Aydınlar Ocakları’nın 51.Şura’sı Adana’nın ev sahipliğinde 22-24 Kasım 2024 tarihleri arasında yapılmıştır. Başkan Sayın Av. Yusuf Özer’i ve Yönetimdeki arkadaşlarını tebrik eder, önümüzdeki çalışmalarında başarılar dileriz. 27 Ocağın temsil edildiği bu toplantının sonuç bildirisi kısaltılmış şekli ile aşağıdaki gibidir. Tamamını ocak internet sayfamızda bulabilirsiniz.
“Bu şura adeta dünyanın çivisinin çıktığı bir ortamda yapılmaktadır. İnsan haklarının ayaklar altına alındığı, önce Filistin’de, daha sonra Lübnan’da terörist koruyucu ve terör sevici ABD desteği ile on binlerce insanın kanının akıtıldığı meskenlerin, hastanelerin, cami ve kiliselerin bombalandığı günleri yaşamaktadır. Netenyahu’nun başkanlığındaki cinayet şebekesi aldığı destekle işi soykırıma dönüştürmüştür. 2023 ve 2024 yıllarını katliamlara tanık olarak yaşadık. Bu saldırıların, cinayetlerin yaşandığı Gazze’deki rezalet unutulacak gibi değildir. Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğunun vurdumduymazlığı ve Batı yandaşlığı da dikkatlerden kaçmamaktadır.
Bazı tespit ve teklifler:
– Türkçeye saygılı olunmalı; yer ve firma adları, imla hataları ve TV ekranlarındaki okuma yanlışları düzeltilmelidir. Milli dile sahip çıkmadan milli menfaatler ve egemenlik hakları da korunamaz. Gerekirse birçok devletin yaptığı gibi biz de “Türk Dilini Koruma Yasası” çıkarabiliriz.
-Savunma sanayiindeki gurur kaynağımız olan gelişmeler sürdürülmelidir. Balkan Harbi’ndeki zor durumlara düşmememiz için bu gibi konularda parti ve şahıs taassubu aşılmalı ve milli ittifaklar kurulmalıdır.
-Gençlerimizde gelecekle ilgili umutsuzluk ve endişe artışı gözlenmektedir. Ülkemizde liyakatten çok sadakat öne çıkmakta ve fırsat eşitsizlikleri doğmaktadır. Milli duygu ve mensubiyet şuuru kazandıran Andımız maalesef mahkeme kararına rağmen hala depoda! bekletilmektedir.
-Ülkemizde sözde geçici sığınmacıların sorunları sürmekte; gelecekle ilgili endişelerimiz artmaktadır. Osmanlı’yı Balkanlardan çözenler günümüzde ülkemizi Ortadoğu’dan çözmeye ve bölmeye çalışmaktadırlar. Suriye’nin Türkiye ile birlikte hareketi herkes tarafından engellenmektedir.
- Kürt sorunu ifadesi Kürtlerin bir bütün olarak sorun oldukları anlamını taşır ve yanlıştır. Ülkesinin menfaatlerine sahip çıkmak ve dış saldırılara karşı durmak; her TC vatandaşının kaçınılmaz görevidir. Bizim Kürtlerle değil; sözde dost ABD güdümündeki PKK terör örgütü ile tabii ki sorunumuz vardır. Kimsenin ana dili de bizim için sorun değildir. Önemli olan, Türkiye aleyhine kullanılmamak ve vatanına ihanet etmemektir.
- Çalışan kadınlarımızın akılları çocuklarında kaldığı bir gerçektir. Bunu giderecek sosyal ve ekonomik yeni destekler, imkanlar sağlanmalıdır.
- TV programlarında gösteriş tüketimini tahrik edici yayınlar eşler, komşular, aileler arasında huzur bozucu ve hasetlik duygularının doğmasına sebep olmaktadır. Tepeden aşağı aşırı yapılmakta olan israfın önlenmesi, kamu kaynaklarının eşe dosta peşkeş çekilmemesi gerekir; yolsuzluklara müsaade edilmemelidir. Sadakat değil, ama liyakat arama esas olmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.
- Dizilerde ve TV programlarında kötü örnekler çoğu kere öne çıkarılmakta, , tabanca ve bıçak kullanma, yaralama ve hatta öldürme olayları genç ve tecrübesizlere kötü örnek olmaktadır. Hukuk yerine kişinin kendi işini kendinin görmesi hiçbir zaman kabul edilemez,
- TC’ye mensubiyet şuuru ailelere kazandırılmalı, milli bayramlarda bayrak asma âdeti sürdürülmeli, aşırı hemşericilik, etnik, mezhep ve kulüp taraftarlığı gibi farklar kutsallaştırılmamalıdır. Geçmiş unutulmadan öğrencilerin, gençlerin kamplaşmaları yerine, Ortadoğu’daki gelişmeler de hesaba katılarak milli davalarda bir ve beraber olma bilinci yaygınlaştırılmalı ve desteklenmelidir,
- Vatandaşlarımız ve ailelerimiz milli ve dini bayramlarımız arasında ayırım yapmaya teşvik edilmemeli, bu bayramların birbirini tamamladığı şuuru kazandırılmalıdır. Her evde şanlı bayrağımızın ve yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’in bulundurulması teşvik edilmeli, bu durum nikâh merasimlerinde değerlendirilmelidir,
- ABD’nin İran ile Türkiye’yi savaştırma, Türkiye ile Yunanistan’ı çatıştırma oyunlarını çok şükür aştık. Bu defa İran ile kan dökmeye hazır ve bundan ayrı bir zevk alan ABD İran’ı İsrail ile savaştırıp, kuzeye yöneltip savaş sonrası sınırları İsrail lehine değiştirme peşindedir. Oyuna gelmemek için direnen Türkiye, dikkatli politikasını sürdürmelidir.
