Milletlerin tarihi ve geçmişleri, kültürleri sosyal yönden olduğu kadar ekonomik alandaki zenginlikleri ile de önem kazanır. Türk tarihinde bu zenginliklerimiz ve değerlerimiz içinde ahilik çok önemlidir ve önemli yeri vardır. Kültür ve medeniyetimizin özünü teşkil eden ahilik, Orta Asya da milletimizin ortaya koyduğu bir kültürdür. Müslüman Türk’ün hem dünya için, hem de ahret için Orta Asya ve Anadolu coğrafyasında kurduğu bir medeniyet eseridir. Ahilik “İmanın ilimle beslenmesi ve çalışma ile şekillenmesidir.” Dini-mesleki karakterli, kültürel, sosyal ve ekonomik bir oluşum olup, hem dünyevi hem de uhrevi boyutu olan manevi ve maddi ayağı olan bir sistemdir. Ahiliğin manevi boyutunda Peygamber ahlakı olup, kişinin kendi rahat ve huzurunu, hayatını başkaları için feda etmesi anlayışı vardır. “Allah yolunda sarf edin kendinizi, kendi elinizle tehlikeye atmayın, işlerinizi iyi yapın, şüphesiz Allah iyi iş yapanları sever” ilahi hükmü ve “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” prensibi esas alınmıştır. Ahiliğin maddi boyutunda ise, ahlaki kurallar içinde çalışmak, üretmek, alın teriyle kazanmak vardır. İnsanlar arasında dayanışma ve kaynaşmayı kurmaya çalışan insanlar arasında sevgi, saygı ve yardımlaşmanın temelini oluşturan sosyal ve ekonomik yönden işleyen siyasi, askeri ve kültürel yönleri de bulunan bir düzendir.
Ahilik hem işyeri, bir okul, bir aile ocağı hem de geçim kapısıdır. Ahilik binlerce yıldan beri süregelen Türk kültür medeniyetinin ve Türklerin kabul ettiği İslam dini ile kültürünün kaynaşmasından doğan bir kültür sistemidir. Türkler İslam dinine girerken bu dinin birçok esaslarına, değerlerine ve kurumlarına talip oldular ve bu dinle birlikte kendi kültürel değerlerini de Türk-İslam ruhuna, yaşayışına kattılar.
Türkler İslam la şereflendikten sonra Türkistan’dan Anadolu’ya kadar olan coğrafyada esnaf ve sanatkarlar arasında bir bağlılık ve kardeşliğin ancak bir teşkilatla devamlı ve bir arada dayanışma ve kaynaşma içinde olacağına inanmışlar, aramışlar, buldukları ahiliği hayatlarına uygulamışlar, ahilik kültürünü bünyelerinden çıkarmışlardır.
Ahi kelimesi Türkçede “eli açık, cömert, yiğit” anlamına gelen “akı” kelimesinden ileri gelmektedir. Ahi kelimesi Arapçada da “kardeşim” anlamındadır.
Ahiliğin ilk temelini Fütüvetnameler teşkil eder. İslam memleketlerinde çok önceden mevcut olan fütüvetle yakın ilgi kuran Türkler 11.yüzyılda kendilerine göre bunu geliştirdiler. Fütüvet kavramı fedakarlık, iyilik, yardım, insan severlik, hoşgörü, nefsine söz geçirme gibi erdemleri ifade eder. Fütüvet kelimesinin kökü olan “feta” iradesine hakim olan nefsini yenen kimsedir. Fütüvet sahibi olmanın dokuz basamağı vardır. Olgun ve mükemmel insan olmak için bu basamaklardan geçmek gerekiyordu. Bunlar ise sözünde durma, doğruluk, güven verme, eli açıklık, alçak gönüllülük, bağışlayıcılık, dindarlık, başkasının ayıbını görmemek, olgun kişi olmaktır. Bu fütüvet namelerdeki kurallar, birçok tarikat ve dini cemiyetlerce benimsendiği gibi ahiler de benimsemiş ve uygulamışlardır.
