Balkanlar Gelecekte Neleri Yaşar?

84

 

Balkan coğrafyası, Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti için, her daim özenle ilgilenilmesi gereken ve Türk Dünyası içinde yer alan önemli bir bölgedir.

Bu topraklardaki Türk varlığının yoğun başlangıcı, M.S . 4. yüzyılın başlarına kadar gitmektedir. Türkler bu tarihten itibaren Balkanlarda bir çok devlet kurmuşlardır.

Balkan topraklarının büyük bir bölümünde, Türk hakimiyeti hukuken sona ereli 100 yılı yeni aşmıştır. Ancak fiziki Türk varlığı Balkan topraklarında henüz devam etmektedir. Bu nedenle Balkanlar; Türk’e ait Türkiye Cumhuriyeti devletinin, siyasetinin, üniversitelerinin, medyasının ve sivil toplum kuruluşlarının ilgili alanı olmaya devam etmektedir ve gelecekte de bu ilgi zorunlu olarak sürecektir.

Bu nedenle öncelikle “Türk Dış Politikası”nın en azından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana izlediği stratejilere bir bakmak gerekir.

A-Türk Dış Politikasında Balkanlar:

Tanzimat Dönemi’nden beri Türkiye’nin batılılaşma çabaları ve Batı’nın ortak değerlerini benimseyerek çağdaş medeniyet düzeyine erişme azmi ve iradesi sebebleriyle, Türk dış politikasının anayönü genellikle Batı’ya dönük olmuştur. Ayrıca savunma ve ekonomik gereksinimlerinin de bunda büyük etkisi vardır.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusuMustafa Kemal Atatürk‘ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” söyleminde de en veciz tarzda ifade ettiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti için hem içeride hem de dışarıda ve yakın çevresinde barışın tesisi ve sürdürülebilmesinin ayrı bir önemi vardır.

Bu nedenle, Cumhuriyet döneminde Türk dış politikası, barışçı bir yaklaşımla öncelikle ülkenin bağımsızlığının korunması ve güvenliğinin sağlanmasını ve sonra laik, demokratik ve modern rejiminin sürdürülmesini amaçlamıştır. Türk dış politikasında, Balkanlara bakış açısı da bu temel çerçeve içinde belirlenmiştir.

Buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti Devleti; son iki yüzyıl içerisinde Balkanlarda yaşananları, Balkan halklarının ırkçılık duygularını, dünyanın güçlü devletlerinin Balkan halklarını kendi politikaları çerçevesinde kullanmak isteyişini, Balkanlardan Türkleri arındırma arzusunu ve bütün bunların günümüze yansımalarını yaşanan acı tecrübeler nedeni ile çok iyi bilmektedir.

Türkiye’nin bir Balkan politikası olduğu kadar, Balkan halklarının oluşturduğu birçok devletin kendi aralarında ve Türkiye’ye karşı izlediği politikalar mevcuttur. Ancak bu politikaların temelinde yatan en büyük argüman, Lloyd George’un 29 Ekim 1919’da Avam Kamarası‘nda ifade ettiği şu düşüncelerinde vücud bulmaktadır: “Biz dünyanın her yanında savaştık… Türkiye’nin fethinin tümünü fiilen gerçekleştiren İngiliz silah gücü oldu. Türkiye ile savaşa 1.500.000 asker gönderildi. Bu, Büyük Britanya’nın başarısıydı. Medeniyet uğrunda ülkemizin bugüne kadar giriştiği işlerin en güzellerinden birini yapmış bulunuyoruz. Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.”

Türkiye ile Balkan devletleri arasında bugünde devam edegelen sorunlara ve tartışmalara bakınca Lloyd George’un yaklaşık yüzyıl önce ifade ettiği düşüncelerin halen ne kadar etkili olduğunu görüyoruz.

aa)-Atatürk’ün Balkan Politikası:

Balkanlar özellikle Batılı güçlerin, Türk hakimiyetini sona erdirmek için yaptığı çalışmalar sonucu 19. yüzyıl Avrupa’sının böğründe sürekli kanayan bir çıban gibi idi. Bugünde bu kanama azalmış gibi görünsede sürmektedir. Günümüzde de Balkanlar patlamaya hazır bir barut fıçısıdır.

