Ahlat’ın Düşündürdükleri

50

 

Doğu Anadolu Bölgesi’nde Bitlis iline bağlı olan Ahlat, Van Gölü’nün kuzey-batı kıyısındaki sırtlardan birine yaslanmış, eski bir yerleşim merkezidir. İlçenin kuzey-doğusunda Süphan, batısında Nemrut dağları yer alır.

Bitlis ilinin başlıca düzlüklerinden biri olan Ahlat  ovası ve ilçesi, bu dağlarla Van Gölü arasında uzanmaktadır.

Ahlat, Ortaçağ’ın en büyük, en kalabalık ve en müstahkem şehirlerinden biriydi.

Kıyıdan 2 km. içerdeki Harapşehir denilen eski Ahlat şehrinin yıkıntıları hâlâ ayakta.

Ortaçağ’ın önemli bilim ve sanat merkezlerinden olan Ahlat’ta; çeşitli dönemlerden kalma eserler sayısızdır. Nitekim XII. ve XIII. asırlarda yaşamış Ahlatlı âlimlerin mevcudiyeti, Anadolu’daki bazı mimarî eserlerin Ahlatlı mimar ve sanatkârlar tarafından yapılmış olması bunu gösterir.

Ahlat, Ortaçağ’ın “Kubbetü’l-İslâm” adıyla anılan üç büyük şehrinden (Belh, Buhara, Ahlat) biridir. Tarihi çok eskilere uzanır.

Bugün eski Ahlat şehri tamamiyle terkedilmiş durumdadır. İki kilometre doğuda kurulan yeni şehir, gölün kıyılarına kadar uzanmaktadır. Eski Ahlat ile yeni Ahlat arasında ise kümbetler ve geniş mezarlıklar bulunmaktadır. Mezar taşları, kabartma ve süsleriyle ayrı bir özellik gösterir.

Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerini barındıran mezarlar, günümüzde bir açık hava müzesi hâlindedir.

Günümüzdeki özelliğini ise XI. asırda İslâm-Türk hâkimiyetiyle kazanmaya başlayan Ahlat; Alparslan devrinden itibaren (1063) Anadolu’ya yapılan akın ve fetih hareketlerinde bir üs olarak kullanılmıştır.

Yine Ahlat, bugün dünyanın sitayişle bahsettiği ve yokluğunu her an hissedip dile getirdiği Dünya Devleti Osmanlılar’ın ecdadına ve bunlara  riyaset  / başkanlık eden Kayı Ulusu’nun bir oymağına  vatan vazifesini görmekle bahtiyar olmuş. Velhasıl gün görmüş, kutlu bir şehirdir.

Ahlat, sekiz mahalleden oluşur. Mahalleler, birbirinden kopuk, yerleşim kümeleri hâlindedir. En gelişkin ve en yoğun yerleşim alanı kıyı ve iskele çevresidir.

Kıyıdan 2 km. içeride doğal mağaraların bulunduğu yerde ise, eski Ahlat şehrinin kalıntıları vardır. Günümüzde Ahlat; bağlık bahçelik, şirin bir ilçe merkezi vaziyetindedir.

X

Ahlat, Harapşehir sırtlarındaki 1224 depreminde yıkılan Urartular’ın Eskikale’siyle, hele Selçuklu ve Beylikler dönemi mezar taşlarındaki harikulâde çeşitlilik ve her biri mahza / sırf birer sanat şaheseri olan (XII. –  XIV. asırlara ait) binlerce mezar taşlarıyla.

Türk Sanat Tarihi’ne merkez olan ve Kültür Tarihi bakımından önemi bulunan altı tarihî mezarlığıyla.

XIII. –  XV. asırlarda yaşamış meşhur kişilerin türbeleri olan kümbetleriyle.

Ahlat’ın yarım milyonluk bir şehre yetecek genişlikte tarihî mezarlıklarıyla.

Yazıtlarıyla ve bezemeleriyle, Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerinin sergilendiği mezar taşlarıyla, ki bu mezar taşları, Ahlat’ın bir dönemin parlak bilim ve sanat merkezlerinden biri olduğunu kanıtlamaktadır.

Ayrıca saray, köşk kalıntıları, cami ve köprüleriyle.