Ahilikte ahi adıyla anılan kişi sanat, ticaret ya da bir meslek koluyla uğraşırken, fütüvetçiliğin bildirdiği kuralları ve ahlaki nitelikleri de öğreniyordu. Hem sanatın inceliklerini, hem de ahlaki nitelikleri aynı zamanda öğrenmiş oluyordu. Fütüvetin tarihe geçmesine 34. Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah (1180-1225) sebep olmuş, İslam ve Türk ülkelerinde o zamana kadar her biri kendi başına hareket eden ve dağınık halde bulunan fütüvet teşkilatlarını ıslah etti ve örgütlenmelerini sağladı. Fütüvetname adı verilen nizamnamelerle bu kuruluşun usul ve kaidelerini yeniden tespit ve tanzim etti.
Ahilik, Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin ortaya koyduğu Ahi Evran’ın öncülüğünde Kırşehir’de yayılan sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi yönleri de olan bir milli, kültür, iman, ahlak, yiğitlik ve cihat hareketidir.
Ahi teşkilatının kurucusu Ahi Evran’dır. Azerbaycan’ın Hoy kasabasında 1171 yılında doğmuş, esas ismi Nasiruddin Mahmut Hoy’dur. Ünlü alim Fahruddin Razi’den fen ilimleri derslerini, Şehabüddin Sühreverdi’den tasavvufi bilgiler öğrendi. Sonra Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah’ın daveti üzerine, fütüvet teşkilatına girdi. İslami ilimler, felsefe, iktisat, işletme, tıp, kimya, siyaset ve sosyoloji gibi bilim dallarında bilgiye sahipti. 13.yüzyıl başlarında Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Muhiddin Arabi ve hocası Evhadüddin Kırmani ile birlikte Anadolu’ya geldi. Hocasının kızı Fatma Bacı ile evlendi. 1205 yılında Kayseri’ye gelen Ahi Evran debbağlıkla (deri imalathanesi-tabakhane) uğraşmaya başladı. Esnafı bir çatı altında toplayıp teşkilatlandırdı. Fütüvetnamelerden faydalanarak teşkilatın nizamnamesini yazdı. Esnaf ve sanatkarlar arasında nizamname tatbik edilmeye başlanıldı. İslam ahlakı ve Türk örf ve adedine dayalı ahilik birliği kuruldu. Ahilik daha önce vardı. Ancak Ahi Evran Anadolu da ahi örgütünün ilkelerini geliştiren ve ülkenin her yanında örgütlenmesini sağlayan kişi idi.
Ahilik teşkilatı, Anadolu’da büyük hizmetler yapmaya başladı. Zamanla memleketin her tarafına yayıldı. Malazgirt zaferi ile Anadolu’ya açılan kapıdan, doğudaki Türk illerinde göçebe halinde yaşayan ve geçimlerini tarım ve hayvancılıkla temin eden pek çok Türkmen Anadolu’ya göç ediyordu. Bir yandan da Moğolların zulmünden kaçarak geliyorlardı. Ahiler bunları tarım hayatına sokup yerleştirmeye, esnaf, işçi, sanatkar olarak şehir ve kasaba hayatına alıştırmaya başladılar. Ahiler bu hizmetlerinin yanında ihtiyaç halinde gazalara ve memleket müdafaasına da katıldılar. Halkı gelecek tehlikelere karşı güçlü ve örgütlü hale getirdiler. Ahilere silah kullanma, ata binme, ok, kılıç, kalkan kullanma gibi askerlik eğitimi verdiler. Ahiyan-ı Rum (Anadolu Ahileri) Gaziyan-ı Rum (Anadolu Gazileri), Baciyan-ı Rum (Anadolu Kadınları), Abdalan-ı Rum (Anadolu Ermişleri) gibi birlikler oluşturdular. Ahi Evran’ın eşi Fatma Ananın kurduğu Baciyan-ı Rum teşkilatı dünyanın ilk kadın teşkilatıdır. Anadolu kadınları birliğini himaye etmiştir.
