İlahiyatçı
Ayşe Sucu’nun Sözcü Gazetesindeki köşe yazısında şu cümleleri çok
dikkatimi çekti.
“Hamdi Yazır, Mehmet Vehbi Efendi, Rıfat Börekçi, Mehmet Akif, Seyyit
Bey dönemlerinin önemli simaları. Aralarında
fikir ayrılıkları olsa da cumhuriyete geçişte Atatürk’e destek veren bu
şahsiyetlerin ortaya koyduğu fikri seviye, günümüzde çoktan aşılmalıydı.
Gelin görün ki, onların bıraktığı yerde bile değiliz:
Ne ‘Ey
Müslümanlar uyanın, felsefe İslam’a çalışıyor’ diyen Hamdi Yazır‘a
kulak verdi günümüz dindarları; ne de dillerinden düşürmedikleri, ‘asrın idrakine
söyletmeliyiz İslam’ı’ diyen M. Akif‘e. Akıldan, bilimden ve
ahlaktan uzak dindarlık söylemlerde bile hükmünü sürdürür oldu.”
****
Cumhuriyet Dönemi Din Bilginleri
Ayşe
Sucu’nun iki önemli tespitinden ilkine göre, bir asır öncesinin dini
konularda yetişmiş şahsiyetlerinin fikri seviyesini geçmek şöyle dursun
gerisindeyiz.
Oysaki
ismi geçen şahsiyetler Osmanlı’nın çöküş döneminde yetişmişti. Cumhuriyetimizin
kuruluşundaki çalkantılı dönemde önemli hizmetler verdiler.
Kuruluş yıllarında okuryazar oranı yüzde 6-7 civarında olan, yaklaşık 10-12 milyon nüfuslu savaş yorgunu
bir toplumduk.
O çetin
şartlarda yetişenlere nazaran bugünkü din bilginleri de çok geniş imkânlara
sahipler.
Şimdi ülkenin
her yerine yayılmış 205 üniversitemiz var. Üniversitede okuyan öğrenci
sayısı 8,24 milyona ulaştı. İlahiyat Fakültesi sayısı 105’e erişti.
İsteyen herkesin bütün dünya
literatürüne ulaşabildiği, dünyada bilim ve teknolojinin inanılmaz imkânlar
sunduğu bir dönemdeyiz.
Bu
şartlarda din bilginlerimizin de dünyadaki emsalleri gibi önceki asırdaki
meslektaşlarını geçen fikri bir tekamülü başarmış olmaları umulurdu.
Konunun
uzmanı olan Ayşe Sucu’nun tespitinin doğruluğunu değerlendirmek haddim değil.
Fakat mübarek Ramazan Ayı vesilesiyle dinimizi anlatmak için ekranlara çıkan
kişilere bakınca bu acı tespiti kabul etmek zorunda olduğumuzu görüyorum.
*********************************
Atatürk Ve Dinin Mesajına Erişim
İlahiyatçı
Ayşe Sucu’nun ikinci tespiti ise günümüzde akıldan, bilimden ve ahlaktan
uzak bir dindarlık hâkim durumda.
Cumhuriyetin
ilk yıllarında kendisini Müslüman kabul eden kitlelerin İslam’ı anlaması ve
yaşayışı tahkike yani inceleme ve araştırmaya dayalı değildi. Tamamen telkin
ve tekrara dayalı ezberlenmiş bir dini hayat vardı.
Camilerde
Cuma hutbeleri bile Arapça okunuyordu. Kur’an’ın ve hadislerin Türkçe
meal ve tefsiri yoktu. Dinin mesajlarının aktarımı Arapça eğitim almış çok
az sayıdaki hocanın anlayabildiği ve anlatabildiği ile sınırlıydı.
Atatürk
dinin doğru anlaşılması için bu eksiklikleri giderdi. Halk Türkçe olarak
dinin mesajlarını okuma ve dinleme imkânına kavuştu.
Bu
muazzam başlangıçtan sonra, yüzyıla yakın bir zaman geçtiği halde, hala
dindarların çoğunun akıldan ve bilimden uzak olması anlaşılır ve kabul
edilebilir bir durum değil.
