Yol ve Tarık Buğra

65

 

27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi gerçekleştirilmiş, bütün hürriyetler baskı altına alınmıştı. Tutuklamalar, dışlamalar, ötekileştirmelerin ardı arkası kesilmiyordu. Özellikle Nurettin Topçu’nun deyişiyle taşrada yani Anadolu’da Babıali gazeteleri önemli bir görev yapardı. Gazete bayiine üç gün sonra geldiğinde bile kapışılır ve hemen tükenirdi. Kuvvetliden yana olanlar değil de mağdurun, mazlumun, haklının yanında olan gazeteler böyleydi. Çünkü başta devlet radyoları olmak üzere diğer gazelerin hepsi gül gülistan gösterirdi memleketi, toplumu.

Peyami Safa ve spor için orta mektepte Milliyet alırdım. Tarık Btekşehir 1914-İstanbul 1994) ismini orada görmüştüm. Sonra Yeni İstanbul bizim nesil için bir mektep olmuştu. Tarık Buğra da oradaydı. Oh ne güzel! Cumhuriyet’in hikaye yarışmasında(1948) ödül almasını umursamamıştım bile. Çünkü O’nun Gagaringrat gezi notlarına bayılmıştım. Hala da etkisindeyim. Siyah Kehribar’ını;  Yarın Diye Bir Şey Yoktur ve  İki Uyku Arasında’ya tercih etmiştim. Akümülatörlu Radyo sahnelendiğinde, İbiş’in Rüyası gibi etkilemedi beni pek. Firavun İmanı, Dönemeçte,  Gençliğim Eyvah doyamadığım eserleriydi Tarık Usta’nın. Hala bu eserler okunuyor ve okunmaya da devam edecek. Bu hususta önce Yağmur Yayınevi’ne, şimdi de Ötüken Yayınevi’ne şükranlarımı sunarım.

“DAĞ NE KADAR YÜCE OLSA, YOL ONUN ÜSTÜNDEN AŞAR”

Cağaloğlu Türbedar Sokak Tanyol Han’ın üst katında Turgut Atasoy’un sahip, Tarık Buğra’nın yazıişleri müdürü olduğu haftalık fikir, sanat ve politika gazetesi YOL; Yunus Emre’nin bir dizesi “Dağ ne kadar yüce olsa, Yol onun üstünden aşar” ile yayın hayatına girdi. Devrimciliğin ve sosyalizmin moda olduğu ve zirveye vurduğu bir zaman dilimindeydik. Yol 11 sayı neşredildi ve akabinde hemen kapatıldı. Ancak Türk aydınları bu tacizden yılmadı bir müddet sonra 14 Aralık 1965 günü Yol yeniden, ikinci defa yayınlanmaya başladı. Daha önceki abonelere de yeni sayı Yol’lar gönderildi. Çünkü abone süresi henüz dolmamıştı. Yazı ailesi göz kamaştırıyordu Yol’un: Akademisyenler; Mümtaz Turhan, Mehmet Kaplan, Osman Turan, Faruk Kadri Timurtaş, Sabahattin Zaim, Ekrem Göksu,  Ali Tanoğlu,  Fahrettin Z. Fındıkoğlu, Necmettin Hacıeminoğlu, Erol Güngör, Mehmet Eröz, Kamil Turan, Recep Doksat ve Cahit Okurer hemen imzası olan isimlerdi. Karikatürleri ise Vehip Sinan çiziyordu.

Tarık Buğra Gençlik Türküsü’nü ve Hikayeler’ini yayınlatmıştı. Yağmur Yayınevi Küçük Ağa’yı neşretti. Ancak sağcı, muhafazakar, milliyetçi bilinen yazar ve fikir adamlarının eserlerini neşretmek ve vitrine koymak bir kahramanlık gerektirirdi o yıllarda. Sol yayınevlerinden kurtulma çabası içine giren Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı ve başta Birsin Kitapevi imdada yetişti. Tarık Buğra’yı tanımam böyle oldu. Merhum İsmail Dayı’nın sahibi olduğu Yağmur Yayınevi’nden Tarık Buğra ustanın bütün eserlerinden onar adet istedim. İskontolu geldi ve arkadaşlarımızla paylaştık. Sonra Yol’a abone olmakla kalmadım, aboneler buldum. Abonelerden “seçtiğiniz sözler” istemişti Yol. Bir ayet ve Mevlana’dan bir beyit gönderdim, yayınlandı. Bilseniz nasıl sevinmiştim. Tarık Buğra “Yol’u  ve benzerlerini yaşatan idrake binlerce teşekkürler” diyordu YOL’dan Mektuplar’ında. Sıra tanışmaya gelmişti, galiba müelliflerden ziyade eserlerini tanımak çok daha şık ve moral yüklü olsa gerek.