13.yüzyılın ilk yıllarında, Çin’in kuzey batısında katliamlara başlayan ve Anadolu’ya doğru yaklaşan Moğol tehlikesine karşı tedbirler aldılar. Moğolların önlerinden kaçıp gelenlere kucak açarak, Anadolu insanını Moğollara karşı cihad aşkı ile karşı koymak için yetiştirmeye başladılar ve Moğollara karşı kahramanca mücadele ettiler. Sonunda Moğollar 1243 yılında Kayseri’yi kuşattılar ve çetin bir mücadele veren binlerce ahiyi şehit ettiler ve şehri ele geçirdiler. Bu mücadelede Ahi Evren’i de Kırşehir’de şehit ettiler. (1262)
Ahiler, Osmanlı devletinin kuruluşuna kadar Anadolu’yu dini ve milli birlik içinde tutmaya çalıştılar. Bu sırada Söğüt civarında gelişmekte olan Osmanlı beyliğinin emrine koşan ahilerin bir kısmı, buralara ve beyliğin uçlarına yerleşip teşkilatlar kurdular. Doğudan bu bölgeye gelen Türkmenlerin erkeklerini ahi erkekleri, kadınlarını da Fatma bacının yetiştirdiği Baciyan gurubu terbiye etti. Böylece üç kıtada altı asır at koşturacak olan istikbaldeki Osmanlı neslinin temelini attılar. Bu esnada itibarlı sayılan, sevilen, bilgili bir ahi olan Şeyh Edibali, Osman Gazi ile yakın münasebet kurdu ve kızını ona verdi. Orhan Gazi ve Murat Hüdavendigar ve vezirleri de ahiydiler. Böylece ahilerden bir kısmı alim, bir kısmı kadı olarak, bir kısmı sultan, vezir, bey ve komutan olarak idari ve askeri alanda, bir kısmı da ticaret ve sanat alanında yeşeren ve büyüyen Osmanlı filizini beslemeye başladılar.
Ahiler arasında sanatta, ahinin yetişmesi için üstat eğitiminden geçme şartı vardı. Yamaklık, çıraklık, kalfalık, ustalık, yiğitbaşılık, ahi babalık ve kethüdalık safhasına bu eğitimle geçiliyordu. Gündüz sanatında ve işinde çalışan ahiler akşamları kendilerine mahsus binalarda eğitime ve sohbete katılırlar ve ahilik ahlaki terbiyesi alırlardı.
Ahilik teşkilatındaki fertler çalışma, bilgi, akıl, doğruluk, dürüstlük, adalet ve ahlak gibi kavramların bilinci içinde toplumsal hayatın temelini attılar. Hem sosyal ve kültürel hayatın düzenlenmesinde hem de çalışma hayatında önemli rol oynadılar. Ahilikte kişi bir sanat, ticaret ya da meslek sahibi olmalıdır. Boş gezen, işi olmayan ahiliğe kabul edilmezdi. Bu kişiler toplumda itibar görmediklerinden, kız bile vermezlerdi. Ahi olgun, ahlaklı, merhametli, iyiliksever ve her işinde, davranışında dürüst, doğru ve güvenilir bulunmalıdır.
Ahilerin nizamnamesine göre ahinin üç şeyi açık olmalıdır.
1-Eli açık 2-Kapısı açık 3-Sofrası açık
Üç şeyi de kapalı olmalıdır.
1.Gözü 2- Dili 3- Beli bağlı olmalıdır. (1)
Ahilikte gençlere, yaşlarına ve öğrenim sürelerine göre, ahlaka ait usul ve erkan ve sanata ait bilgiler verilirdi. Çıraklık ve yamaklığa ait 124 usul ve erkan kaidesi öğretilir, üst kademelere gelindiğinde 740 usul bilmesi gerekiyordu. Bu kurallar kademe kademe öğretilirdi. Ciddi bir sınavda geçen ve ustalığını ispatlayan kalfaya bir törenle ustalık payesi verilirdi. Törende Ahi Babası ustanın kulağına şu sözleri söylerdi:
” Harama bakma, haram yeme, haram içme, doğru, sabırlı, dayanıklı ol, yalan söyleme, büyüklerden önce söze başlama, kimseyi kandırma, kanaatkar ol, dünya malına tamah etme, yanlış ölçme, eksik tartma, kuvvetli ve üstün durumdayken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.” (2) Daha sonra usta olanın belindeki kalfalık peştamalı çıkarılır ve ustalık peştamalı bağlanır. Usta olan bu kişide yeni işyerini açabilirdi.