*********************************
Oruç ve Ahlak
Mübarek
Ramazan Ayında her sene sorulan “sakız çiğnemek orucu bozar mı?” “İftarı
hurma ile açmasak olur mu?” tarzı soruların yine soruluyor olması, kat
ettiğimiz yolu değil kaybettiğimiz yılları gösteriyor.
Fakat
yine de sosyal medyada farklı sorular ve cevapları da görmeye başladık:
·
Adaletsizlik
orucu bozar mı? Ya haksızlık etmek,
zulmetmek?
·
Fakir halkın
imkanlarıyla saraylarda, köşklerde, villalarda oturmak orucu
bozar mı?
·
Halkın çoğu
asgari ücret seviyesinde gelire sahipken ve asgari ücret açlık sınırının
altında iken 3-5 yerden ballı maaş almak orucu bozar mı?
·
Yalan
söylemek orucu bozar mı? Ya iftira
etmek?
·
Rüşvet
almak orucu bozar mı?
·
Kamu
malını israf etmek, lüks ve şatafat içinde yaşamak orucu bozar mı?
Elbette hem orucu ve hem de imanı bozan haller bunlar.
Bu ve
benzeri soruları ve doğru cevaplarını camilerde imamlardan duyamazsınız.
“Kütük
ağlıyordu” diye hikayeler anlatarak halkımızı ağlatan bezirganlardan da
duyamazsınız.
·
Peygamber
sünneti “meşvereti” yani ortak aklı reddedip, iradenizi bir
kişiye devretmenin dindeki yeri nedir?
·
“İşi
ehline veriniz” emrini
“makamlara yakınlarınızı yerleştirin” olarak anlayıp uygulayan “dindarlar”
Cennete mi gider, Cehenneme mi?
Bu gibi
soruların cevabını ne Diyanet İşleri Başkanlığından ve ne de İlahiyat
Fakültelerimizin dekanları ve profesörlerinden de duyamıyoruz.
Çünkü
sadece akıl ve bilimden uzaklaşmakla kalmadık. Ahlaksız bir dindarlık
olabileceğine inanan bir zihniyeti ülkemize hâkim kıldık. Dindarlarımız
ahlak üretemiyor.
Oysaki İslam
peygamberi “ahlak peygamberiydi” ve “güzel ahlakı tamamlamak üzere”
gönderilmişti.
Peki
neden bu hale geldik?
*********************************
Dindarlar Neden Ahlaksızlıkların Parçası Olurlar?
1930’ların
Almanya’sı bilim ve kültürde çok yüksek seviyede idi. Fakat bu toplum bile
Hitler gibi birinin peşine takıldı. Geri kalmış ülkelerde bu daha da kolay
olabiliyor.
Özgür Koca imzalı bir makalede bu sürecin sebeplerine dair makul açıklamalar
buldum:
“Bireyin grup içinde kaybedilmesi ile kötülük arasında çok yakın bir ilişki vardır. Naziler
birey olamadıkları için o kötülükleri yaptılar. Emir komuta zinciri
içinde düşünme ve değerlendirme kabiliyetini yitirir insan. Grup bireyi
yutar.”
“Ancak kendi
aklıyla düşünmeye cüret edenler grup olarak işlenen cinayetlerin önüne
geçebilir. Birey olamayan insan daha kolay şiddet ve ahlaksızlık üretir.”
Türkiye’de de yaşanan
bütün olumsuzluklara, ağır ekonomik kriz ve derin yoksullaşmaya rağmen, ahlaki
yozlaşmanın birer parçası olarak kalan “dindarlar” da aynı durumda değil mi?
Kötülükler üreten ve ahlaki olmayan yollara başvuran bir yönetim tarzına destek verenler için bir
başka makul açıklama daha var:
Bunlar
kendilerini kutsal bir görev yapacak bir partinin, bir örgütün, bir
cemaat veya tarikatın, seçilmiş bir grubun (fırka-i naciyenin) parçası
kabul ederler. “Kadrolaşma gibi ahlaken problemli tavırları meşrulaştırırlar.
Ne de olsa bunu seçilmiş olan grup mensupları, kurtarmak istedikleri
kalabalıklar için yapmaktadır.”
Şüphesiz
bu mazeretler “ahlaksız dindarları” kanuni sorumluluktan kurtarmaz.
Bu mazeretlerin ahirette hesap verirken de faydası olmaz.