AKP’nin bir çözülme sürecine girdiği açık. Sadece kurulacağı söylenen iki yeni partiye gidecek olanları kastetmiyorum. AKP’ye destek veren yazar ve yorumcular ile halkın görmezden geldiği çürüme ve kokuşmanın daha çok dile getirilmesinden bahsediyorum.
Muhalefetin gördüğü olumsuzlukları, içeriden olanlar yani AKP yöneticileri, seçmenleri ve Tayyip Erdoğan hayranları da görmüyor muydu? İçeriden olanların dışarıdan bakanlardan daha çok pis kokuları aldığından şüphe yok. Ama yeni yeni gördükleri çirkinlikleri ve duydukları pis kokuları ifade etmeye başlamalarının sebebi ne olabilir?
***
Karar Gazetesinde Yusuf Ziya Cömert eskiden AKP’yi “göğsünü gere gere savunan” bir yazar.
Şimdi AKP teşkilatlarını yönetenler için kullandığı sıfatlara bakın: “Hayli nobran, hayli mütekebbir.” Yani AKP yöneticilerinin “davranışı kaba, sert, gönül kırıcı ve kibirli” olduklarını söylüyor.
Ve AKP kitlesi için yaptığı şu tespitlere katılmamak mümkün değil:
Bunu biliyordu AK Partililer, biliyor ama susuyorlardı.
Sadece kendi içlerinde fiskosla konuşuyorlardı, dışarıdan duyulmayacak şekilde. Seçimden sonra biraz aşikâre konuştular.
En klasikleşmiş özeleştiri: Mücahitler müteahhit oldu. Yönetenlerimizde kibir, gösteriş, israf had safhada.
Eskiden göğsümüzü gere gere savunuyorduk, şimdi de savunduğumuz tarafları var. Ama insanlar yolsuzluk deyince, torpil deyince, damat deyince, yeğen deyince sesimiz kesiliyor.
Seçim öncesinde Öcalan’ın mektubunu açıklatmak, kimin fikriyse yanlıştı, bak nasıl ters tepti.
Bazen öyle haksızlıklar yapıyoruz ki, yaptığımız haksızlıkla kendimiz baş edemiyoruz.
Yolsuzluk? Sadece kısık sesle konuşabiliyoruz.
Nepotizm? (Eş, dost, akraba kayırma; adam kayırmacılığı) Yapıyoruz. Ama o konunun dokunulmazlığı var. Açılacak gibi olduğunda, hemen kapatılıyor.
*************************************
DİLİPAK’ın Özeleştirileri
Yeni Akit Gazetesinde yazan Abdurrahman Dilipak’ın aynasına yansıyan Ak Partililerin görüntüsüne bakalım:
Biz, Hz. Ömer’in, “kamuya ait kandili söndürüp, kendi kandilini yaktığı” misali üzerinden kendimizi anlatırdık.
“Devletin malı deniz, yemeyen domuz” noktasına geldi işler. “Selam verdim rüşvet değildur deyu almadılar” günlerini yaşadı ümmet.
Biz inandığımız gibi yaşamayı bırakınca, yaşadığımız gibi inanmaya başlamak da yetmedi, sanki fetvalarla halimize uygun bir din icad etme noktasına mı geldik yoksa!
Mesela fetva almaktansa, kendinize uygun bir fetvacı bulun, fetva kolay! Bir çözüm yolu bulurlar. “Cihad” deriz, bir yol bulunur. Cinayete de bir yol bulunur, zimmet’e, gasb’a, yalan’a da, yeter ki isteyin ve kılıfını bulun!
Siyaseti yalan söyleme sanatı olarak görenler, yapanlar var. “Harp hiledir” diye başlıyor ve siyaseti örtülü bir savaş olarak görüyor ve o zaman da haramlar onun için mubaha dönüşüyor!
Biz ülkeyi, toplumu kurtarmak için iktidar olmayı kafamıza koymuştuk!
İşte geldiğimiz yer. Ne cemaat kaldı, ne STK dediğimiz yapılar, ne de media.. Artık gazeteler dibe vuran tirajları ile daha fazla yol alamayacaklarını görüp, teker teker yayın hayatlarına son veriyorlar.