TARIK USTA ELEŞTİRİYOR, ÖZAL ALKIŞLIYOR

Tarık Buğra ile beş yıl kadar Kemal Ilıcak’ın Tercüman’ında birlikte çalıştık; (1970-1974). Daktilo ile yazardı bir buçuk sahife kadar. Yazıişlerine teslim ettiği gibi yazısı yayınlanırdı. Kalemiyle daha sonra kelime, virgül ve noktalama düzeltmesine hiç ama hiç  rastlamadım. Tashihlerini ben yapardım Tercüman’da yayınlanmadan önce. Sosyal biri gibi görünmemişti bana. Öyle oturup sohbet etmezdi bizimle Ergun Göze gibi. Gazetede de oturmazdı uzun zaman. Ancak toplu halde yazıişlerinin çıktığı yemeklerde olduğunu öğrenirdik az da olsa. Kibar ve nazik bir insandı. Yazılarında hiç hamaset olmazdı ama milli duyguları hissederdiniz. Topluma yansıtmasını sanatla çok iyi bilirdi. Dondurma gibi ağzınızda erirdi farketmezdiniz bile. Yazılarında hep insanın peşinden koştu. Hep düşünce hamulesi içinde yoğruldu ve yoğurdu. Sanatından ödün vermedi. Fikrine yakın siyasi otoritelerle çıkar ilişkisine girmedi.

Örnek mi istiyorsunuz? Tarık Buğra 1985 yılında Türkiye Milli Kültür Vakfı’nın Büyük Ödülü’nü almıştı.  Bunun için Başkent’te Büyük Ankara Oteli’nde bir tören düzenlenmişti. Ön sırada ise Başbakan Turgut Özal oturuyordu. Konuşmak için Tarık Buğra kürsüye geldiğinde bakın neler söyledi?

-Türkiyede siyasetçiler kitap okumuyor, kültürü önemsemiyor ve sanatı görmezden geliyorlar.

Böyle olduğunu Turgut Özal da bildiği için, Tarık Buğra’yı alkışlamadan edememişti.

BİR SULU GÖZLÜ YAZAR

Küçük Ağa romanı Yücel Çakmaklı tarafından filme çekildiğinde birkaç defa Ankara’da gördüm Tarık Buğra’yı. Türkiye Dinayet Vakfı’ndan bir senaryo teklifi de almıştı. TRT koridorlarında birkaç defa görüldü. Hemen bir hususu hatırladım. İsmail Cem TRT Genel Müdürü idi. Sağ medyada çok eleştiriliyordu. Dördü solcu 5 yazarı ekrana çıkartarak tenkitlere cevap verdi İsmail Cem. Eleştirenlerden biri de Tarık Buğra idi. O da ekrandaydı İsmail Cem’i değerlendirmek için. Böyle bir resim bir daha TRT’de görülmedi. Bu ilk ve son oldu.

1993 yılının ilk ay’ıydı. Ankara’nın mevsimi henüz değişmemiş, kış kendini iyice belli ediyordu. Türkiye Yazarlar Birliği Genel BaşkanYardımcısı idim. Bir hesap ettik Tarık Buğra üç çeyrek asır içinde. Daha önce başta hem Galip Erdem’e, hem Tarık Buğra’ya Türkiye Yazarlar Birliği’ne üye olması için çok sayıda duayen ustaya yazı yazmıştık. Tek cevap Tarık Usta’dan gelmişti. Üye olmuyordu. Bunun nedenlerini açıklıyordu aşırı kibar bir dille. Bu defa kendisini 75. Yaş Gününü Kutlama Proğramına davet ettik. Gerekçemiz edebiyatımıza, sanatımıza, Türk Dili ve kültürümüze yaptığı hizmetlerdi. Kabul etti, hatta sevindi. Milli Kütüphane salonu böyle bir program için dolmuştu.

