Gün geçmiyor ki Adalet mekanizmasında yer alan kurumlar ile AKP İktidar’ı arasında bir kapışma olmasın.
Bunun sebebi bir gün “Laiklik”, bir başka gün “Parti Kapatma Davası” ise, ertesi gün bir başka konu.
Şimdilerde de bu kurumların yapılanmasına yönelik Anayasa’da yapılması planlanan değişiklikler.
Adeta bir inatlaşmadır gidiyor aylardır.
Daha önce Ordu ile yaşanan restleşmeler, Ordu’nun diz çöktürüldüğü görüntüsü verildikten sonra, Adalet ile yaşanmaya başladı.
Daha önce ne HSYK Başkanı’nı tanır mıydınız?
Ben hatırlamıyorum.
Ama şimdi, reklamlarda Şafak Sezer’in göründüğü kadar, HSYK Başkan Vekili’ni görüyoruz televizyonlarda.
Böyle olması mı gerekiyor?
– Asla!
Daha önce Başsavcının ismini bile bilmezken, size bir çırpıda en az on tane Özel Yetkili Savcı ismi sayabilir biraz televizyon izleyen herkes.
Bu kişilerin bu kadar medyada yer almasının altında yatan da Hükümet ile Kurumlar arasındaki restleşmeler.
Dün yaşananlara bakarsanız, durumun geldiği vahim noktayı daha iyi anlayabilirsiniz.
HSYK’daki toplantıda, yapılan bir teklifi gündeme almamak için, toplantıyı terk ediyor Adalet Bakanı ve Müsteşarı,
İş çığırından çıkmış anlayacağınız.
Bu noktaya gelirken, sadece Hükümet’i suçlamak yanlış olur tabii ki.
AKP Hükümeti’nin yargıyı siyasallaştırma çabalarını hoş görmek mümkün değil.
Ama bir dönem, bütün bu kurumları adeta etnik bir kamplaşmanın odağı haline getirenler de, en az AKP’liler kadar suçludur.
Bir ara, bu kurumlardaki atamalarda, birinci kıstas, atanacak hâkim veya savcının TSE Standardına uygun olup olmadığıydı.
Yani, Tunceli, Sivas, Erzincan Alevisi olan yargı mensuplarına senelerce öncelik tanındı.
Meslekteki bilgisi, becerisi. irşadı, baktığı davalarda verdiği doğru kararlar gibi asıl kıstaslar görmemezlikten gelinip, etnik mensubiyeti, yani mezhebi yeterli oluyordu.
Şimdi yapılan da bunun tam tersi.
Yani Alevi ise, kesin hüküm veriliyor.
– Yaramaz!
Ya makbul olan hangisi?
– Cemaat mensubiyeti veya hanımının başörtülü olması.
Ne hukukçuluğunu tartışan var ne kıdemini.
Başından kestirip atıyorlar.
Kutuplaşmanın getirdiği nokta maalesef bu.
Buradan, bu çekişmeden, bu restleşmeden, doğru bir sonuca varmak mümkün mü?
Yanlışı, bir başka yanlışla halletmenin mümkün olmadığını, yapılanın kurumlara, adalet duygusuna zarar vermekten başka bir işe yaramadığını anlamamız gerekiyor.
Yoksa gerçekten bu kadar tahribatı ne bu kurumlar kaldırır, ne de Adalet’ten adalet bekleyen toplum.
Güvenmemiz gereken kurumları ayakta tutmak yolunda çaba sarf etmek yerine, onları rezil rüsva etmenin bedelini, Hükümet de dâhil herkes, hepimiz çok ağır ödeyeceğiz sonra.
Bunun sorumlularını da, toplumun, kendi yöntemleriyle cezalandıracağını akıllarından çıkarmamalı, birbirine rest çeken her iki taraf.