Dış politikada başarılı olmanın tartışılamaz şartlarından biri de küresel gündemi takip edebilmektir. Dünyaya Türkiye ve Ortadoğu penceresinden bakmaya kalkarsak, görüş açısını daraltırsak icap eden okumalardan noksan kalıp icap eden yorumlamaları yapamazsak giderek daha da sertleşen bu kurtlar sofrasında etkin aktör olma ideallerimizin gömülüp gittiğini hep birlikte seyrederiz. Bugün memleketimizin dış politikası maalesef belli ilkeler ve prensipler temeline değil günlük siyasi olayların üzerine kurulmuş durumda. Tabii ki dış politikada havayı koklayıp manevralar yapmak, kararında kıvraklığı başarabilmek elzemdir ama dış politikayı büsbütün ne şiş yansın ne kebap anlayışı üzerine oturtmak vizyonsuzluktur.
Siyasi arenada özellikle son yıllarda liberal – sol kanattan seçilmiş liderlerin beklenen performansı sergileyememesiyle birlikte muhafazakâr – sağ eğilimler güçlenmeye başladı. Alelhusus ekonomide ve dış politikada korumacı reflekslerin trend haline geldiğini pek çok ülkede gözlemliyoruz. Bu refleksin en popüler örneği de Brexit yani Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması meselesi olarak söylenebilir. Bugün Birleşik Krallık bu trendle birlikte 2 kez Başbakan değişikliği yaşadı Cameron’un ardından Theresa May ve şimdi de Boris Johnson. Hollanda’da tarihinin belki de tarihinin en milliyetçi Başbakanı göreve seçildi. Almanya’da Neo-Nazi olarak tasvir edilen aşırı sağcı Alternatif Parti %15’e yakın oyla meclise taşındı, son anketlerde de bu partinin ülkenin ikinci büyük partisi konumuna geldiği görülüyor. Bu trend etkisini yalnızca Avrupa’da hissettirmedi, ABD’de Barack Obama’nın belli konulardaki hataları, Hillary Clinton’ın keza belli alanlarda umut vermeyen başarısız kampanyaları ülkenin başına kimsenin tahmin edemeyeceği bir Başkanı getirdi.
Şimdi yalnızca ABD vatandaşları değil, tüm dünya 2020 ABD Başkanlık Seçimlerinde neler olacağını bekliyor. ABD’de gelenekler hasebiyle hiçbir parti adayını genel merkezde belirleyip ”Bu benim adayımdır !” diye seçmene sunmuyor. Her isim seçime 1 – 1,5 sene kala partisinden aday adaylığını açıklıyor ve önseçimler boyunca bütün eyaletleri tek tek gezerek kendisini başkan adayı yapmaya yetecek delege sayısını yakalamaya çalışıyor. Her eyalet belirlenen tarihte başkan adayı olarak görmek istediği aday adayına oyunu veriyor ve böylece partilerin başkan adayları belirlenmiş oluyor.
ABD’de Başkanlık Seçimi 3 Kasım 2020’de yapılacak, yani seçime hemen hemen 1 sene kaldı. Trump ikinci döneme adaylığını koyduğu için Trump’ın 2.kez Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı olacağı kesin görünüyor ama rakip partide kıran kırana bir yarış yaşanıyor. 2016’da Partinin en ağır toplarından biri olan eski first lady, eski senatör ve eski dışişleri bakanı Hillary Clinton’ı aday gösterip; Donald Trump gibi hiçbir siyasi geçmişi olmayan, ilk siyasi macerasında başkanlığa aday olan bir figüre yenilen Demokrat Parti’de 2020 raundu kesinlikle kazanılması gereken bir seçim olarak görülüyor. Demokrat Partililer, Trump’ın ikinci döneme seçilmesinin ülkeleri için bir felaket senaryosu olacağını söylüyorlar. Ekonomideki düzelmenin geçici olduğunu, sağlık sigortasındaki kesintilerin, giderek artan eğitim ücretlerinin, dış politikadaki laubaliliğin, ırkçı yaklaşımların ve sosyal politikalardaki dengesizliğin ülkeyi toplumsal bir yıkıma itebileceğini savunuyorlar. Trump’a karşı duruş böylesine net olunca ve 2020 bileti böyle kıymete binince Demokrat Parti’de adaylık rekoru kırıldı. 20’ye yakın popüler isim ülkedeki değişimin öncüsü olma arzusuyla yola koyuldu.
Bugünkü durumda eski başkan yardımcısı, partinin bir diğer ağır topu Joe Biden %29’lara yaklaşan desteğiyle yarışın lideri olarak görünüyor. Hemen ardından da ABD siyasetinin en aykırı, en şahsına münhasır ismi, senatodaki tek sosyalist olan Bernie Sanders %18 oyla ikinci geliyor. 2016’da aday olup olmayacağı aylarca tartışılan hukuk profesörü Massachusetts Senatörü Elizabeth Warren %16 oyla üçüncü görünüyor. Hem siyahi hem de kadın oluşuyla, göçmen bir ailenin evladı oluşuyla ve politik duruşuyla ”Kadın Obama” ve ”Siyahi Clinton” benzetmeleriyle gündeme gelen California Senatörü Kamala Harris %7 oyla dördüncü görünüyor. İlk gay başkan adayı olmasıyla adaylığı haftalarca konuşulan South Bend Belediye Başkanı Pete Buttigieg ise %5 oyla beşinci sırada görünüyor.