Tarık Buğra kürsüye çıktığında ağlıyordu “Ben sulu gözlüyüm işte. Meğer 75 yaşına gelmişim, hiç farkında değilim” diyerek. Türkiye Gazetesi’nde yine kendisi ile birlikte yazı yazıyordum. Fantezi ve Kulis köşemde bu etkinliği de “Yol” başlığı adı altında konu etmiştim (31.01.1993). ESKADER Tarık Buğra’nın 20. ölüm yıldönümü dolayısıyla bir program yapınca hatırladım bunları.

“BURNUMA BAKARIM (ULAN BÜYÜME) DERİM”

“Tarık Buğra ile 75. Yıl” adlı programımızda şöyle demişti yazar notlarıma göre:

-Doğrusu yaşımı hiç düşünmemiştim. Yaşadım işte. Biri görünce “bir şey var” derse sadece gözüme bakarım. Bir başkası da ” yanağında bir şey var” derse sadece yanağım ilgilendirir beni. Öyle aynaya bakıp kendimi görmeye çalışmam. Ancak burnuma bakarım bazan. “Ulan büyüme”derim!

Tarık Buğra gözleri nemli tane tane konuşuyordu:

-Ölümü düşünmedim. Hep genç yaşadım.Ancak gençliğimden beri hep ölüme hazır yaşadım. Korktuğum oldu ölümden. Uzun uzun dua ettim. Mesela Osmancık filme alınırken. Allahım dedim. Osmancık bitmeden..

Nemler artık Tarık Buğra’nın gözlerinden yaş olup akmaya başlamıştı, ne kadar silmeye uğraşsa da başaramamıştı. Onca dil dostu, edebiyat aşağı, sanat meftunu, medeniyet haraketi içindeki gönüldaşları, ülküdaşları Tarık Buğra’yı ayakta avuçları patlayıncaya kadar alkışladılar. Herşeyiyle bir duygusal anyaşanıyordu. İzleyenlerden de ağlayanlarvardı.

HER SIRRINIZI VEREBİLECEĞİNİZ BİR AYDIN

Tarık Buğra enfarktüs geçirdi. İşsiz kaldı. Parası olmadığı zamanlar oldu. Kalleşlikler gördü. Her şeye rağmen çizgisini sürdürdü. Zaman zaman Mehmet Nazım olarak,  bazen Süleyman Yücel imzasıyla yazı hayatını ve kavgasını devam ettirdi.

Tarık Buğra nasıl biriydi? Dostları O’nu öyle bir anlattılar ki darısı günümüz insanlarının başına: Tarık Buğra her sırrın verilebileceği bir dosttu. Yaşayan Türkçeyi ömrü boyunca savunan bir aydındı. Nazik imalarında, sitemlerinde bile insanı incitmemek isteyen bir inceliği vardı, insana bunu hep sezdirirdi. Kılı kırk yarar, beğenmek için çaba sarf eder, ama güç beğenirliği her zaman galip gelirdi.

YAZARIN BAŞARAMADIĞI; TARIK BUĞRA İLE DOSTLUK KURMAK MI?

Ben de Tarık Buğra’nın kitap ve yazılarının tiryakisiydim. Allah’tan gazete yazıları, kitaplarının önüne pek geçmedi. Her zaman kitaplarıyla bizimle olması ihtimali yüksektir. Vefatından birkaç ay önce yazı hayatını sonlandırma kararı aldığı hissediliyordu.

Tarık Buğra son bir veda yazısı kaleme aldı. Şöyle diyordu bu yazıda: “Benim başaramadığım şey, ölümle değil Tarık Buğra ile dostluk kuramamakmış, anladım. Bu yüzden ölümle dostluğumun da tamamlanamayacağına inandım. Önümüzde çok az bir zaman kaldı. Hiç değilse bu süreciği sadece ona ayırayım. Yani Allaha Ismarladık Babıali!”

Tarık Usta, nurlar içinde yat, cennet mekanın olsun. Eserlerin hala taptaze ama politikacılarımız hala kitap ve medeniyet ile barışık değil.