232

İran seferi dönüşünde (1554) Ahlat’ta konaklayan Kanunî Sultan Süleyman tarafından yapımı Mimar Sinan’a buyurulan ve II. Selim zamanında (1568) tamamlanan Van Gölü kıyısındaki Yenikale ve o zamanki yeni Ahlat’ıyla.

Kale içindeki, Kanunî Sultan Süleyman’ın vezirlerinden İskender Paşa’ca 1564 – 1565’te yaptırılan İskender Paşa ve Kadı Mahmut tarafından 1584 tarihinde inşa edilen camileriyle.

Ayrıca XVI. –  XVII. asırlara ait bazı Osmanlı mezar taşlarıyla.

Osmanlı devrine ait camileriyle.

Kesme taştan yapılmış olup “Tümülüs tarzında eski Türk mezarları” şeklinde tanımlanan ve Ahlatlılarca AKIT denen toprak seviyesindeki hafif tümsekli mezarlarıyla.

Ahlat, Ortaçağ Türk Mimarisi mezar şekillerinin topluca incelenebileceği, eşi bulunmayan bir açık hava müzesi manzarası arzeder.

X

Şimdiye kadar çok tarihî eserler, kalıntılar gördüm. Hiçbiri beni  Ahlat’ınki kadar heyecanlandırmadı. Çünkü “Essebebü ke’l-fâil” yani  “Sebep olan yapan gibidir.”  hükmünden hareketle, Ahlat’ı; bin yıllık şanlı tarihimizin başlangıç noktası bildim.

Aslında Türkiyemiz, bir uçtan bir uca Açık Hava Müzesi. Ahlat ise bunun somut bir minyatürü.

Önce ağaç dikip sonra ev yapmak, önce bahçeyi hazırlayıp  sonra ortaya evi kondurmak, çok büyük bir medeniyet geleneği olup; Ahlat’ın tapusuna has bir âlâmet-i fârika olsa gerek.

Ahlat’ta, Türk Tarihi’nin cereyan tarzını gösteren bir filmi seyreder gibi oluyor insan.

Ahlat, Anadolu’nun baş tapusu hükmünde tam bir açık hava müzesi.

Bir ayna ne kadar yükseğe konursa, sağını solunu o kadar çok gösterir. Ahlat Tarihine kadar geriye giderse o nispette  -ayna misâl-  geçmişi ve geleceği içine alan (bilhassa şimdiki siyasîlerimiz için) geniş bir görüntü verir. Geçmişin ibretli ve şanlı sahîfeleri, geleceğin güzel Türkiyesi gözler önüne serilir.

Ahlat’ta selef-halef kucak kucağa. Arapların selef, Türklerin onlara hayrü’l-halef yani iyi ve hayırlı bir halef olmaları canlılığını hâlen koruyor. Bunun bir misali Müslüman-Arap mücahidi Abdurrahman Gazi’ye  gösterilen ve gittikçe artan ilgi ve alâkadır.

X

Bizim tarihimizin bir vechi de, vatan tapusunu savaş meydanlarında, zaman zaman tescil ve tevsîk ettirmekle, yeniden sağlama almakla geçmiş olmasıdır.

Bugün mevcut tapuları, tarih mahkemesine başvurarak, ilmen ve mânen yeniden tescîl ettirmek zorundayız. Çünkü tapularımızı, içeride – dışarıda geçersiz saydırmak isteyenler var!

X

Koç heykelleri Ahlat’ı Anadolu’nun diğer yerlerine irtibatlıyor ve oranın sahibi, buranın da sahibidir diyerek, yanlış kanaatları düzeltiyor. Çünkü tarla kimin ise, tohum onundur. Tohum kimin ise tarla onundur.

Haksız olup, haksızcasına hak iddia edenler, gelsinler Ahlat’ı gezsinler. Müşahhas ve somut mühürleri görsünler, iddialarının ne kadar yersiz olduğunu anlasınlar. Çünkü bu mübarek topraklar, bu aziz milletin kılıç hakkıdır. Kimlerden aldığı ve kaça mal olduğu bellidir. Bu kutsal vatan kadar bahası ağır ödenen bir başka ülke bilmiyorum.

Ahlat kalıntılarında dünün müşahhas / somut hâlini, insanında ise dünkü ecdadın asîl çehresini, aydın yüzünü, güzel ahlâkını görmüş gibi heyecan duyuyor insan. Bu bakımdan ne kadar iftihar edilse azdır.

