“Ben, Sizin Ahiretinizden de Sorumluyum” Diyen Biri!

103

 

Osmanlı Cihan Devleti’nin eren kişileri, bilge adamları, hocaları sayılmayacak kadar fazladır. Ancak tarihçiler ilk şeyhülislamı  Molla Şemsüddin-i Fenari (1424- 1430) olarak kayda geçmiş. Dönem Fatih’in babası 2. Sultan Murat Han zamanı.

Molla Gürani(1480-1488) ise hem Fatih Sultan Mehmet  ve hem de oğlu Sultan Beyazıd devrinin şeyhülislamı.  Akşemsettin(1389 Şam- 1459 Göynük) de Fatih’in hocasıdır. Çök önemli bir islam alimi ve bilim insanıdır. Zembilli Ali Efendi(1503-1526) Yavuz Sultan Selim Han zamanında hizmet eden bir başka şeyhülislam. Kanuni Sultan Süleyman zamanı hep Şeyhülislam Ebussuud Efendi(1545-1574) ile birlikte yadedilir. Kanuni lakabı buradan mülhemdir. Ebusuud Efendi’nin fetvaları hala dikkat çekmekte, tartışılmakta ve değerlendirilmektedir.

174 Şeyhülislam’ın görev yaptığı Osmanlı Cihan Deveti’nde  son şeyhülislamlar da şöyledir: İsmet İnönü’nün Başbakanlıktan istifa etmesi üzerine Adalet Partisi öncülüğündeki koalisyon hükümetinin(05 Şubat 1965- 10 Ekim 1965) Başbakanı olan Suat Hayri Ürgüplü’nun babası Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi (1914-1916), Musa Kazım Efendi( 1916-1918), Mustafa Sabri Efendi( 1919-1920) ve son seyhülislam olarak da  Medeni Mehmet Nuri Efendi’dir( 1920-1922).

HER BÖLGEDEN HER RENKTEN ALİMLER

Şeyhülislamlar hanedandan değildi. İlmi, islami bilgisi, fetva emini olması ve maruf kişiliği önemliydi. Sadece İstanbul’dan tayin edilmez, şartlara uygun olduktan sonra her bölgeden ve her renkten atanabilirdi. Ankaravi Mehmet Emir Efendi (1686-1687), Çatalçalı Ali Efendi(1692), Menteşezade Abdurrahman efendi(1715-1716), Arapzade Ahmet Ataullah Efendi(1785), Arapzade Efendi     (1808), Bodrumlu Ömer Lütfi Efendi (1889-1890) bunlara örnek verilebilinir. Şeyhülislamlar  azledilemezler, Osmanlı Cihan Devleti padişahlarının kabülünde de eteklerini öpmez, sadece oturdukları yerden yarım kalkarak saygıda bulunurlardı. Padişaha şartlar ne olursa olsun şeyhülislamlar ve kağanların hocaları ülkesinin ve toplumunun menfaati için en doğru, en uygulanabilir olanı konusundaki görüşlerini söylerler, hatırlatırlardı.

İşte birkaç örnek; Fatih İstanbul’u fethettiğinde Hocası Akşemsettin’e birlikte şehre girmek istediğini söyler. Kabul edilir. Ancak Fatih İstanbul’a yanında Hocası Akşemsettin olmadan girmiştir. Padişah kızar. Hemen hocasını aratır. Akşemsettin’in Topkapı surları dışındaki otağında çalışmakta olduğu anlaşılır. Fatih hiddetle otağa girer. Akşemsettin oturduğu yerden hafifçe eğilerek selam verir.

-Hocam hani kararlaştırmıştık, birlikte İstanbul’a girecektik!

BİR ADALET MEDENİYETİ

-Doğrudur padişahım. İstanbul’u bugüne kadar çok sayıda ordu fethetmek, Bizansı dize getirmek istedi. Başaramadı. Rabbim size müyesser kıldı. Gururlanır Bizans halkına zulmedersiniz diye sizinle birlikte İstanbul’a girmedim. Çünkü biz onların can, mal, dil ve dinlerinin de güvencesiyiz. Ayrıca ben sizin ahiretinizden de sorumluyum. Onun için de sizinle birlikte İstanbul fethedildiği zaman birlikte şehre girmedim.

