- kendi hizbine sadık
çaycı-çorbacı takımını parti yönetimine yerleştirme peşinde.
Benim yarı şaka bir seçim kanunu teklifim vardır. Herkesin
yine bir oyu olsun ama bu bir oyu bir parti veya şahıs lehine kullanabildiği
gibi bir parti veya şahıs aleyhine de kullanabilsin. Artı reyler kadar eksi
reyler de olsun. O zaman kararsız falan kalmaz. Ve galiba seçimi sıfıra alttan
en çok yaklaşan parti kazanır. (Alıntı: Milli Düşünce Merkezi)