Joe Biden’ın 1973-2009 arasında 36 sene senatoda dış ilişkiler konusunda önemli işlere imza atmış olması, merkezde konumlanıyor olması, başkan yardımcılığı yaparak ülkede ikinci adamlığı üstlenmiş olması onu avantajlı kılıyor. Joe Biden söylemlerinde halen başkan yardımcısıyken kullandığı dili sürdürüyor. Tüm Amerika’yı kapsayarak adım atmaya dikkat ediyor. Kampanyasını parti içindeki yarıştan ziyade ülke genelinde Trump’a karşı duran, her partilinin az veya çok desteklediği bir cephe haline getirmeyi amaçlıyor. Tabanını hoş tutacak popülist hamleler yerine 2016’da Trump’a oy vererek Wisconsin, Michigan, Pennsylvania gibi kritik eyaletlerde seçimi kaybettiren kararsız seçmenlere oynamaya çalışıyor. Bu etmenler bir araya geldiğinde de Joe Biden’ın şimdilik ipi göğüslediğini görüyoruz, tabii yaşı başta olmak üzere pek çok dezavantajı var; partinin değişim isteyen genç kanadından gerekli desteği göremiyor. Bu seçmenler gidip Trump’a oy vermez ama 2016’da olduğu gibi sandığa gitmeyerek seçimin kaderini değiştirebilir. ABD’de seçim öncesinde yapılan ulusal münazaralarda adayların performansları kader değiştirici sonuçlar doğurabiliyor. Joe Biden %35 oyla girdiği parti münazarasından %29 oyla çıktı, sönük performansı ona %6 oy kaybettirdi. Trump bir münazara canavarı olduğundan Biden karşısında daha da devleşebilir, Biden adaylığı kazansa dahi ilerleyen dönemde kampanyası sallantıya girebilir.
Bernie ! Ülkede yüksek makamlara seçilebilmiş tek sosyalist olması onu yalnızca ülkesinin değil dünyanın özel figürlerinden biri yaptı. 2016 kampanyasında önseçimlerin sonunda %44 gibi muazzam bir oya ulaşsa da daha merkezde konumlanan Clinton’a yenilmişti. Bernie Sanders, Joe Biden ismi netleşene dek anketlerde adeta şov yapıyordu lakin aynı Clinton gibi merkezde konumlanan Biden’ın çalışmalarına başlamasıyla ikinciliğe geriledi. Televizyondaki münazaralardan önce %12’lere kadar inmişken canlı yayın performansıyla yeniden %20 bandına yaklaştı. Bernie Sanders’ın kampanyası seçimin kaderi için kilit çünkü Sanders – Trump yarışı 2016 senaryosunun rövanşını oynamak değil, yeni bir senaryoyu yazmak olur. Tecrübeli klasik Demokrat Parti adayı karşısında Trump senaryosu değil de radikal ve alışılmışın dışında başkanın karşısına, radikal ve alışılmışın dışında başkan adayı senaryosu yaşanmış olur. Sanders’ın da Güneydoğu ve iç bölgelerdeki daha muhafazakâr partilileri etkilemek ve oylarını almak konusunda problemleri olduğu biliniyor. Partinin klasik tabanına yeterli ölçüde kendini anlatamadığı ve o kitleden yok denecek kadar az oy alabildiği biliniyor. Bu durum adaylığı kazansa dahi Trump karşısındaki at başı o yarışta kendisine kötü sürprizler hazırlayabilir.
2016’daki Clinton rüzgârının aksine bu kez kadın adayların anketlerde çakıldığını görüyoruz. Kamala Harris gibi, Tulsi Gabbard gibi, Kirsten Gillibrand gibi, Amy Klobuchar gibi popülaritesi son derece yüksek olan isimlerin anketlerde döküldüğünü görüyoruz. Gillibrand geçtiğimiz günlerde %1’in altına inince yarıştan çekildi. Gabbard ve Klobuchar ise %1 – 1,5 dolaylarında gidip geliyor; senatörlüğe büyük destekle seçilen başkan adaylığı da büyük ses getiren Kamala Harris ancak %7 destek alabiliyor. 2016’da Clinton’la yarışa girmesi beklenen ama bunu yapmayan partinin sol – ilerici tarafından olan Elizabeth Warren ise %16 oyla üçüncü olarak ve tek iddialı kadın olarak yarışı sürdürüyor. İlk parti münazarasından sonra %11 oyu olan Warren münazaradan sonra %15’in üzerine çıkarak maçta uzun ömürlü olacağını ve ciddiye alınacak bir rakip olduğunu gösterdi.
Önseçimlere 4 ay kala durum bu şekilde olsa bile ABD’de önseçimlerde sürprizler eksik olmaz. Yarışta Biden, Sanders, Warren ve ucundan kıyısından Harris’ın iddialı olduğunu görüyoruz. Lakin %0,4 oyla başlayıp bugün %5’leri gören Pete Buttigieg’i ve Texas valilik seçiminde sınırları zorlayan Beto O’Rourke’un izlenmesi gerektiği kanaatindeyim, ilerleyen dönemde şaşırtabilirler.
Bakalım Demokratlar bu kez doğru adayı tespit edip, doğru stratejiyi uygulayabilecekler mi yoksa Trump karşısında ikinci hezimeti mi tadacaklar? İnanın henüz tahmin edemiyorum lakin biliyorum ki seçim oldukça yakın geçecek ve eğer Demokratlar doğru planı çizemezlerse hatalarına ve aşırılıklarına rağmen halen ciddi oy potansiyeli olan Başkan Trump’a 2.dönemini altın tepside hediye edecekler…