Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Güzel Sanatlar Müdürlüğü’nün 23.03.2021 tarih ve 1178470 sayılı Bakanlık
onayı ile ülke genelinde koro ve topluluklarda birleştirme ve isim değiştirme
bahanesiyle “Türk” kelimesi koro isimlerinden kaldırılmış
bulunmaktadır.
Bundan
sonra “Türk Halk Müziği Korosu, Türk Sanat Müziği” denilmeyecek, diyenlerin
diline herhalde acı biber sürülecektir.
Daha “Andımız” tartışması nihayete ermeden, neden
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” demeyi kaldırdığımız izah edilememişken ve
durup dururken bu nereden çıktı? Bir taraftan MHP’yi tahrik etmek, diğer
taraftan Türk kimliği ile alakalı olarak herhangi bir problem varmış gibi bir
algı oluşturmak. Böyle netameli bir kararı Kültür ve Turizm Bakanı nasıl
imzalayabiliyor?
Türk
halkından %50 den fazla oy almış bir parti sayesinde, atanmış bakan olarak,
koltuğunda hasbelkader oturan Mehmet Nuri Ersoy’un Türklük ile alakalı bir
sıkıntısı mı var yoksa?
Bakan
Bey şunu iyi bilsinler ki, ben halis muhlis Türkoğlu Türk’üm. Türk
olmaktan da daima şeref duyarım, gurur duyarım. Zira ta ilkokula başladığım
tarihten itibaren, yıllarca “Ne Mutlu
Türk’üm Diyene”diye bangır bangır bağırdım. Bu sebeple “cinsim, özüm
Türk” olduğu gibi ayrıca Türklük ruhuma da işlemiş bulunmaktadır. Bu Türklük
ruhunu ben ölmeden oradan kimse söküp atamaz.
Kısaca
ifade etmek icap ederse, Ziya Gökalp’in deyişi ile “Türk Milletindenim, İslam Ümmetindenim, Garp Medeniyetindenim.” Ayrıca Kayı Boyundan gelme, Türkoğlu Türküm ben. 1970’li yıllarda
Milliyetçi ve Muhafazakâr Gençliğin meydanlarda slogan olarak kullandığı “Hıra Dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar
Türk’üm” ifadesini canı gönülden benimseyenlerden birisiyim ben. Bu
memleketin insanlarının kahir ekseriyetininde benim gibi düşünmekte olduğu
hususu da izahtan varestedir.
Mehmet
Nuri Ersoy’un o koltukta oturmasında benim verdiğim oyun bir rolü varsa ki,
olduğuna inanıyorum, bu sebeple ben hakkımı hiçbir zaman helal etmiyorum.
Birde
şu hususu merak ediyorum: Şair Mehmet Emin Yurdakul “Cenge Giderken” isimli şiirinde,
“Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur
/ Sinem özüm ateş ile doludur”diye haykırmaktadır. Bakan Bey acaba buradaki “Ben bir Türk’üm” ifadesini değiştirebilecek
mi?
Bu cümleden olarak, üzülerek
ifade edeyim ki, muhalefet partilerinin Değerli Başkanımız Recep Tayyip
Erdoğan’a yapamadıklarını, Erdoğan sayesinde koltuklarında oturanlar pervasızca
yapmaktadır.
AK PARTİ Lideri, Başkan Tayyip Erdoğan’ın kılı kırk yaran
hassasiyeti ve dikkati maalesef ki, bazı kademelerde gerekli karşılığı
bulamamaktadır. Bu durumda helal rızkının peşinde koşan, ticaret yapıp helalinden
kazanan, sabah evinden rızkı için çıkıp, ücreti karşılığında çalışan ve evine
huzuruyla geri dönen milyonlarca insanın hayalleri karşısında böyle küçük
hadiseler can sıkıcı bir durum arz etmektedir. Fakat bunlarla mücadele etmek,
en başta partili Milletvekilleri olmak
üzere, samimi AK PARTİ’lilerin en önde
gelen vazifelerinden birisi olmalıdır.
*********
Yozlaşma Alametleri
Şatafat, haksız kazanç, rant dağıtma,
kolay yoldan zenginleşme, her iktidara gelen partinin en büyük imtihan vesilesidir.
