Ağzımın Tadı Yok

94

Yemek yerken beni seyreden eşim: “Sen yediklerinden tat almıyorsun.” dedi. Halbuki, eşimin özenle hazırladığı lezzetli yemekten yiyordum; ama bir tat alamıyordum. O, bunu nereden bildi? Son günlerde, bilhassa o dakikada, yüz hatlarım donuktu, kafam başka mekânlarda dolaşıyordu, yemek yediğim mekân ile zihnen yaşadığım mekân arasında hiçbir bağ ve yakınlık yoktu.

Bütün uzuvlarımız aynı melodiyi çalan farklı enstrümanlar değilse, o orkestrada ahenkten söz edilemez. Bestecinin ahengi bozulur. Kafam, bedenim, gözlerim, ağzım ve dilim tamamen farklı notaları okuyor, hiçbiri birbirini desteklemiyor. Şair: “Böyle gecenin hayr umulur mu  seherinde” demiş. Ne güzel demiş!

Karamsar değilim, kendisiyle barışık olmayan biri de değilim. Ben bir insanım; çevreme karşı duyarlıyım, olanlardan, olacaklardan etkileniyorum, beni anlamayanlara alınganlık gösteriyorum. Bilginin sorumluluk getirdiğini biliyorum;  ama keşke az şey bilseydim diyemiyorum; “Mutluluğumu cehaletime borçluyum.” diyen yazarın bu cümlesi aklıma geliyor; ama “Keşke cahil kalsaydım.” da diyemiyorum; çünkü ben insanım. Yapım ve inancım gereği çevremden sorumluyum, kendimi sorgulamak zorundayım.

Sizi kuşatan yakın ve uzak çevreniz var. Bunlarla ilişkilerinizi koparmanız mümkün değil. O insanların davranışlarında, sizinle olan ilişkilerinde, yorumlarınızda bilgi, zekâ ve irade eksikliği, haddini bilmezlik görseniz ne yaparsınız? Ya isyan edersiniz ya içinize kapanıp kendinizi soyutlarsınız ya da “Bu da geçer ya hû” deyip sabredersiniz. Ben son seçeneği tercih ediyorum. Biliyorum, bu sıkıntılar da geçecek. Bu defa başka sıkıntılar gelecek; sıkıntı sıkıntının mayasıdır.

Güneşin görevi ısıtmak ve ışıtmak. O bile benden şanslı; çünkü kara bulutlar ona zaman zaman engel olsa da, kendini anlatma, tanıtma fırsatı bulabiliyor, hatırını saydırıyor, bu kıtadaki edilgenliğini öbür kıtada etkenliğe dönüştürebiliyor. Ben ise… Heyhaat!                                     Ağzımın tadı yok; ben bir “insanım.”