19. Yüzyılda, ırkçı akımlar burada karşılaşıyor, panslavizm ve pangermanizm baskıları yine burada toplanıyordu . 1912’de yaşanan Balkan Savaşı neticesinde Türk hakimiyeti yirmidört bin kilometrekarelik Doğu Trakya bölgesi hariç, Balkanlarda sona ermişti. Ancak daha Türkler ayaklarını Balkan topraklarından çekmeden, Türk’e karşı müttefik olanlar, birbirleri ile kapıştılar, sonrasında da 1914’de Saraybosna’da gerçekleşen suikast, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden oldu. Bu savaş sonucu milyonlarca insan öldü ve milyarlarca servet heba olup gitti.

Kendisi de bir Balkanlı olan Mustafa Kemal Atatürk, bu süreci bizzat yaşamış ve çekilen acıları görmüştü. Bu nedenle, Balkanlar’da barışın kurulmasını ve korunmasını amaç edinen Balkan Birliği’nin hararetli bir savunucusu idi. Böyle olduğu içinde Ankara’da yapılan bir Balkanlararası toplantı da “… unutmayalım ki; Balkan milletlerinin ataları birbirlerinin hısımları idiler. Bu milletler yüzyıllar boyunca birlikte yaşadılar. Biz Balkan Birliği’ni tarihi tekamülün tabii bir neticesi olarak kabul etmeliyiz.” demiştir.

Balkan Birliği’nin ilk konferansı Ekim 1930’da Atina’da toplandı. Bu toplantıya, Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Türkiye katılmıştı. Bu toplantının tarihsel büyük bir önemi vardı. Çünkü Balkanlar yüzyıllar boyunca birbirlerine karşı dini, milli ve diğer düşmanca hislerle dolu olan milletlerin yaşadıkları bir bölge olarak tanınmış veya tanıtılmıştı. Şimdi bu bölge milletleri, aralarında işbirliği etmek için ilk defa olarak bir araya gelmişti. Bu günümüze kadar gelen Avrupa Birliği yapısının oluşmasına da fikir ve cesaret verici bir örnek oldu.

Balkan Birliği’ni oluşturan devletlerin aldığı ilke kararlarının aslında günümüzde de karşılıklı olarak sürdürülen dış politikaların yüzeysel(!) çerçevesini oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Balkan devletleri bu birlik kapsamında; doğrudan doğruya görüşme, anlaşma ve sistematik bir işbirliği yolu ile müşterek uygarlık unsurlarını bir araya getirmek sureti ile aralarındaki barış bağlarını kuvvetlendirmek istemişlerdir. Ayrıca küresel yakınlaşma, iktisadi yakınlaşma, her türlü ulaştırma ilişkilerinin geliştirilmesi, sosyal politikalar alanında işbirliğine gidilmesi hedeflerin belli başlı olanlarıdır.

Balkan Paktı, 09 Şubat 1934’te Atina’da imzalanmıştır. Ancak bu anlaşma, Balkan ülkelerinde ve Balkanlar üzerinde emperyalist amaçları bulunan İngiltere, Rusya, İtalya başta olmak üzere bir çok Batı ülkesinde tepkiyle karşılanmıştır. Bu Birinci Balkan Birliği’nin sürecidir. Bundan sonra İkinci Dünya Savaşı’na müteakip 1954 yılında Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye arasında İkinci Balkan Birliği kurulmuştur. 1934’e nazaran 1954’te farklı bir dünya ve uluslararası konjonktür vardır. Avrupa ideolojik olarak bir duvarla ve dolayısıyla Balkanlar’da ikiye bölünmüştür. Sovyet Rusya’nın farklı emelleri ve talepleri Balkanlar’ı da karıştırmıştır.