“Kırık Kalemden Damlalar”
Tarih bilgisi; bize geçmişten yer ve zaman çerçevesinde gelen ve onları sebep, sonuç ilişkisi içerisinde anlayıp, yorumlayarak geleceğimizi düzenlemeye yarayan bulgu ve bilgilerden oluşur. Öyleki fizik, kimya, biyoloji,tıp bilimleri doğrudan tarih bilgisi ile alakası olmadığı görülse de müspet bilimler dediğimiz bunları daha iyi çözümleyebilmemiz ve yeni keşiflerin önünün açılması için fizik,kimya biliminin, tıbbın gelişim tarihini bilmekte yarar vardır. Tarih biliminden doğru yararlanabilmek için, bize aktarılan bilgilerin ifsat edilmemiş olması gerekir. Bize ulaşan bilgilerin objektif olarak önümüze geldiğinde bir tarih biliminden bahsedilebilinir. Aksi halde bilimsel bir tarihten bahsetmek mümkün değildir. Tıpkı yanlış temel üzerine yapılan bir yapı nasıl er geç zararları ile karşılaşırsak, yanlış bilgilerde insanı hüsrana uğratır. Burada bize bilgi aktaranların “ilim namusu” taşıması gerektiği karşımıza çıkmaktadır. Zaafları çok olan insanın az da olsa namuslu davranması mümkün değildir. Geleceği ve geleceğini inşa etmek isteyen insanın tarih bilgisine ihtiyacı vardır. Tarih şuuruna sahip siyasetçi veya devlet adamlarınınyaptıklarında doğru ve başarılı olduklarını zaman bize göstermektedir. Günü kurtarmak için bazı mevzileri ele geçiren komutanın kalıcı bir zaferinden bahsedilemez.
Misali siyasetçi ve liderden verdik. Ancak bu söylediklerimiz diğer alanlar içinde geçerlidir. Şöyle ki büyük ölçekte ekonomide (makro) yer alan bir iş adamı iktisadi gelişme tarihi bilgisinden yoksun ise şirketinin geleceğini düzenlemesi mümkün değildir. Yine bir cerrah ameliyatlarda daha evvelce kullanılan araç ve gereçlerin gelişimlerini bilmiyorsa pratikte ihtiyaç duyabileceği yeni araç ve gereç üretmesi de mümkün değildir. İnsan aklı yalnız matematiksel bir yapıdan kaynaklanmaz. Hesap,kitap ve mühendislik çizimleri münhasıran matematiksel düşünmeyi gerektirir. Bu işin tabiatı gereğidir. Ancak sosyolojik,etik,estetik düşünce tarzları yalnız, mutlak akıl dediğimizden beslenmez İnsan aklı bir makine veya bilgisayar değildir. Duyu ve duygulardan uzak bir akıl sağlıklı değildir. Duygularımızın olumlu düşünceye yönelebilmesi için öncelikle kişinin mutlu olması gerekir. Kişinin mutluluğu yüzüne bir huzur ışığı indirir. Karşısında güler yüzlü bir insan gördüğümüzde ister istemez bizi etkisi altına alır. Bizde olumlu düşünceler çağrıştırır.Güler yüzlü olduğumuzda aynada yansıyan ışık gibi karşınızdakini aydınlatırsınız o da bu aydınlığı bize yansıtır. Güler yüz yankıya benzer ve ne söylersek bize aynısını söyler. Toplumların temelini ortak değerler oluşturur. İnsan haysiyeti, adalet duygusu, bilinçli merhamet bu kavram ve fikirler her hangi bir felsefi veya ideolojik düşüncelerden çıkarılmış değildir. Bunlar vicdanın oluşmasını sağlayan dini inançlardan beslenen ve yaratık olarak davranışlarımıza yansıyan kavramlardır. Bir hayvanat bahçesindeki gorilin, su havuzuna düşüp, çırpınan kargayı kurtarması insan olgusuyla değil, canlılarda var olan merhamet duygusuyla izah edilebilir.
Hayat tarzımızı,nakil ve akıl yoluyla elde ettiğimiz ve yaşam tarzımıza uyguladığımız bilgiler şekillendirir. Nakil ve Akıl çatışması yaşadığımız on üçüncü yüzyıldan bu yana akıl ve bilginin ihmal edilmiş olduğunu görmekteyiz. Aklın ve bilginin ihmal edilmesiyle, genel geçerli değerler üretilememiş, eskinin kabulü ve tekrarı ile yetinilmiş, dinin yerini de inançlar almıştır.
Bu gün içinde bulunduğumuz açmazlarımızın temeli İslam’ı iyi anlamamış olmamızdan kaynaklanmaktadır. Prof. Dr. Yümni SEZEN’in aşağıdaki tespitleri acınacak halimizin formüle edilmesidir.
1. Ayetler iyi anlaşılıp doğru değerlendirilmemiştir.
2. İslam’ın ilke ve hedefleri iyi anlaşılmamış, doğru değerlendirilmemiştir.
3. Hadis uydurma sahtekârlığına başvurulmuştur.
4. Takva züht ile özdeşleştirilmiş, züht ve takva diye birlikte kullanılmıştır.
5. Kadere iman doğru anlaşılmamıştır.
6. İslam siyasileştirilmiş, “Siyasî İslam” ekolüne geniş kapı açılmıştır. Devlet iyi anlaşılmamış, doğru değerlendirilmemiştir.
7. Fıkıh kendi çerçevesini aşmış, gayesinin ötesine geçmiştir.
8. Fıkhın durumuna ve İslam’ın siyasileşmesine tepki olarak doğan ve giderek eğitimi, özel olarak halkın eğitimini üzerine alan sufi düşünce ve uygulaması (tarikatlar, tekkeler, cemaatler v.b.) da yer yer çizgi ötesine geçmiş, İslam’dan uzaklaşma kervanına katılmıştır.
Yümni SEZEN Hocanın bu tespitlerine katılmamak mümkün değildir. İnsanı saf mana veya saf akıl olarak görmek kendimizi inkârdır. Asırlardır bu ikisi arasında bu kısır çekişmeler ruh ve fikir dünyamızda devam ederken hayat tarzımıza da şekil vermektedir.
Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzendesahrâlar
Uyan ey yârelişîr-i jeyân bu hâb-ı gafletten.
Namık Kemal’in dünden bu güne ışık tutan bu beytini hatırlamadan geçemedim.
İslam âleminin içindeki fetret durumuna bakınca, her şeyin açıkça ortada olduğu görülmektedir.