Fatih bunun üzerine hocasının elini öpüyor. Bizanslılara da bir bildiri yayınlayarak onların can, mal, din ve dillerinin güvencede olduklarını hatırlatıyor. Fatih ve Akşemsettin daha sonra Cuma namazını fethedilen İstanbul’da birlikte kılıyorlar.

YAVUZ VE MOLLA GÜRANİ

Bir başka örneği de Fatih’in torunu Yavuz Sultan Selim Han’dan verelim. Yavuz Selim Balkanlarda fetihleri sürdürüyordu. Boşnaklar o şiddetli ve hiddetli Padişah Yavuz Sultan Selim’e giderek Sırpları şikayet ediyorlar.

-Padişahım  başta Fatih Sultan Mehmet atadedeniz olmak üzere Osmanlıların bölgemize gelmesiyle Balkanlarda islamiyeti kabul edenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Çünkü siz buraya bir adelet medeniyeti getirdiniz. Herkesin canı, malı, ailesi, dini, dili teminat altında. Ancak bu Sırplar hala bize zulmediyor. Tacizlerde bulunuyorlar. Yolumuzu kesiyor, ailelerimize saldırıyorlar. Sırpları kuzeye sürün, bölgemiz Sancak rahat etsin. İnsanlarımız huzura kavuşsun.

Yavuz Sultan Selim daha sonra araştırıyor ki Boşnakların anlattıkları doğru. Zulmeden, öldüren, yol kesen Sırpları kuzeye sürmek istiyor. Hazırlıkların yapılması emrediyor. Ancak Sırpların kuzeye sürülmesi bir türlü gerçekleşmiyor. Çünkü Şeyhülislam Molla Gürani buna rıza göstermemiş, fetva vermemiştir. Yavuz Sultan Selim kızmakla kalmıyor soluğu Molla Gürani’nin yanında alıyor.

-Nedir bu durum hocam? Niçin rıza göstermez, fetva vermezsin halkıma zulmeden bu hainlerin kuzeye gönderilmesine?

-Padişahım ben sizin ahiretinizden de sorumluyum. Balkanlara geldiğimizde başta atadedeleriniz Fatih olmak üzere bir güvence vermişlerdi. Buna göre Sırpların da canları, malları, dilleri ve dinleri  teminat altında olacaktı. Onların rızası olmadan biz nasıl onları topraklarından ayırıp kuzeye sürebiliriz?! Suçluları yakalayıp, yargılayalım, ama onları toplu halde kuzeye süremeyiz.

Yavuz Selim Şeyhülislama hak vermekle kalmıyor, eline de sarılıyor ahiretini düşündüğü için. Bu tarihi hakikatı bana Sancak bölgesinin başkenti mesabesinde bulunan Novipazar Uluslararası Üniversitesi Rektörü değerli dostum Prof. Dr. Mevlid Dudiç anlatmıştı. Bir şey de eklemişti serzenişte bulunarak “Eğer o gün zulmeden Sırplar kuzeye sürülseydi, bugün Bosnahersek’teki toplu müslüman katliamına maruz kalınmayacaktı! Toplu mezarlar olmayacaktı.” Ancak Osmanlı Cihan Devleti 700 yıl kadar adaletiyle dik durabilmiş idi.

Muhteşem Yüzyıl dizisinde de aktarıldı. Şehzade Mustafa’nın idam fermanı isyan ettiği gerekçesiyle bizzat Ebusuud Efendi’den fetva ile alınmıştır. Kanuni Sultan Süleyman istedi diye değil. Osmanlı Cihan Devleti Şeyhülislamların fetvası olmadan tasarruf etmemiştir.

YENİ BİR MEDENİYET TASAVVUR ETMEK

Şöyle dönüp arkama baktım bunlar var. Biraz da önüme baktım. Gördüm ki Türkiye’de ve islam coğrafyasında Akşemsettinler, Molla Güraniler, Zembilli Ali Efendiler, Ebusuud Efendiler yok. Biri çıkıp da “Ben sizin ahiretinizden de sorumluyum, burada eksik yapıyoruz” kimse diyemiyor.