Ahilik nizamnamesindeki ahi namzetlerine öğretilen kurallardan bazıları şunlar idi:
1-İyi huylu ve güzel ahlaklı olmak. 2-İşinde ve hayatında doğru, güvenilir olmak.3- Ahdinde, sözünde durmak.4-Hizmette ayrım yapmamak.5-Yaptığı iyilikten karşılık beklememek.6-Güler yüzlü, tatlı dilli olmak.7-Hataları yüze vurmamak.8-Kötülük edenlere iyilikte bulunmak.9-Tevazu sahibi olmak.10-Hiç kimseyi azarlamamak.11-Anaya ve ataya hürmet etmek.12-Dedikoduyu terk etmek.13-Komşularına iyilik etmek.14-Başkasının malına hıyanet etmemek.15-Sabır ehli olmak.16-Cömert, ikram sahibi olmak.17-Daima hakkı kullanmak.18-Öfkesine hakim olmak.19-Sır saklamak.20-Helalinden kazanmak.21-Fakirleri sevmeli, yoksul ve düşkünlere yardım etmeli 22-Haya sahibi olmak.23-Nefsine hakim olmak.(3)
Bu kuralların dışında yemek yerken yirmi, elbise giyerken beş, pazarda-çarşıda yürürken, alışveriş yaparken dört, misafirlikte üç, hasta ziyaretinde beş, tuvalete ve hamama girerken sekiz, yatarken dört olmak üzere birçok kurallar konulmuştur.
Ahilik nizamnamesine göre cezalandırıldıkları da olurdu. Ahiyi ahilikten çıkartan ahlak dışı saydığı sebepler şunlardır:
1-İçki içen, 2-Zina işleyen, 3-Münafıklık, dedikodu ve iftira eden, 4-Gururlanan, kibirlenen, 5-Merhametsizlik eden, 6-Kıskanan, 7-Kin besleyen, 8-Sözünde durmayan, 9-Yalan söyleyen, 10-Emanete hıyanet eden, 11-Kişinin ayıbını örtmeyen, o ayıbı yüzüne vuran, 12-Cimrilik, eli sıkılık eden.(4)
Ahiler kız çocuklarına da şu öğütleri verirlerdi:
1-İşine (ailenin ve evinin işini ihmal etme) 2-Aşına (iyi yemek pişir, tasarruflu ol) 3-Eşine özen göster (eşine sahip ol) (5)
Fatma Ananın kurduğu Bacıyanı Rum kadın teşkilatı, kadınlara İslamiyet’i öğretir, kimsesiz genç kızları himaye eder, evlendirir ve işine eşine, aşına sahip ol diye toplumsal düzene yardımcı olurdu. Amaç evinin işlerine, temizliğine, pişirdiği yemeklere ve eşine iyi muamele etmesinin sağlanmasıdır.
Ahiliğin Anadolu köylerindeki uzantıları ise, köy yaran odaları ve köy konuk odalarıdır. Çevredeki yoksul, kimsesizler korunur, salgın hastalık, kıtlık, yangın gibi zor zamanlarda imece usulü ile, topluca yardımla ihtiyaçlar giderilirdi.
Ahilerin orta sandığı denilen karşılıklı yardımlaşma amaçlı bir yardım sandığı vardı. Yoksul esnafa emeklilerine, düşkünlerine, sakat kalanlarına, hasta olanlara, muhtaç olan fakir ve yoksula, yetim ve garibe, yolda kalmışa, para, ekmek, giyecek, kömür gibi benzeri ihtiyaçlar bu sandıktan karşılanırdı. Yeni dükkan açmak isteyenlere, sanatını, ticaretini geliştirmek isteyenlere bu sandıktan borç olarak para verilirdi.
