30 Mart Pazar günü seçimde oy kullanırken benim tercihimi belirleyecek son üçbuçuk ayın önemli olayları şunlar:
1- BAŞBAKAN’IN SES KAYITLARI: Başbakan Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ses kayıtları çıktı, bunların çoğu red edilmedi. İlk defa bir Başbakan hakkında hırsızlık ve yolsuzluk suçlamaları yapıldı.
Kabul edilen konuşmaların ses kayıtlarından öğrendiğimiz kadar Başbakan “alo Fatih” ve “alo Mustafa” hatlarıyla medyayı yönetmekte imiş. Muhalefet liderlerinin konuşmasının alt yazı olarak verilmesine bile müdahale ediyor, istemediği yazarları başörtülü bile olsa işinden attırıyormuş.
Yüksek meblağlı ihaleler verdiği iş adamlarına salma salıp, 100-150 şer milyon dolarlık katkılarla oluşturulan havuzda biriken parayla Sabah-ATV grubunu satıyormuş.
Bazı büyük ihaleleri iptal ettirip kazanmasını istediği iş adamına verebiliyormuş. (Koç grubunun kazandığı Milli Gemi ihalesini iptal ettirip, yenilenen ihalede Kalkavan’a vermiş.)
2- MONTAJ DENİLDİ, İSPAT EDİLEMEDİ: Başbakan’ın oğlu Bilal ile olan ve evindeki bir milyar dolar “paranın sıfırlanmasına” dair telefon konuşması için montaj denildi.
Bu konuşma montaj ise uzman bir kuruluşa inceletilerek bir gün içinde ispatlanabilirdi. Başbakan bunu yapmadı / yapamadı. Bunun yerine miting meydanlarında yaptıkları hizmetleri anlatarak “bunları yolsuzluk yapan bir hükümet yapabilir miydi?” diye tuhaf bir yolu tercih etti.
3- KORKTUĞU BİR ŞEY Mİ VAR? Yakınları ve Bakanları hakkındaki yargılama sürecinde görev alan, almayan savcılar, hâkimler ve on bin civarında emniyet görevlisini tayin etti. HSYK’nın yapısı ve çalışma usullerini değiştirdi. Mevcut soruşturmaların yürümesine engel olacak mevzuat değişiklikleri yaptı.
Bugün artık Erdoğan, yakınları ve AKP yöneticileri hakkında bağımsız ve tarafsız bir yargılama ihtimali kalmadı.
Yargı, emniyet ve mevzuat üzerine yapılanlar ile adı rüşvet ve yolsuzluğa bulaşmış 4 Bakan hakkındaki fezlekelerin içeriğinin Meclis’te okunmasını engellemeleri Başbakan’ın “çok ama çok korktuğu bir şeyler olduğu algısına yol açtı.”
4- CEMAAT HAKKINDA SORUŞTURMA YOK: Yargı ve bürokrasideki tayinlerin gerekçesi “paralel yapı” mensubu olmaları olarak açıklandı. Ancak bugüne kadar tayin edilen bu kamu görevlileri hakkında herhangi bir soruşturma açılmadı. Başbakan paralel yapıyı meydanlarda tek başına yargıladı, hükmünü verdi. Casusluktan, görevi ihmale ve vatana ihanete kadar birçok suç isnat etmeye devam etti.
5- İNTERNET SANSÜRÜ, TWİTTER YASAĞI: Gazete ve TV’lerde yazılmayan, söylenemeyen haber ve yorumlar (Facebook, Twitter gibi) sosyal medyadan öğrenilmeye başladı. Gündem internet üzerinden yayımlanan ses kasetlerine göre belirlenir oldu. İnternetin zapturapt altına alınması için kanun değiştirildi.
Hiç olmayacak şey oldu. Başbakan Erdoğan’ın mitingde “Twitter mivitır hepsinin kökünü kazıyacağım. Uluslararası camia şöyle der, böyle der… Hiç beni ilgilendirmiyor” konuşmasını yaptığı akşam, TİB (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) marifetiyle, Twitter’e erişim engellendi. Hem de demokrasi liginde küme düşme göstergesi kabul edilecek olduğu bilinmesine rağmen.
İnternet Kanunu ve Twitter yasağı Başbakan’ın “Çok ama çok korktuğu bir şey olduğu algısına yol açtı.”
