AKP’de Başlayan Kritik Süreç

79

31 Mart 2019 Mahalli idareler yerel seçimlerinde AKP ve MHP’den oluşan Cumhur İttifakı, CHP ve İYİ Parti’den oluşan Millet İttifakı karşısında yenilgiye uğramış Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya ve Adana gibi pek çok önemli mega kent Millet İttifakına geçmişti. Daha sonra AKP genel başkan yardımcısı Ali İhsan Yavuz’un ifadesiyle ”sandıkta bir şeyler olduğu” gerekçesiyle İstanbul seçimi iptal edilmişti. YSK vasıtasıyla sandığa darbe yapılmıştı. 6 Mayıs 2019’da alınan bu kararın milletin iradesine açıktan bir darbe olduğunu ve milletle inatlaşmanın devasa sonuçları beraberinde getireceğini yazmıştım.

Nitekim haklı çıktım. 23 Haziran’daki %54’e %44’lük netice bizlere gösteriyor ki sadece İstanbul’un değil tüm Türkiye’nin siyaseti değişmiştir. Her siyasi partinin yaşayacağı doğal süreçler vardır. Bir parti doğar, altın günlerini yaşar ve değişimlere ayak uyduramayarak yavaş yavaş köhner sonunda etkisini kaybeder. Lakin partiyi yönetenler gidişatı doğru okuyabilirse, güçlü öngörüye sahipse ve özeleştiri yapabiliyorsa o parti kökleşerek yaşamını sürdürür. 23 Haziran İstanbul yenileme seçimleriyle birlikte AKP çöküş safhasına resmen girmiştir. Peki AKP bu hale nasıl gelmiştir ?

Bunun cevabını 23 Haziran’dan eskilere giderek aramamız gerekiyor. Bana soracak olursanız AKP’nin gerileyişinin ilk adımı 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. Recep Tayyip Erdoğan’ın fevkalade popüler olduğu zamanda muhalefet Ekmeleddin İhsanoğlu gibi toplumda hiçbir karşılığı bulunmayan ismi çatı aday göstermişti. Ve Recep Tayyip Erdoğan buna rağmen ancak %51,5 oy alabilmişti. Gümbür gümbür sahada olan AKP teşkilatı, gümbür gümbür  bir AKP kadrosu karşısında miting bile yapmayan Ekmeleddin İhsanoğlu %39 oyu yakalamıştı. Şanlı %52’lik zafer diyenler varsa da ben bu sonucun AKP için ilk ciddi kan kaybı olduğuna inanıyorum.

İkinci aşama 7 Haziran 2015 genel seçimleriydi. Devletin teamüllerini ihlal eden, denetleme makamını zorla icra makamı haline getirmeye çalışan, toplumu kutuplaştırmaya başlayan Recep Tayyip Erdoğan, kendi oluruyla AKP’nin genel başkanlığına gelen Ahmet Davutoğlu’na bile güvenemeyen Recep Tayyip Erdoğan… Bunun neticesinde elde edilen bir hezimet, %9,5 oy kaybı ve meclisteki çoğunluğun yitirilmesi. Bununla kalınmayıp hiçbir ortaklığa yanaşmayarak ülkenin zorla seçime sürüklenmesi ve 6 aylık süreçte topluma korkunun pompalanması. Korkuyla elde edilen %49’luk seçim başarısı (!). Bunun ardından kişisel muhasebe yapılacağı yerde %49 oy alındığında genel başkanlığı yürüten, seçilmiş başbakan Ahmet Davutoğlu’nun saray darbesiyle makamından uzaklaştırılması.

16 Nisan 2017 referandumu ve yeni anayasa süreci üçüncü aşamadır. Demokrasiyi sindirmiş hiçbir yerde görülmemiş, eşi benzerine ancak beşinci sınıf dünya ülkelerinde rastlanabilecek ucube, defolu ve Türk milletinin tüm siyasi geleneklerini yerle yeksan eden bir tek adam modelinin dayatılması. Bu modeli benimsemeyenlerin terör örgütü üyesi ilan edilmesine kadar uzanan kutuplaştırıcı dil. Devletin tüm imkanlarıyla yürütülen kampanyaya rağmen mühürsüz oyları saydırarak ucu ucuna çıkarılan ”Evet” kararı Cumhur İttifakının %65’i kutlamaya hazırlanırken hedeflerken, %51’i zor denkleştirmesi. Tüm lokomotif kentlerin ”Hayır” demesi.

