Affet Bizi İstanbul!

104

İstanbul;

    Asırlar
boyunca pek çok medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir dünya incisi…

    Dünya
genelinde ülkemizin en çok bilinen, aranan, gezilen şehri, turizm sektörümüzün
her mevsimine hizmet eden eşsiz bir hazine…

   Üç yanı
denizlerle çevrili, şehrin o eşsiz görüntüsünü ikiye ayıran meşhur Boğaziçi’yle,
yedi tepeye yansıyan sihriyle nice şairlere, yazarlara ilham veren; filim
senaryolarına konu olan, âşıkların el ele, gönül gönüle gezdiği doğasıyla ünlü
güzel şehir…

  Sabahın
aydınlattığı yüzüne; Haliç’inden, Galata’sından, tarihe ışık tutan surlarıyla
çevrili her köşesinden mucizevi sırların fışkırdığı binlerce yıllık tarihe
tanıklık eden şehir…

  Her sokağı
adeta açık hava müzesi, asırlık çınarlarıyla doğaya damgasını vuran, her
canlının rahatça yaşadığı, yaşamın mucizevi yüzünü renklendiren doğa hazinesi…

  
Adalarından Modasına, Kadıköy’ünden Beşiktaş’ına,  Üsküdar’ından Ortaköy’üne, Kuzguncuğundan
İstinye’sine, Beykoz’undan Sarıyer’ine, onca kapısından şehrin her yanında iz
bırakan tarihin gerçek yüzü…

   Gökyüzüne kollarını açmış camileriyle ünlü,
günün beş vakti ezan seslerinin yankılandığı sokaklarında birbirlerine her daim
yardıma hazır sıcak, sımsıcak insanların yaşadığı aziz İstanbul…

  Eşsiz
manzarası 7 tepesiyle bakan İstanbul…

    Ama ne
yazık ki, yukarıda anlattıklarım bu dünya mirası güzel şehrin çok değil, bundan
50 yıl öncesinde kaldı!

  
İstanbul;

   Günümüzde 15 milyondan fazla nüfusuyla, yollarını
kaplayan milyonlarca araçla güne başlayan, her geçen gün trafik karmaşası biraz
daha katlanan; her Allah’ın günü pek çoğunda yaralı ama çoğunda da ölümlü onca
kazanın yaşandığı dev bir anakent…

   Sokaklarında milyonlarca işsizin kol gezdiği,
pek çok semtinde işçi pazarlarının oluştuğu; 
komşuluğun, arkadaşlığın, samimiyet gibi duyguların çoktan unutulduğu o
sıcacık insanların yok olup gittiği yalnızlığın cirit attığı dev bir şehir,

      Oturdukları evde komşusu kimdir tanımayan,
asansörde dahi birbirlerine selam vermeyen; yakın akrabaların dışında
insanların birbirleriyle görüşmediği,

      Metroda, otobüste, minibüste adeta
birbirlerini ezen, tıpkı vahşi batıda gibi hareket eden insanların yer aldığı
aziz İstanbul…

     Üç
bir yanı denizlerle çevrili ama denizin tadına varamayan insanlarla dopdolu,
gökyüzüne yansıyan gökdelenlerin ucubeliği ile o güzel yüzü yara, bere içinde
kalan İstanbul…

     Çocuk cıvıltılarını çoktan unutan
sokaklarında inşaat makinalarının, kamyonlarının hırladığı, sabahın erken
saatlerinde toz toprağa bulanan İstanbul…

     Çocuksu anılarımızı hatırlatan ada sahillerine
neredeyse vapur yanaşmayan, yosun kokulu denizleriyle ünlü sahillerinde ne
çakıl taşı, ne de martıları kalmayan,

    Uskumrunun, çirozun, Yorgo’nun ünlü balık
çorbasının, Kumkapılı Kör Agop’un meyhanesinin, 
Marmara’da bir zamanlar yaşayan onlarca balık türünün adının, tadının
bile unutulduğu,

    İstanbul beyefendisiyle, hanımefendisinin,
hele ki İstanbul lehçesinin gök kubbesinde bir hoş sada olarak kaldığı aziz
İstanbul…

    Ey
Güzel İstanbul;

    Biz
insanlar, ne yaptık sana böyle?

    Herkesin
elinde bir cep telefonu, bir bilgisayar; her birimiz yapay zekâdan
bahsediyoruz! Neden duygularımızın, zekâlarımızın yapaylaşmasından
bahsetmiyoruz?

    Senin gönlüne sapladığımız duygusu olmayan,
olamayan her yapay zekâ ürünü, seni biraz daha yok ediyor, seni yaşanacak yer
olmaktan uzaklaştırıyor!

    Burası
ölünecek yer bile değil artık…

    Affet bizi dünya mirasımız, biz senin hiçbir
güzelliğini ne yazık ki gelecek nesillere bırakamadık.

    Ama bu suç sadece bizde mi?

    Yıllar
boyunca seni yönetenlere ne demeli?

    Veee şimdilerde tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de öldürücü bir salgın yaşanıyor.

    Adı, Covit-19

    Bu salgın
belli ki, seni de sarsıyor,

    Tıpkı
senin bağrında yaşayanları sarsıp, yok ettiği gibi…

    Artık
ne boğazın tadı kaldı, ne de 7 tepenin keyfi var!

    Umutlarımız,
anılarımıza saklandı ama her birinde yine senin imzan…

    Şimdilerde hasretiz senin o güzel çehrene,

    Ama inan ki, yakındır bu salgından
kurtuluşumuz.

    Ancak
senin çektiğin ıstıraplardan ne zaman kurtulacağın meçhul,

    Sana
bunca acıyı çektirdiğimiz için affet bizi dünya şehrimiz,

    Güzeller
güzeli İstanbul’umuz…

Önceki İçerikKıbrıs Gazisi, Emekli Yarbay ve Yazar Atilla Çilingir ile Röportaj
Sonraki İçerikTarihte İz Bırakmak İhtirası
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.