“Ey Ahi (kardeşim)! Alış veriş ilmini bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz. Haram lokma yiyen ise, ibadetlerinin sevabını bulamaz. Zahmetleri hep boşa gider. Sonunda büyük azaba yakalanır ve pişman olur” diyen Ahi Evran’ın kurduğu ahilik teşkilatı, ahlak, akıl, bilim ve çalışma olmak üzere dört temel esas üzerine kurulmuştur. Kendi mesleği olan dericilikten başka otuz iki çeşit mesleğin gelişmesine öncülük etmiştir. Ahiler atölyede, tezgahta, sanat eğitimi, ahi teşkilatlarında kültür ve ahlak dersleri alıyorlardı. İnsanlık, dürüstlük, temizlik, milli oyunlar, edebiyat, tarih, musiki, kuran okuma ve tasavvuf dersleri de veriliyordu. Özellikle milli töre ve gelenekler, toplum hayatının disiplinleri anlatılıyordu. Ayrıca bu teşkilatlarda müderrisler, kadılar, hatipler, vaizler bilim ve din adamları da görev alıyorlardı. Her grup sanatkar ve meslek sahibi bedesten, arasta ya da uzun çarşı denen yan yana dizilmiş dükkanlarda sanat ve mesleklerini yürütüyorlardı. Ahilik sisteminde bir mal, üretimden tüketicinin eline geçene kadar, üretimin her safhasında, bütün çalışanların sorumluluğu altındadır. Çıraklar, kalfalar, ve ustalar hep birlikte malın kalitesinden sorumludur. Otokontrol sistemi ile malın kalitesi sürekli denetlenir.
Ahiler müşteri velinimetimiz düşüncesi ile son derce dürüst ve ilkeli bir esnaflık anlayışı ile çalışıyorlardı. Çalışmak ve üretmek, alın teri ile kazanmak ahilikte bir ahlak kuralıdır. Bu esaslar İslam dininin temel değerlerinden alınıyordu.
Kuranımız Bakara Suresi 282. Ayette “…Her biri Allahtan korksun ve haktan bir şey eksiltmesin…”, Muttafifin 1. Ayette “Veyl ölçü ve tartıda hile yapanlara”, 3. Ayette ” Onlar ölçtükleri veya tarttıklarında ise eksiltirler”, Şuara 181 de “Ölçeği tam ölçünde hak yiyenlerden olmayın”, 182 de “Ve doğru terazi ile tartın”, İsra 35 de “Ölçtüğünüz vakit tam ve doğru terazi ile tartın, bu hem hayırlı, hem de sonuç bakımından daha güzeldir”, Hud 85. Ayette “Ey kavmim ölçeği ve teraziyi tam dengi dengine tutun, insanların eşyasına densizlik etmeyin..”, 86 da “Allahın helalinden bıraktığı kar, sizin için daha hayırlıdır” Necm 39 da “Doğrusu insanın çalıştığından başkası kendisinin değildir”, 40 da” Ve elbette çalışması yarın görülecek” İsra.19. Ayette “Her kim ahreti ister ve inanarak orası için gerekli çalışmayı yaparsa, işte bunların çalışması şükre değer”, Nur 37 de de “Nice erler ki, ne ticaret, nede alışveriş kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz…” İlahi hükümleri esas alan İslam dini, çalışmayı mukaddes ve çalışan eli mübarek saymıştır. Peygamberimiz çalışan el için “İşte Allah ve Resülünün sevdiği el, bu eldir” ve ” Çalışması sebebiyle yorgun akşamlayan, kendisini affetmiş olarak akşamlayandır” “Allah sanatkar işçi kulunu sever”, “Hile, Hud’a ve bunları irtikap edenler cehennemdedir” demiştir.
Hz. Ali Efendimiz de “Geçimini mertçe kazanmaya çalış. Nefsini alçaklıktan koru ki, fakir olsan bile şerefli kalasın”, “Her kişinin değeri, yaptığı güzel işle ölçülür” demekte,
Hacı Bayram Veli “Çalışmadan geçinenler bizden değildir”, “En büyük keramet çalışmaktır”
Mevlana Hz.leri ise “Hayatta muvaffak olmak için üç şey lazımdır. Dikkat, intizam, çalışma”, “İnsan ancak çalıştığını kazanır” demiştir.
