TV’lerde, her gün bir kısım “uzmanları” dinliyoruz. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afrin’e yönelik “Zeytin Dalı” harekâtını askeri yönden değerlendiriyorlar.
Bunlardan bir kısmı çok pembe tablolar çizip, kısa zamanda harekâtın başarıya ulaşıp sona ereceğini anlatıyor.
Bazı uzmanlar ise son derece temkinli. Operasyonun çok çabuk bitmeyeceğini, ciddi bedelleri olabileceğini anlatıyorlar.
Nitekim ilk şehit haberlerimiz gelmeye başladı.
Temkinli olanların gerekçeleri mantıklı.
“Bölgedeki PKK güçleri ABD (daha önce de Rusya) tarafından çok gelişmiş silahlarla donatılmış durumda. Karşımızda çoğu savaş tecrübesi yüksek 11 bin kişilik bir kuvvet bulunmakta. Coğrafyanın bir bölümünün arazi yapısı ve iklim şartları sert.. Teröristler sivil yerleşim alanlarında ihtiyaç duydukça sivil halkın arasına karışabiliyor, TSK’nın sivil halka zarar vermeme konusundaki özeni harekâtı yavaşlatıyor.
Bunlar ve diğer sebeplerle operasyon uzayabilir, şehit haberleri alabilir, zayiat verebiliriz.”
Zayiatsız bir başarıya şartlandığınızda şehitler gelince moraller bozulur. İlk günkü coşku ve milli heyecanın yerine karamsarlık hâkim olabilir.
Bu bakımdan toplum psikolojisini olabilecek kötü senaryolara göre hazır tutmak gerekir.
Elbette Silahlı Kuvvetlerimiz dünyanın en güçlü ordularından biridir. Kahraman askerimizin moral değerleri de düşman teröristlerle kıyaslanamayacak kadar yüksektir. PKK’nın (PYD/YPG) ordumuza karşı kazanma şansı yoktur.
Ancak gerçekçi olmak zorundayız. Milletimize verdiğimiz bilgiler hayali olmamalı.
2012’de zamanın Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “En kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız” sözleri halkımızı heyecanlandırmıştı.
Fakat bu anlayışla yürütülen, “Esed” düşmanlığı üzerine kurgulanmış Suriye dış politikasının Suriye’yi ve Türkiye’yi getirdiği nokta belli.
Bu sözlerin üzerinden yaklaşık 5,5 sene geçti. “Emevi Camiinde namaz kılacağız” sözünü eden kalmadı.
Şimdi geçmişten ders çıkarmanın zamanıdır. Zorlu bir süreçte olduğumuz, ülkemizin güvenliği, milletimizin geleceği için yapmak zorunda olduğumuz bu harekâtın bedellerinin olabileceği bilinmelidir. Bu gerçek halkımıza lisanımünasiple anlatılmalıdır.
Zamanla operasyonu genişletecek ve Fırat’ın doğusunu da içine alacak bir temizleme harekâtı yapacaksak (ki yapılmalıdır) ön yargılarımızdan kurtulup müttefiklerle birlikte bu işi yapmayı başarmalıyız.
************************************
TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİLER
“Emevi Camiinde Cuma namazı kılma” hayali üzerine inşa edilen Suriye politikamızın bize yüklediği külfetlerden biri ülkemize sığınan Suriyelilerdir.
Sözcü Gazetesinde Murat Muratoğlu bu konuda yazdığı yazıda bazı bilgi ve rakamlar veriyor:
- Bizim topraklarımızda 3.5 milyon Suriyeli yaşıyor.
- Bunlar için 30 milyar dolar harcanmış! Bu harcamanın hesabı tutulmamış. Daha fazla para harcayamayacağımıza göre sorunlar baş gösteriyor. Türkiye bu yükü kaldıramıyor!
- Türkiye’de 26 mülteci kampında yaşayan Suriyelilerin sayısı 260 bin kişi… Gerisi nerede kendine yaşama alanı bulmuşsa orada yaşıyor.
- Türkiye’de askerlik çağında 450 bin Suriyeli yaşıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri personel sayısı 2017 verilerine göre 360 bin kişi! Haliyle onlar yerine bizim savaşmamız ayıp oluyor! Askerlik yok.
- Biz bir ölüyoruz onlar bin doğuyor. Bugüne kadar kayıtlı 225 bin doğum yaptılar. Doğum ücretsiz.
- Suriyeli sığınmacılara hastane ücretsiz. İlaç ücretsiz. Tüp bebek yapan var. Başı ağrıyan Suriyeli, özel hastanenin acil kapısından beleşe dalıyor içeri…
- Suriyelilere aylık maaş yatan kartlar veriliyor. Adamlar kaçak işyeri kuruyor, yetkililer göz yumuyor. Kayıt dışı faaliyet gösteren 12 binden fazla Suriyeli şirket var. Kaçak işçi çalıştırıyorlar hiçbiri vergi vermiyor. Ruhsat dahi istenmiyor. Haliyle bizim esnaf onlarla rekabet edemiyor. Dükkânı kapıyor, gidiyor.
- Suriyelilere toplu taşımalar ücretsiz. Okullar ücretsiz. Ders kitapları ücretsiz. Bizimkilerin üniversiteye girmek için anası ağlasın, onlardan canı çeken istediği bölüme kapak atıyor.
Bütün bunların devlete bir maliyeti var. Ekonomi artık bu yükü kaldıramıyor. Hele bir de yeni göçler olursa!
Bir de toplumda “bu külfeti neden çektiğimiz” sorgulanmaya başladı. “Neden bunlara ayrıcalık sağlanıyor?” sorusu güçlü bir şekilde sorulmaya başlandı.
Erdoğan için önümüzdeki seçimler hayati derecede önemli.
Her zaman olduğu gibi seçim anketleri yaptırarak toplumun nabzını tutuyor. Anketlerin sonucunu gördükçe can havliyle çalışıyor.
Askerimiz Suriye’de savaşırken bile “başkomutan” AKP’nin il kongrelerinde, Gençlik ve kadın kolları toplantılarında seçim hazırlığı yapıyor.
Başarılı bir siyaset taktisyeni olduğu için “nabza göre şerbet vermeye” devam ediyor.
Erdoğan günümüze uygun bir açıklama yapıyor: “Bizim hedefimiz nedir? Var mı? Var. Bizim topraklarımızdaki Suriyeli kardeşlerimizi kendi topraklarına bir an önce göndermek!”
Gönderir mi, gönderebilir mi? Seçimden önce göndermek ister mi?
Murat Muratoğlu “Suriyelilerin hiçbir yere gideceği yok! Bayramlarda ülkelerine gidip, gezip, akrabalarıyla bayramlaşıp, tatil yapıp yeniden Türkiye’ye dönüyorlar. Git deyince giderler mi sence? Acelesi yok, oy verecekler önce!” diyor.
Siz de aynı kanaatte değil misiniz?