‘Ben bu topraklarda doğdum. 44 yıldır burası benim vatanım. Tıpkı 1974’de bu topraklar uğruna şehit düşen, Boğaz Şehitliğinde yatan babamın da olduğu gibi. Bu toprakları asla terk etmeyeceğim.”
İnsanoğlu doğduğu toprakların hamuruyla yoğrulur. Ilgıt, ılgıt akan suları, özgürce soluduğu havasıyla büyür, gelişir…
Anasının sütünü ilk kez tattığı o andır, onu vatanının bir parçası yapan. Babasının kulaklarında duyduğu o gür ses, ona güvenin ne demek olduğunu öğreten ilk güçtür. Ve o güçlü sesin nasırlı ellerinin sıcaklığıdır, çocuksu anılarda saklanan…
” O, babasızlığın ne demek olduğunu bilmeden dünyaya geldiğinde yıl 1974, mevsim sonbahar, bulunduğu coğrafya Akdeniz’in ortasında bir ada parçası idi: Adı Kıbrıs olan…
Yıllar, yılı kovaladı…
Özgürce koşup oynadığı, evimin bahçesi, baba toprağım diye bellediği Kıbrıs’ta geçen onca yılı, çocukluk arkadaşı Ali ile birlikte paylaşmıştı…
Yılları uç, uca eklemişler; aynı okulların, aynı sınıflarında okumuşlar, birlikte başarmanın gururunu da tatmışlardı. Aynı anadan değillerdi ama Ali, Şehit Onbaşı Mehmet’in oğlu Hasan için kardeşten de ileri, annesinden sonra sevdiği en önemli varlıktı…
Aralarında ki kardeşlik bağları o kadar kuvvetliydi ki! Bu bağları gevşetmeye kimsenin gücü yetmezdi, yetemezdi…
Çocukluk, gençlik, üniversite derken yıllar su gibi akıp geçmiş, ikisi de evlenmişler birer de çocukları olmuştu…
Ali’nin baba tarafı Baflı annesi ise Gazimağosalı idi…
Ali’nin evlendiği kız da güneyden göç eden bir aileye mensuptu. Hasan ise; aynı kendisi gibi yıllar önce Kıbrıs’a gelip yerleşen Mersinli bir ailenin kızı ile evlenmişti.
2004 yılında Annan planına ”Evet” denmesi için K.K.T.C’nin toz duman olduğu o günlerde çok konuşulan ama yıllar öncesinde başlayan ”Türkiyeli! Kıbrıslı!” ayrımı onları başlangıçta hiç etkilememiş o güzel arkadaşlıklarını gölgeleyememişti…
Ancak son zamanlarda eşlerinin arasında çözemedikleri, sebebini bilmedikleri bir soğukluk oluşmuş, sırrını anlayamadıkları bir karartı çökmüştü sanki üstlerine! Giderek artan bu soğukluk öylesine etkilemiş olacak ki onları!
Bir gün çocukları güzel, güzel oynarken kavgaya tutuşmuşlar; Ali’nin oğlu can kardeşi Hasan’ın oğluna sanki kötü bir sözmüş gibi; ”Yerleşik” diye bağırmıştı…
O anda, her iki aile için sanki zaman durmuş, donup kalmışlar; hiçbir şey söyleyemeden vedalaşıp evlerinin yolunu tutmuşlardı…
Hasan o gün çok üzülmüştü! Canı gibi sevdiği kardeşi Ali’nin oğlu neden bu kelimeyi kullanmıştı? O çocuk bu kelimeyi bu kadar rahat söyleyebildiğine göre demek ki Ali ile eşi evlerinde bu konuyu görüşüyorlar, kendi çocuklarının etkilenebileceğini de hiç düşünmüyorlar mıydı acaba?
Bir an, yıllar öncesi canlandı gözlerinde ‘Kıbrıs’ta şehit olan babasını’ hiç tanımamıştı. Çünkü kendisi doğmadan birkaç ay önce Kıbrıs Barış Harekâtında kaybetmişlerdi onu…
Düşündü! Çocukluğunu, gençliğini geçirdiği, evlenip yuvasını kurduğu bu topraklar onun vatanı değil miydi? Kendini bildiğinden beri ‘Türkiyeli, Kıbrıslı’ ayrımına hep karşı olmuş, elinden geldiğince bu Rum tuzağından uzak durmuştu!
Ama K.K.T.C’de son dönemde özellikle de Annan planı çerçevesinde yapılan müzakereler sürecinde, bu hassas konu anlaşma metnine bile girmiş, BM ve AB’nin ortaya koyduğu çözüm parametrelerinin içine de yerleştirilmişti!