6- GERÇEK PARALEL DEVLET: PKK/BDP/KCK kanadı Türkiye topraklarında kurmayı hedefledikleri Apo Kürdistanı devleti yolunda bir önemli eşiği daha geçti. Nevruz kutlaması adı altında toplanan yüzbinlere, İmralı’daki katilin MİT’e verdiği mesajı milletvekilleri tarafından Kürtçe ve Türkçe okundu. PKK’nın dağdaki lideri Bayık canlı görüntülü bağlantı ile konuşturuldu. Ortada ne polis ve ne de asker vardı. Türk Bayrağı yoktu, PKK paçavraları ve marşları vardı. “Ya müzakere, ya savaş” diye meydan okundu. Fiilen özerklik ilan edildi.
Mitinglerde Pensilvanya‘ya kükreyen, “dik duruş” sergileyen Başbakan, Güneydoğu bölgemizdeki PKK paralel devleti hakkında bir tek kelime söz etmedi.
7- ŞİRK VE KÜFÜRE TEPKİSİZ: AKP Düzce milletvekili Fevai Aslan, “Tayyip Erdoğan’ın Allah’ın bütün vasıflarını üstünde topladığını” söyleyerek en büyük günah olan şirk‘i işledi. Eski Bakan Egemen Bağış‘ın “bakara-makara”lı ses kaydında ayetlerle dalga geçtiği açığa çıktı.
Bu iki vahim olay hakkında Başbakan ne bir yorum yaptı, ne de bir yaptırım uyguladı.
*****
SEÇİMLER BİLGİYE ERİŞİM HAKKI OLURSA MEŞRUDUR
Seçimlerin olması tek başına demokrasi olduğunu göstermez. Çünkü diktatörlüklerde de göstermelik seçimler yapılır ve çok yüksek oy oranlarıyla diktatörler kazanırlar.
Medyanın yüzde 80’inin tek elden kontrol edildiği, muhalefetin sesinin kısıtlandığı, geri kalan medya üzerinde baskıların bu derece güçlü olduğu, sosyal medya üzerinde bile sansürün olduğu ülkemizde halkın bilgiye erişim hakkı engellenmektedir. Fezlekelerin Meclis’te okunmasının engellenmesi de yine bir bilgiye erişim kısıtlanmasıdır.
Tek taraflı bir bilgilendirmeyle beyinleri yönlendirilen kitlelerin katıldığı seçimler meşru olamaz. Bu sebeplerle, İktidar partisi AKP istediği oy oranını alsa bile seçim kazanmış sayılmayacaktır.
*****
DİNDAR ALGISI YARA ALDI
AKP ve Cemaatin bulunduğu mahalleden bir yazar, Levent Gültekin çok önemli ve doğru tespitler yapıyor.
Öncelikle, İslamcı kesimin güç ve iktidar tutkusuna işaret eden Levent Gültekin‘in can ü gönülden katıldığım bazı tespitlerini aynen veriyorum:
“İnsanlar artık dindarların daha dürüst olduğuna, daha hakperest olduğuna inanmıyor. Dindarlığın insanı daha ahlaklı yaptığına inanmıyor.”
“Namaz kılan adama duyulan bir güven vardı, artık duyulmuyor. Başı örtülüye bir itimat vardı artık yok.”
“Dindarların barıştan, nezaketten, hoşgörüden yana olduklarına dair algıyı gerçeğe dönüştürecek bir tutum takınamadılar.”
“Tayyip Erdoğan göstereceği liderlikle toplumu yukarı çekeceğine, kendisi toplumun seviyesine iniyor. Ve bunu iyi bir şeymiş gibi pazarlıyor.”
“Dindarlık görünümü ile ‘dini ahlak‘ın apayrı şeyler olduğunu gördük. Başkalarına Allah’tan korkmayı öğütleyenlerin, aslında Allah’tan korkmayabileceğini fark ettik.
“Artık insanlar ‘bu adam dindar, o yüzden dürüst adam’ demeyecekler.”
12 yıllık Ak Parti iktidarının belki de en olumsuz sonuçlarından biri bu gibi görünüyor. Ancak bu yaşadıklarımız bir fırsata dönüşebilir.
Dindar görünümlü olsun olmasın, “dini ahlakı” yaşayan insanlarımız arasındaki barikatların yıkılmasına, değerler ve ilkeler eksenli yeni birlikteliklere vesile olabilir.