İmal edilen eşyalar üzerinde üreticinin işareti olurdu. Bu işaret imal edenin patent amblemi idi. Üretim esnasında sıkı bir otokontrol sistemi kurulmuştu. Üretimin her safhası usta ve kalfanın denetimine tabiydi. Ürünün kalitesinden, sağlamlığından işyerinde çalışan herkes sorumlu idi. Hileli mal imal edenlere cezalar verildiği, düzelmese meslekten ihraç edilirdi. Sattığı süte su katan sütçünün kuyuya basıldığı, bozuk kantar kullananların ibreti alam için çarşı pazar dolaştırıldığı, ekşi pekmez satan pekmezcinin pekmezi başına geçiriliyordu. Sekiz asırdan beri Türkler arasında kullanılmakta olan ” Pabucun dama atılması” deyimi ahilerden kalma bir uygulama şeklidir. (6) Ahi piri Ahi Evran ayakkabıcı esnafını bulunduğu çarşıda dolaşırken, ayakkabıcıların yaptığı ayakkabıları inceler, hileli gördüklerini kesip dama atarmış, dükkan kapatılır ve ayakkabı ustasının peştamalı kapının kilidine bağlanırmış. Bu olay kısa zamanda esnaflar arasında yayılır filanca ustanın pabucu dama atıldı denilirmiş. Hileli satışa kesinlikle müsaade edilmezdi.
Hak ile sabır dileyip, bize gelen bizdendir, Akıl ve ahlak ile çalışıp, bizi geçen bizdendir diyen Ahi Evran, Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus’a sunduğu Letaif-i Hikmet adlı siyasetname türü eserinde, sultanlara ve yöneticilere nasihat verici şekilde şöyle sesleniyordu:
“Allah insanı, medeni tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur: Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik gibi çeşitli meslekler yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi bu meslek dallarının gerektirdiği alet ve edevatı imal etmek için de birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat kollarının yaşatılması şarttır. Bunla da kalmayıp insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi gerekmektedir…” (7)
Orta Asya, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine kadar, 700 yıldan fazla yön veren ahilik teşkilatı, Sultan III. Ahmet dönemine (1703-1730) kadar sürdü. 1727 yılında Gedik denen bir düzen uygulanmaya başladı. Gedik tekel, imtiyaz anlamına gelmekte olup sahiplerinin işleyeceği, başkalarının işlememesi koşuluyla hükümetçe verilen senedin (ruhsatın) içinde yazılı olan hakların kullanılmasıdır.Gedik kuruluşu, Sultan I. Abdülmecid’in (1839-1861) 1856 yılında yayınladığı Islahat Fermanı ile sona erdi. Cumhuriyetimizin kuruluşu ile birlikte esnaf teşkilatlarımız kanuni düzenlemelerle çalışmalarına devam etmeye başladı.
Ahilik, yüzyıllardır süren Türk toplumuna, insani ve ahlaki bir düzen vermiş, dürüstlüğün, sevginin, dostluğun, yardımlaşmanın, hoşgörünün, bilginin ve dayanışmanın sanatla birleşmesi olmuş, işçinin, çalışanın, üretenin, namuslu kazancın, namuslu ticaretin, adaletli bir anlayışın temsilcisi haline gelmiş, düşüncelerinde “Komşusu aç iken, kendisi tok yatamaz anlayışı hakim” olmuştur. Bugün de aynı şekilde, Türk esnaf ve sanatkara, aynı hasletleri kendilerine izlenecek yol olarak gösterilmelidir. İnsana değer veren, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, ilmi ve çalışmayı ibadet sayan, dayanışmayı özendiren ve adaleti amaçlayan, sevgi, bilgi, akıl, ahlak, yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan, temel ilkelerden yararlanılması sağlanmalıdır..