Bu
itibarla, iktidar olan partiler bu ve buna benzer problemler ile alakalı hususlarda
yaptıkları mücadelede ne kadar başarılı olurlarsa, halkın teveccühüne de o
kadar çok mazhar olurlar. Bunu yapamayan siyasi partiler ise hiçbir zaman seçmenden
kâfi derece de itibar göremezler.
Nitekim
yılların ana muhalefet partisi, hiçbir zaman oyunu artıramamaktadır ve 20
yıldır girmiş olduğu bütün seçimleri de kaybetmiştir. Bu partinin hataları ve
halkla bütünleşmesine mâni olan problemleri AK PARTİ’yi rehavete sürüklememeli;
teşkilat mensuplarının ve yöneticilerin yozlaşması ve partinin içeriden
çürümesine gerekçe olmamalıdır.
Abdurrahman
Dilipak’ın AK PARTİ’nin sosyolojik tabanı hakkında yaptığı
tespitlere kulak vermeliyiz. “Fuhuş, uyuşturucu, marka ve lüks tutkusu derken,
bizim ‘modern muhafazakârların’ geldiği nokta, dudaklarınızı uçuklatacak
hale geldi” diyerek yazdığı rezaletler içimizi yakıyor. “Siyasilerimiz,
bürokrasimiz, ahlak zafiyeti içinde” tespiti keşke yalan olsa.
“Kimileri
Lale Devri sosyetesinin yaptıklarını Osmanlı zannediyor, kimileri mevlitleri
bile party’lere dönüştürüyor. Artık ilahiyatlarda bile namaz kılanlar yüzde 50.
İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başladık.”
Dilipak,
Muhafazakâr camiadaki bu yozlaşmanın temelindeki gerçeğe dikkat çekiyor: “Haram
para, cüzdanda durduğu gibi durmuyor. Bu işlerin içinde siyasilerin, bürokratların
yakınları var. Bunlar biliniyor” diyor.
Tıpkı Kürşat Ayvatoğlu rezaleti gibi. Daha 20 yaşında
iken, üstelik tahsil durumu da müsait olmadığı halde, Kastamonu Belediyesine
kapağı atıp bir süre orada çalıştıktan sonra, AK PARTİ Genel Merkezinde
çalışmaya başlaması bir talihsizliktir. Zira buralarda çalışırken kısa sürede
zengin olmuş, 7 yılda şirket sahibi olmak suretiyle, milyonluk lüks arabaların
alım ve satımını yapmaya başlamıştır.
Bu
haram paralar nasıl bir mekanizmanın parçası olarak kazanılmıştır? Bu haram
paralarla yaşadığı sefih hayata rağmen bu şahsa referans olanlar kimlerdir? açıklığa kavuşturulmalıdır.
Kürşat
Ayvatoğlu, “Daha fazla nüfuz sahibi
olma, olduğundan faklı görünme çabasıyla gücün yanında görünme, Hükümetteki,
güçlü insanlar ile fotoğraf vererek kendime yeni kapılar açmak düşüncesi ile AK
PARTİ’ye kapağı attım” diyor.
Bu
yozlaşmış mekanizma nerede varsa derhal ıslah edilmelidir.
Bu
arada şu hususu da ifade edeyim ki, AK PARTİ’nin rakibi CHP, İYİ Parti veya
başka bir parti değil, AK PARTİ’nin rakibi, partinin içinde olup Başkan Recep
Tayyip Erdoğan’ın yanında olmayan AK PARTİ’lilerdir.
Şimdi
burada insanın aklına iki soru geliyor:
-AK PARTİ içinde bu ve buna benzer daha kaç kişi vardır?
-Bu gibi kimselere kimler referans olmaktadır?
Bu iki sorunun peşine düşüldüğü ve bu işte parmağı olanlar ortaya
çıkarılırsa, AK PARTİ eski hüviyetine ve gücüne kavuşabilir. Aksi takdirde, hem
büyük ölçüde AK PARTİ zarara uğrayacak, hem de AK PARTİ’ye gönül vermiş olan
vatandaşlar hüsrana uğrayacaklardır.
Benden söylemesi.