- Afrika ülkeleri ile sürdürülen iyi ve gelişen ilişkiler ümit vericidir. Ancak yapılan yardımlarda sınır aşılmamalıdır.
- AB üyeliği konusunda Türkiye’ye karşı çifte standart uygulayan Batılı ülkeler, Türkiye’yi Dünyadan tecrit etmeye çalışarak etkisizleştirme peşindedirler. KKTC bağımsız bir devlettir, biraz saygılı olunmalıdır. AB ilkelerini çiğneyerek tek taraflı olarak Rum Kesimi’nin AB üyeliğine alınması aslında bizi çok rahatsız etmiştir. Türk düşmanlığı ancak bu kadar açık ortaya konabilir.
- Türkiye’nin oy kazanmada, seçimlerde, partiler arası ittifak kurmalarının üstünde dış saldırı ve tahriklere karşı “Türkiye İttifakı”na acilen ihtiyacı vardır. Genellikle vatandaş ve sivil toplum kuruluşları bizde siyasetten emir ve talimat alır haldedir. Oysa bu durum demokrasiyi içine sindirmiş ülkelerde ters işlemektedir.
- Çok kültürlülük demokrasinin çoksesliliği değildir. Bu milli ve üniter devletlere karşı kurulan bir tuzaktır. Çünkü çok kültürlülük bir devletin resmen ve hukuken bir veya birkaç etnisiteyi ötekileştirmesidir. Onlara sen benden değilsin demektir. Türkiye bu oyuna gelmemeli; üniter ve milli devlet yapısını bozmamalıdır.
- Türkiye’de devamlı yoksullaşma, fakirleşme dikkat çeker hale gelmiştir. Gelir dağılımının sürekli bozulması, satın alma gücünün zayıflaması bazı temel
tüketim maddelerine ulaşmayı zorlaştırmıştır. Bu durum toplum sağlığını ve ahlak anlayışını bozmuştur. Ekran esareti de dizilerle beraber buna yardımcı olmuştur. Üretim yetersizliği istihdamda sorunlar yaratmıştır. Çiftçilerin tarım dışına çıkışı önlenmelidir. Bu durum ithalatı artırarak dış ticaret açığını yükseltmektedir. Çiftçi, ithalat yaptığımız ülkelerin çiftçileri kadar desteklenmelidir.
- “Ürettiklerinden fazlasını tüketenler bağımsızlıklarını kaybederler”. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu anlamlı sözü Türk ekonomisinin genel çizgileriyle örtüşmektedir. Yerli mi, yabancı mı, ihtiyacım var mı, yok mu demeden tüketen; tüketim ile sosyal statü kazanılacağını zanneden bir sosyal yapı ile karşı karşıyayız. Tüketimde olduğu gibi tasarruf anlayışında da ülkeden ülkeye değişen sosyal boyut ihmal edilerek ekonomide çözüm sağlanamaz.
- Gıda terörünü önlemek için dondurulmuş ve hazır gıdaların kullanımının engellenmesi, şeker kamışı üretiminin artırılması, çiftçi ve köy kooperatiflerinin yaygınlaştırılması, Milli tarım, Milli tohum politikalarının öne çıkartılarak tarımda sürdürülebilirliğin sağlanması gerekir. Eko sistemin parçası olduğumuz unutulmamalı, su ve toprağın daha verimli kullanılmasına dikkat edilmelidir.
- Eğitim sistemimiz sık yapılan değişikliklerle yap-boz tahtasına dönmüştür. Okullarımızda “kadrolu, sözleşmeli, ücretli” ismi altında üç ayrı statüde öğretmenimiz bulunmaktadır. Öğretmenler arasındaki bu ayırımcılık giderilmeli, hepsinin kadrolu öğretmen olması sağlanmalıdır.
- Siber güç Türkiye için; dönüşüm sürecinde ülkemizi üst sıralara çıkaracak bir yol haritasıdır. Gelecek dijital çağın teknolojisi artık yapay zekâ teknolojisidir. Siber güvenliğin amacı dijital dünyada ki tüm maddi ve manevi varlıklarımızı korumak ve ülkemizi dijital tehditlere karşı daha dirençli hale getirmektir. Ülkemizin 2021 yılında ‘Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi’ ile başlayan hamlesi 21 Kasım 2024 tarihinde Aselsan ve TOBB Üniversitesi işbirliği ile Türkiye’nin ilk kuantum bilgisayarı olan ‘Quan T’ yi faaliyete geçirerek Dünya da kuantum teknolojisinde ilk 15 ülke içerisine sokmuştur. “
Daha sonra Adana’nın tarihi yerlerinden Yağ Camii, Ulu camii, Taş köprü, İlter Uzel tıp ve diş hekimliği müzesi, üniversitenin çok büyük doğal güzelliğe sahip kampüsünü gezip gördük. Tabii ki bu şehrin meşhur kebabı, şalgam suyu ve ciğer kavurmasının da tadına bakmayı ihmal etmeyerek. Ayrılırken başkan Yusuf Özer’e Ormanya ürünümüz lavanta kolonyası ile şehrimizin edebiyatçı roman yazarı Mürsel Gündoğdu’nun Farabi romanını takdim ettik. Yollarında, parklarında üzerinde narenciye meyveleri ile ayrı bir güzelliğe sahip olan bereketli Çukurova’mızın bu kadim şehrini görmenin mutluluğu ve yeni bir şurada buluşmak dilekleri ile vedalaşıp şehrimize döndük.
Sağlıcakla kalınız.