Ahi Evran adını alan Kırşehir’deki camide yer alan vasiyetnamesinde:
“Ben vakıf kurdum. Bu vakıf ahilik vakfıdır. Bu vakfın mallarını size emanet ediyorum. Bu vakfın bir mütevelli heyeti olacak, o heyet bir hoca ve bir yönetici tayin edecek. Bu hoca orada namaz kıldıracak, yöneticiler esnafın problemleriyle ilgilenecek. Vakfın geliri ve gideriyle ilgilenecek. Eğer kim ki bu vakfın işlerini hafife alırsa, bu vakfa zarar verirse, Allah’ın meleklerinin ve tüm insanların laneti üzerine olsun” demiştir.(8) Maalesef 1930 yılında vakıf feshedilmiş, malları talan edilmiştir. İşte bizim ata mirasına saygımız ve ilgimiz budur. Ahi Evran çok önemli eserler yazarak insanlara nasihat etti ve bilgiler bıraktı. Eserlerinden bazıları şunlardır.
Metali’ul-İman, Menahici Seyfi, Yezdan Şinaht, Murşidul Kifaye, Ağazu Encam, Tebsiratu’l-Mübdedi ve teskiretü’l-Müntehi, Risalei Arş, Cihat-Name,Mehdi fakr u Zemm-i Dünya, Tercüme-i Elvah-ı İmadi, Mukatebat.
Kaynağını Yesevi’den alan, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar bu toprakları vatan yapan, sosyal hayat kadar ekonomik hayata da zenginlik katan, Türk-İslam medeniyetini zirveye çıkaran, Türk örfi hukuku ile İslam hukukunu çalışma hayatına kazandıran, ahilik teşkilat ve nizamnamelerindeki kuralları ve Ahi Evran’ın vasiyeti yerine getirilerek, Türk toplumuna yeniden kazandırılmalıdır. İslam inancı ve Türk kültürünü birleştiren Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinin altyapısını oluşturan vatan, millet, din ideallerinin verildiği akıl, ilim ve sanatın esas alındığı ahilik sistemi bugünkü ve gelecek nesillere aktarılmalıdır. Ahilik sisteminin yeniden araştırılıp, incelenerek ülkemiz insanına, esnaf ve sanatkarına ve sanayicisine yeniden kazandırılmalıdır.
Albert Einstein ” Bir ülkenin geleceği, o ülke insanın göreceği eğitime bağlıdır” demektedir.
Ünlü siyaset bilimci Huntington da “Türkiye kendi değerlerine daha çok önem verirse, bütün dünyaya ve İslam’a büyük model olur” demiştir. (9) Bu gün batılı gelişmiş birçok sanayi ülkesinin kalkınmasının temelinde, ahilik sisteminin kuralları görülmekte ve uygulanmaktadır. İtalya orta sandığı benzeri uygulamayı esnaf sandığı altında kullanmıştır. Keza Japonya ve Almanya gelişmelerinde, ahi üretim sisteminden faydalanmışlar, kendi sistem ve gelenekleri ile birleştirerek, kalkınmalarını sağlamışlardır. Almanya çıraklık eğitim sistemini ahilik sisteminden aldığını kendi uzmanları söylemektedir.
KAYNAKLAR
1-3-5-6-7-8-Galip Demirel-Osmanlı Devletinin Kuruluşu ve Ahilik- Ahi Kül.Arş.Yay.İst.2000-S.374-369-359-396-350-440
2-4-Prof.Dr.Muhittin Şimşek-Toplam Kalite Yönetimi ve Ahilik-Ahi Yönetim Danışmanlık Yay.İst.2000- S.166-5-6
3-4-5-Prof.Dr.Neşet Çağatay-Ahlakla Sanatın Birleştiği Türk Kurumu Ahilik-Türkiye Esnaf ve San. Konf. Yay.-S.162-163-244
1-2-3-5-Yusuf Ekinci- Ahilik- Ank. 2011-S.52-118-35-53
3-Yaşar Çalışkan-M.Lütfi İkiz-Kültür Sanat ve Medeniyetimizde Ahilik-Kültür Bak. Yay.Ank.1993-S.21
9-Galip Demirel-Ahilik ve Demokrasi-Ahi Kül. Arş. Yay.İst.2003- S.172
Sadık Göksu- Ahilik tarih öncesinde Başlar, Kırkambar- Uranus Yay.İst.2011
Doç.Dr.Ekrem Dönek-Ahilik-Kayseri Esn. Ve San. Oda Yay.-Kayseri.2000