Siyaset, ahlaki ve hukuki zeminini kaybederse mafyalaşır. Ana belirleyici, güç ve çıkar! Hele güç ve çıkar ilişkisi ahlaki zeminden uzaklaşırsa işler daha da sarpa saracak demektir.
Kibirli, inatçı, zalim, cahil, la yüs’el (hesap sorulamaz) insanlardan uzak durmak gerek..
*********************************
Şatafatlı Mağlubiyetin Tescili
Yukarıda bahsedilen bozulmaları çok önceden uyaranlar da vardı. Bizim gibi farklı mahalleden olanlar yanında, eski mahalleden taşınan bazı İslamcı yazarlar da çok daha önceden uyarılar yapıyordu.
Mesela “ortaokul yıllarından beri İslamcı hareketin içinde” olan Levent Gültekin‘in yazdığı “ŞATAFATLI MAĞLUBİYET / “İslamcıların İktidarla İmtihanı” kitabında önemli değerlendirmeler vardı:
***
“Hazırlıksız ve önyargılarla yüklü İslamcılar iktidar gücüne eriştiler. Hem de demokrasi tarihimizde hiçbir iktidara nasip olmayan bir güçle muktedir oldular.
Bu aslında din üzerinden bir iktidar mücadelesiymiş.
Manevi değerleri öncelemiş gözüken İslamcıların değerler üzerinden yapılan eleştirilere verdikleri cevaplar da değişti.
Mesela ‘dürüstlük’, ‘özgürlük’, ‘iç barış’, ‘eşitlik’ dediğimizde ‘ama yol yaptık’ diyorlar.
‘Tamam, ama yıllardır savunduğumuz değerler yok oldu’ dediğimizde ‘sen ekonomiye bak’ diyorlar.
Hak yiyorlar. Adam kayırıyorlar. Yalan söylüyorlar. Gene de kendilerini ne suçlu, ne hatalı, ne de günahkâr hissediyorlar.
İslamcılık için İslam’ı bile gözden çıkarıyorlar.
İslamcılık şatafatlı bir iktidarla beraber ağır bir mağlubiyet yaşıyor.”
*********************************
Ekonomik Başarı ve İslam’a Hizmet Boyası Döküldü
Bütün uyarılara rağmen AKP kitlesinde bir çözülme veya yeni bir arayış başlamamıştı. Şimdi neden başladı?
Çünkü “ama yol yaptık”, “sen ekonomiye bak” demenin bir inandırıcılığı yok. Ekonomiyi iyi yönetmedikleri, ülkeyi soktukları büyük borç batağına rağmen, ekonomik büyümenin kendilerinden önceki yönetimlerden geride kaldığı anlaşıldı. Türkiye’yi ekonomik alanda (GSYİH büyüklüğü) dünyada 17’nci sırada iken 18’nci sıraya düşürdüler. IMF’nin tahminleri gerçekleşirse 2019 yılı sonunda 20’nci sıraya düşeceğiz.
“İslam’a hizmet ettik” sözlerinin de gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı. İslam diye hizmet ettikleri cemaat, tarikat, dernek ve vakıfların içyüzleri ortaya çıktı.
Eskiden “Yüzde 99’u Müslüman olan” dediğimiz Türkiye’de, 17 yıllık İslamcı AKP yönetiminden sonra geldiğimiz nokta şu:
“% 14 Allah’a inanmıyor. % 25 Meleklere inanmıyor. % 24 Kur’an-ı Kerim’in vahiyle geldiğine yani Kur’an’a inanmıyor. % 37 Peygambere, Hz. Muhammed (S.A.V.)’e inanmıyor. % 43 Hiç camiye gitmemiş. % 55 Ramazan ayında oruç tutmuyor. % 78 Beş vakit namaz kılmıyor. (Çok önem verdikleri İmam Hatip Liselerinde okuyan öğrencilerde de namaz kılma oranı aynı). % 35 Gusül abdesti almıyor veya bilmiyor…”