Yaşadığı toplum içinde giderek artan bu ayrımcılık, aynen kendisi gibi bu topraklara göç edip de, vatan belleyen Türkiyeliler için söylenen ”Yerleşikler!” lafı canını çok acıtıyordu.
Bu sıfatı Rum’lar özellikle seçmişler, nasıl olsa Türkiye’den gelenlerin günün birinde adadan gönderilecekleri propagandasını yıllardır yapmaya devam etmekteydiler…
Özellikle yaşadığı topraklarda çeşitli platformlarda Rumlarla iş birlikteliği içinde olanlarda bu çok hassas konunun gündemde kalması için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı!
Hasan’ın aklını kurcalayan önemli bir şey daha vardı! Bu da Güney Rum kesimine gelen on binlerce Yunan uyruklu göçmenin bu tanımlamanın içerisine neden girmediğiydi!
Güneye yerleşen göçmenler neden görmezden geliniyordu? KKTC de siyaset yapanlar bile bu konuyu yeterince neden gündeme getirmiyordu?
Çünkü onlarla ilgili böyle bir tanımlamanın yapılmasına ne güneyde yaşayan Rum’lar, ne kilise, ne de Rum siyasetçileri böylesine hassas bir konunun gündeme gelmesine asla müsaade etmiyorlar, takip ettiği kadarıyla onların durumu müzakere masasında dahi görüşülmüyordu…
Hasan’ın uzun zamandan beridir düşündüğü şey yine beynini kemirmeye başlamıştı! Eğer bir gün anlaşma olurda kendileriyle ilgili alınacak kararda: ”Yerleşiklerden” şu kadar bin aile, yaşadığı bu topraklardan gönderilecek olursa ne yapacaktı?
Oğluna ne söyleyecekti? Verebileceği bir cevabı olacak mıydı?
O gün çocuklar kavga ettiğinde, Alinin çocuğu kendi oğluna ‘yerleşik’ diye bağırdığında; oğlunun: ”yerleşik” ne demek baba? Sorusuna verecek bir cevap bulamamıştı! Öyle sanıyordu ki canı gibi sevdiği kardeşi Ali de bu kelimenin ne anlama geldiğini oğluna anlatmayı becerememişti…
Sanki korkunç bir kâbus görüyor gibiydi!
Adada varılacak bir anlaşmanın içinde 1974’de adaya yerleşenler Kıbrıs’ı terk edecek denirse; şehit babasıyla birlikte, binlerce şehidin kan ve can bedeli ödeyerek kurtarılan ata yadigârı bu topraklardan sanki suç işlemişler gibi sınır dışı mı edileceklerdi?
Bir an babasının ”Boğaz Şehitliğindeki” o aziz mezarı geldi aklına. Sanki beyninden vurulmuş gibi olduğu yere çakılıp kaldı.
Ağzından şu cümleler döküldü:
”Ben bu topraklarda doğdum. 44 yıldır burası benim vatanım. Tıpkı 1974’de bu topraklar uğruna şehit düşen, Boğaz Şehitliğinde yatan babamın da olduğu gibi. Bu toprakları asla terk etmeyeceğim…”
Değerli okur;
Size yukarıda özetlemeye çalıştığım öykü; Kıbrıs’ta tanıdığım iki aile arasında yaşanmıştır. Günümüzde de K.K.T.C yaşayanlar arasında yaşanan en hassas konuların başında gelmektedir. O nedenle her işittiğimde adeta damarlarımda kanımın çekildiğini hissettiğim şu iki sıfatı hiç hazmedemedim: ”Yerleşikler!”, ”Kıbrıslılar! ”
Rum tarafının yıllardan beri adeta bir kanaviçe gibi işleyerek yürütmüş olduğu psikolojik savaşın, 44 yıl önce ekmiş olduğu bu nifak tohumları, ne yazık ki günümüzde yürütülen müzakerelerin konu başlıklarının içerisinde de yer almaktadır!
Adada bu hassas konuda yaşanmış öylesine hazin insanlık hikâyeleri var ki! Yukarıda özetlemeye çalıştığım yaşanmışlık bunlardan sadece bir tanesidir…
Günün birinde bu hassas konuda Rum tarafı bir de başarı elde ederse; Türkiye’den gelip de neredeyse yarım asır önce adaya yerleşenler, tekrar geldikleri yere gönderilecek olursa! İşte asıl o zaman yaşanacak acılı insan hikâyelerini varın siz düşünün…
Ben, bu yazım ile sadece ‘Adalı-Kıbrıslı-Türkiyeli’ kimliği üzerinde kurulan Rum tuzağına düşmemeleri, oynanan oyunları bozmaları için; Kıbrıs adasını vatan belleyen yurttaşlarımıza bir hatırlatma yapmak istedim…