Ama şarta bağlı. Geçmişi unutmamak şartına. Çünkü nereye gideceğini bilenler; nereden geldiğini bilenlerdir.

233

Ağacın yükselişi; köklerin derinlere doğru süzülmesine bağlıdır. Siz de ne kadar maziye eğilirseniz, o nispette aydınlık yarınlara, alnınız açık, yüzünüz ak olarak koşarsınız.

İnsan; Ahlat’ın sadece taşında, duvarında değil; giyinişinde ve kuşanışında, sesinde ve sazında; güzel, mübarek ve asîl insanlarının  ışıldayan derin gözlerinde  dünü görüyor, geçmişi okuyor, yarını tahmin edebiliyor.

Bu şehrin asıl sahipleri ve şu anda bile bekçileri olan şanlı ervahınyani ecdâdın azîz rûhları bana:  “Bizi asıl idare edenler; dirilerden ziyade ölülerdir.” Hükmünün  gerçekliğini bir kere daha hatırlatmakta.

Çünkü bu topraklar altında bir ve aynı ruhu taşıyan milyonlarca şehit bedeni yatıyor. Şunu iyi bilelim ki, zaman ve mekânın perde olamadığı;Doğu’da, Batı’da, Kuzey’de, Güney’de, Dünya’da ve hattâ Berzah’ta bulunsak bile, onlarla mânen aynı mecliste sayabiliriz kendimizi. ZiraEcdadın mânevî yardımları  devam ediyor.

X

Ahlat’ı anlamakta, Doğu Gerçeği’ni yanlış anlamalara son verecek tılsım var.

Ahlat’ı anlamakta, bugünün sun’î  mes’elelerinin mesnetsizliğini anlamak var.

Ahlat’ı anlamakta, Anadolu’nun bahtını aydınlatacak ışık var.

Bin seneden beri İslâm Âlemi’ni kahramanlığı ile memnun eden, İslâm Birliği’ni muhafaza eden ve insanlığın mutlak inançsızlıktan, şanlı bir şekilde kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk Milleti ve Türkleşmiş olanların ey bugünkü torunları! Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına, aynı inanç ve ruha sahip çıkmazsanız, size kesin olarak söylüyorum ki, daha önce kazanmış olduğunuz İslam Âlemi’nin sevgi ve kardeşliğini kaybedersiniz. İslâm Âlemi’nin kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk Milleti’ne karşı onların bir soğukluk duymasına sebep olursunuz. Yine İslâm Dünyası’nı mutlak inançsızlık altındaki anarşiliğe mağlup düşürerek, İslâm Âlemi’nin kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk Milleti’nin  -Allah göstermesin-  parça parça olmasına sebebiyet verirsiniz.

Fakat bütün bunlara karşı, İslâmiyet hakikatiyle kaynaşmış ve birleşmiş ve bütün mazideki şerefini İslâmiyette bulmuş bir millet olarak, sadece sizler dayanabilirsiniz.

Ey bu milletin hamiyet-perver ve milliyet-perverleri olan Ahlatlılar! Her şeyden evvel bu, İslâm’la aynîleşmiş milliyetinizin can damarı hükmünde olan inançlarınızı esas tutmak ve onlara sarılmakla ancak, hem kendinizin hem de başkalarının yanlış gidişatını durdurabilirsiniz.

X

Velhasıl, Türkiye’ye kefen biçenler, Türkiye’yi mozaiklerle parselleyip, farklı kimlik peşinde koşanlar, gelsinler Ahlat’a.

Türkiye’ye hayalî ve sahte tapu çıkartmak isteyenler, gelsinler Ahlat’a.

Ve kimin malını kime peşkeş çekmek istediklerini görmek isteyenler gelsinler Ahlat’a diyor ve Ahlat’ı taşıyla, toprağıyla ve bütün ahalisiyle mübarek gördüğümden, Ahlatlılar’ı ve onların şahsında bu memleketi tebrik ediyorum.

 

 

 

234 – 235

 

 

Önceki İçerikNecmeddin Sefercioğlu,3 Mayıs 1944’ün 70. Yıldönünümünde O Günlerin Objektif Değerlendirmesini Yapıyor.
Sonraki İçerik70. Yılında 3 Mayıs 1944 Türkçülük Şahlanışı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.