Dördüncü aşama ise 24 Haziran 2018 Seçim sürecidir. 15 Temmuz hain kalkışmasının dillere pelesenk edilmesi, söylemlerin dönüp dolaşıp 15 Temmuz’a getirilmesi, mecliste ”Hocaefendi” diye ağlayanların bakanlıklarla ödüllendirilmesi ama maaşını ezkaza FETÖ’ye yakın bankadan çekenlerin hapsedilmesi. Kötüye giden ekonominin durmadan dış güçlere bağlanması, insanlar açken ”Millet bahçelerinde yatıp yuvarlanacaksınız” diyerek vatandaşın adeta tiye alınması. Medyaya devlet eliyle ambargo koyulması, Recep Tayyip Erdoğan ve AKP dışındaki hiçbir siyasi figüre zinhar yer verilmemesi, vermeye cesaret edenlere de aba altından sopa gösterilmesi. Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğini eleştirenlerin vefasızlıkla suçlanması.

 

31 Mart 2019 Yerel seçimleri beşinci aşama oldu. Yapılan tüm hataların şiddetlenerek sürmesi, insanların etnik kökenleri yüzünden ”Pontus, Ermeni” gibi ahlaka da mantığa da zerre uymayan biçimde kutuplaştırılması, kibirden gözlerin kör olması ve rakip adaya ”Kıyıdan köşeden birini bulup aday yapmışlar !” denilmesi. Ekonomiye uzaktan yakından alakası olmayan birinin, akraba kontenjanından ekonominin başına getirilmesi. Ağlayarak iş istemek zorunda kalanların doymamakla suçlanması ama öte yandan bilmem kaçıncı saray için inşaata tam gaz devam edilmesi. İnsanlar evine ekmek götüremediği için intihar ederken, saraylarda ejder meyveli kokteyllerle resepsiyonlar verilmesi. Sonuçta kaybedilen hayati kentler, elde kalan Konya ve Bursa.

Altıncı ve son aşama tabii ki 6 Mayıs 2019 sandık darbesidir. Milletin ikazının değerlendirileceği yerde eldeki sorunlara odaklanıp çalışmak seçilmiş belediye başkanına makamının teslim edilmemesi, yerine anlamsız gerekçelerle seçimin iptal edilmesi. Binali Yıldırım’a kendi kampanyasını inşa etme şansı bile tanınmaması, milletin ısrarla reddettiği nefret dilinin kullanılması. Muhalefetin PKK’yla beraber diye suçlanması ama seçime 3 gün kala Abdullah Öcalan’ın mektubunun devletin ajanslarından okunulması. Milletin sabrı ve aklıyla adeta alay edilmesi, sonuçta %10 puanlık tarihe geçecek hezimete ulaşılması.

AKP öyle bir anda %10 farkı yemedi, işler işte böyle bugüne geldi.

Peki AKP şimdi ne yapmalı? Her şeyden evvel nefret dilini terk etmeli, insanların onuruna değil gönlüne dokunmayı bilmeli. Farklı düşüncelerin terör faaliyeti olmadığını aksine kıymetli renkler olduğunu ve ancak farklı renklerin bizleri gökkuşağına taşıyabileceğini kafalara yerleştirmeli. Artık ”Yaptım, oldu !” demeden ”Böyle yapmaya ne dersiniz, gelin oturalım konuşalım beraber karar verelim !” demeyi öğrenmeli. Cumhuriyetin kurucu idealleriyle kavgayı bir kenara bırakmalı. Kibir kulelerini yerle bir etmeli, basın mensuplarına özgür bir ortam temin etmeli. Tek bir adamın iki dili arasından kurtulmalı, ortak akla ve istişareye dönmeli. Hukuka her ne gerekçeyle olursa olsun müdahale etmemeli, yok olan liyakati yeniden hakim kılmalı. Liderin gözüne gireceğim diye harikalar diyarındaymışız gibi şakşakçılık yapanlardan kurtulmalı, samimi, donanımlı ve sorgulayan kadrolarla yola devam etmeli. Recep Tayyip Erdoğan’a da sınırlar çizip bu sınırları aşmaması gerektiğini öğretmeli ve gerektiğinde Recep Tayyip Erdoğan’a da hatalarını açıkça söyleyebilmeli.

Demiştim ya ”Partiyi yönetenler özeleştiri yapıp, değişimi sağlayabilirlerse partiler yaşar.” diye.

İşte AKP için bu süreç resmen başladı, ya hatalarından ders alıp yenilenmeyi başaracak sonuçta eski şaşalı günlerini kaybetse bile Türk siyasetinde var olmaya devam edecek.

Ya da kalan ömrünü kibir içinde, ego içinde, hırs içinde yüzerek geçirip ANAP’ın yanındaki yerini alacak.

AKP İçin durum her ne kadar sıkıntılıysa, Türkiye için o kadar ferah. Öyle bir rüzgâr esiyor ki kardeşlik diyor ve reyhan kokulu türküler saçıyor havaya. Yeni bir gün doğdu doğacak. Kardeşlik dolu, barış dolu, güzellik dolu bir Türkiye kanat açtı açacak yeni ufuklara…

Ben bu rüzgâra inanıyorum, siz de inanın…

Çok güzel olacak, çok!