Dünyada en temel insani değerler çiğneniyor. Katı siyasal ve ideolojik nobranlık daha önde görünüyor. Toplum vicdanı kanıyor, pragmatizme yenik düşülüyor. Eleştiri bir noksanı hatırlatıyorsa çabalar kayboluyor, netice vermiyor maalesef. Yüksek değerlerden hareket edemiyoruz. Aidiyet ve mensubiyet duygumuz galebe çalıyor. Toplum sükut ediyor. Hamile ve çocuklu kadınlara bile genç hemcinsleri kitle iletişim araçlarında yer bile vermiyor. O genç kızlar yarın anne olacaklarını unutmuş görünüyorlar. Taşrada bile irfan kaybı yaşanıyor değil ki büyük şehirlerde.

Artık gündemimiz ve havalarımız yağmur değil, çok daha değişik. İnsan olmanın sırrı ihsan ve dertler kayboluyor. Bunu lütuf sanıyoruz. Yaşama ve yaşatma zevki eksiliyor. Karamsarlık , kararsızlık, belirsizlik ve yeis; sevginin, ışığın ve umudun yerine geçiyor fotoğraflarda. Oysa karanlık gecelerden sonra nurlu sabahlarda ancak uyanılabilinir. Gece olmadan gündüzü beklemek nafiledir.  Vücudumuza uygun manevi derinlikler azalıyor ve damarlar kesilmek isteniyor. Bilgeler eksik olunca bilgiler de tamamlanamıyor. Muhafazakar insanlar bile mescid ile tekke ahlakı arasında tercihe zorlanıyor.

EKMEK Mİ HİMMET Mİ, YOKSA HER İKİSİ DE Mİ?

Ah Yunus, vah Yunus demenin tam zamanı galiba. Kimse dergaha sırtında düzgün odun getirmek istemiyor her nedense. Buğdaya, arpaya, mercimeğe talip; himmete değil. Korku yerine güveni kazanmamız gerek. Öyle değil mi? Peternal toplumlardan ihraç edilmiş güçlüye, imkan sahibine, lidere biat zaafını ne yapacağız?. Ah hukuk devleti, insan hakları ve demokrasi geldiysen üç defa kapıya vur! Hulafayı Raşidün dönemlerinden ders çıkarsaydık hiç tarih tekerür mü ederdi Allah billah aşkına? Algı zorluğu çekiliyor galiba Hak ile güçlü arasında. Basiret arıyoruz  maniplasyonlar karşısında. Vicdanlardaki perdeyi peki kim kaldıracak siz aralamazsanız? Beğenmediğimizi yok etmek gibi bir lüksümüz yok.  Hınçtan, kinden, şiddetten beslenemeyiz. Aşkı önermek gerekmez mi? Sevgiden mahrum büyümeye mahkummuyuz ki böyle oluyor?

Toplum aşırı yoruldu gelişmelerden. Kuvvetliler hem kıyıyor, hem çözüyor, çözümlemiyor. İmkana, makama, ünvana, kuvvete, paraya ve kadına bu açlık neden ki? Anıtlaşmak vakti galiba, bu azgınlığın hiç kimse farkında değil. Monumentalizm hırçınlığı ve çılgınlığı aldı başını gidiyor. Şehirlerimiz bile koşmaya başladı meçhule! Zerafet, nezahet, nezaket, letafet mimaride de kayboldu, yitirdiğimiz edebi, sanatsal, kültürel ve medeniyet hareketi içinde. Peki neden?

MUALLİM İHTİYACI

Bütün bunların sebebi “Ben sizin ahiretinizi de düşünüyorum? Şurada bir eksiklik, burada yanlışlık görüyorum!” diyebilecek  Akşemsettinler, Molla Güraniler,  Ebusuud Efendiler, Zembilli Ali Efendiler yok! Yücelik, güçlülük ideolojisi içindeki muktedir ve mütekebbirlere “Ben sizin ahiretinizi de düşünüyorum” diyecek bir muallim gerek günümüze. Onca üniversitemiz var ama, bir şeyhülislam donanımlı, muallim çerçeveli insanımız henüz yok.

Ne dersiniz?