Bildiğiniz bir haberi, TRT’den aldığım şekliyle aktarıp, sizlerle değerlendirmek istiyorum.
“Maliye Bakanlığı ÖTV’yi benzinde 20, motorinde 15 kuruş artırınca Türkiye akaryakıttan alınan vergilerde dünya şampiyonu oldu.
3 lira 19 kuruş olan bir litre benzindeki vergi yükü 2 lira 20 kuruşa çıktı. Yani son zamlarla birlikte bir litre benzin fiyatının yüzde 69′ u vergi oldu. Böyle olunca da akaryakıt kaçakçılığının artacağı endişesi başladı.
Türkiye’de yıllık 2 buçuk milyon ton kaçak akaryakıt tüketildiği tahmin ediliyor. Bunun vergi kaybı 3 milyar dolar.
Serbest piyasa modeline geçilen 2005 yılından beri tutulan veriler bunu doğruluyor.
Son 4 yıldaki akaryakıttaki tüketim sürekli azalma gösterirken, bu dönemde trafiğe çıkan yeni araç sayısının yüzde 30 artması dikkat çekiyor.
EPDK son vergi artışı sonrası akaryakıt sektörünü mercek altına aldı. Denetimler sıklaştıracak.”
Akaryakıttan alınan vergiler, gelir durumu iyi veya kötü olan herkese aynı oranda uygulanıyor. Gelir dağılımı çok bozuk olan ülkemizde, özellikle alt ve orta gelir grubundaki tüketicileri ezen adaletsiz ve insafsız vergiler bunlar.
Bir yandan harcamalarını artırmak için “çarşıya çıkın” kampanyaları yapan hükümet, bütçe açıklarını kapatmak için akaryakıt ve tütün mamullerine yaptığı vergi zamları ile çare arıyor.
Ekonomik bir akılcılığa dayanmayan vergi oranı artışının, vergi tahsilâtını artırmadığı gibi, vergi kaybına yol açtığı, kaçak kullanım ve kayıt dışılığın artmasına sebep olduğu biliniyor. Hükümet de aslında bunu biliyor olmalı ki, otomotivde, beyaz ve kahverengi eşyada yaptığı vergi indirimlerine rağmen beklediğinin üzerinde vergi toplamayı başarmıştı.
Akaryakıt üzerinden alınan vergiler zaten çok yüksek olduğu için, kaçak akaryakıt kullanımı çok artmıştı. Türkiye’de üretilen benzinin yarısı içeride tüketilemediği için 74 kuruşa ihraç edilirken, dışarıdan kaçak gelen akaryakıtı, üç katından fazla fiyatla kullanmaya devam ediyoruz. Bu haksız kazanç hem oran olarak ve hem de miktar olarak artmaya devam edecek. (Bu kazancın ne kadarının terör örgütüne gittiği de bilinmiyor.) EPDK’nın sektörü mercek altına alması ve denetimleri ise lafta kalacak, bu güne kadar ne kadar etkili olduysa bundan sonra da o kadar olacak.
Şu anda hala (talep yetersizliği nedeniyle) “enflasyon riski yok” diye bu vergi artışlarını yapanlar bilsinler ki, talep kısıcı politikalarla bu krizden çıkılamaz. Hele hele işsizlik belasına en ufak çare bulunamaz.
“Fakir fukaranın, garip gurabanın yanında olmak”, “hortumlamaların önünü kesmek” böyle mi oluyor? Hani Türkiye iyi idare ediliyordu, hani krizi en hafif biz atlatıyorduk…
“Global kriz” denilen kasırgadan en az etkilenen ülke olacağımız söylenirken, ülke ekonomisi en çok küçülen biz olduysak.. İşsizlik oranı en yüksek ülke olmayı başarıp, her üç gencimizden birini işsiz olmasını gerçekleştirmişsek.. Gelir dağılımı en bozuk ülkelerden biriysek.. Cumhuriyet döneminde binbir fedakarlıklarla oluşturulmaya çalışılan sanayi tesislerimizi, finans kuruluşlarımızı, hizmet sektörümüzün değerli kuruluşlarını, telekomünikasyon şirketlerimizi, limanlarımızı vd varlıklarımızı yabancılara teslim etmemize rağmen, en borçlu ülkelerden biriysek.. Bu ülke iyi idare edilmiştir diyebilir miyiz?
Ülkemizin dört bir yanında yapılmakta olan bölünmüş (duble) yollarla, hızlı tren projeleri ve havayollarındaki gelişmelerden mutlu oluyorum. Bütçenin kısıtlı imkânlarıyla gerçekleşen bu güzel yatırımların, bir de bütçemizin yarıdan fazlasını götüren, (dünyanın en yüksek faiz oranlarıyla ödünç aldığımız) borçların ödemeleri ve faiz yükümüz olmasaydı hangi boyutlarda olabileceğini düşününce hüzünleniyorum.
“Borç yiğidin kamçısıdır” diyerek bu günlere getirildik. Son hükümet bundan öncekilerin toplamı kadar borçlanabilmiş olmayı övünç vesilesi saydı. İlk defa bu borç sarmalının dışına çıkacak yeni bir yol haritası çizilme umudu var gibi idi.
Hükümet IMF ile anlaşma yapma konusunda isteksiz davranmakta iken, böyle bir irade içinde mi tam belli değildi. Bir yandan görüşmeler sürerken, bir yandan anlaşma yapma konusundaki isteksiz tavır devam ediyordu. Ancak son zamların IMF ile anlaşmak için altyapı oluşturmak, “gelir artırıcı önlemler alındığını” göstermek için yapıldığı söyleniyor.
IMF ile anlaşmamanın kısa dönemde bir bedeli olabilir. Ancak uzun dönemde, 1950 li yıllardan beri girdiğimiz bu sarmaldan çıkış için, hükümet sağlam bir irade koyarsa, vatandaşlar olarak fedakârlığa razı olmamız gerekir.
Hükümet eğer ben borç sarmalından çıkmak için sağlam bir irade içindeyim ve bunun için, (Mustafa Kemal’in Kurtuluş için seferberlikte istediği gibi) “fedakârlık istiyorum ey halkım” diyebiliyorsa, ben kendi adıma sadece bu şartla ve bir dönem için, ekonomik daralmaya da, giderlerimi artırıcı zamlara da eyvallah demeye hazırım.