Abluka

99

 

Batı için asıl mesele, uyanan dev hükmünde olan Türkiye’nin uyanmasına asla imkân tanımamak; yahut erteleyebildiği kadar ertelemek. Bu da yetmezse, iç karışıklıklarla meşgul ederek  -hiç olmazsa-  zayıf bir vaziyette tutmaya çalışmaktan ibarettir.

Nitekim “1918 yılında  -hem (de) Osmanlı İmparatorluğu çökerken hazırlanan-  gizli bir istihbarat raporunun sonuç kısmında aynen şöyle deniyordu: ‘Osmanlılar ve Türkler’in…çeşitli kolları. Gençleşmiş bir Türkiye’nin liderliği altında etkin bir şekilde örgütlenirlerse, bu birleşim, devamlı bir huzursuzluk kaynağı ve özellikle Hindistan İmparatorluğu için büyük bir tehlike arzeder!’

“(Kaldı ki) kendi gücümüzü, biz bilmesek bile, ‘Adriyatik’ten Çin seddine Türklük’ gerçeğin(den)…Avrupalılar hâlâ…çekiniyorlar…Sovyet İmparatorluğu çöktükten sonra, özellikle çekindiler…hâlâ (da) çekiniyorlar…(Zaten) Sevr Anlaşması’nın altında (da) bu korku yatıyordu.

“Noel adlı İngiliz ajanının 1918’de (1919 olması lâzım) Sivas Kongresi’ni basıp Mustafa Kemal’i kaçırmak komplosunun altında (da)…güçlü bir Türkiye’nin doğmasındaki korku vardı.

“Cumhuriyet kurulduktan sonra İngiltere ve Fransa’nın zâhirî dostluk gösterilerine rağmen, NOEL gibi ajanların 1938’e kadar bölgede Kürt isyanlarını tahrik etmelerinin sebebi de bu idi…

“İngilizler’in Kürtler’e olan aşırı alâkalarını siz (bir de) Foreign Office’in belgelerinde okuyun…1918  raporunda İngiltere’nin endişesi  ‘Hindistan İmparatorluğu’ idi, bugün o kelimelerin yerine  ‘Petrol Kaynaklarını’  koyun!” (Altemur kılıç, Türkiye, 13 Temmuz 1999, 12)

“(Hâlen) Avrupa’da üç buçuk milyon Türk yaşıyor. Almanya’nın, Fransa’nın, Hollanda’nın, Belçika’nın okullarında yüz binlerce Türk okuyor. Batı üniversitelerinde doktora yapan…Hocalık eden pek çok insanımız var. (Velhasıl) otuz ülkeye güç verdik.” (Yavuz Donat, SABAH, 26 Temmuz 1999, 29)

İşte Batı, bu potansiyel / birikmiş / hazır gücün, kinetiğe / kullanıma geçirilmesinden, klâsik tabirle kuvveden fiile çıkmasından korkuyor! Yerinde sayan nüfustan, gerileyen nüfusa doğru seyretmeleri de, devamlı artan genç Türk nüfusu karşısında Batı’yı ürkütüyor.

Türkiye’nin  -her şeye rağmen-  yükselişinin önüne geçemeyen Batı, dolaylı yoldan engelleyici tertipler peşinde koşmaktan  -bir türlü-  kendini alamıyor! İşte bu yüzden Avrupa, Türkiye’ye karşı devamlı ve dolaylı olarak, sinsi bir boykot kampanyası yürütmektedir.

Nitekim Futbol kulüplerinin  ‘terör’ü  bahane ederek boykot başlatmaları, bu boykotun Tıp Kongreleri’ne kadar yayılması; Türkiye’de düzenlenen uluslararası kongrelerin, sudan bahanelerle iptal edilmesi, 1999 yılı içinde düzenlenmesi plânlanan 16 uluslararası kongre ve 4 uluslararası fuarın bu çirkin kampanya nedeniyle iptal edilmesi.

Yine aynı çerçevede ismi ve sayısı açıklanmayan başka uluslararası organizasyonların da bulunması; İstanbul’da gerçekleşmesi planlanan, her türlü hazırlığı yapılan, tanıtım broşürleri basılan 2000 yılında yapılması beklenen ICMASKO / 5 isimli uluslararası kongre gibi bâzı büyük organizasyonların da başka ülkelere kaydırılması. ( Zeynep Kurtbay, Sabah, 20 Temmuz 1999, 24) Türkiye’nin dört bir taraftan ABLUKA’ya alınmasından ( Rauf Tamer, Sabah, 21 Temmuz 1999, 30) başka nedir?

171

Bütün bunlara, Türkiye’nin eski Osmanlı misyonuna, yani hakları gasp edilen mazlum milletlerin haklarını koruma ve kollama gibi ulvî bir devlet siyasetini gerçekleştirme imkânlarına, yavaş yavaş, fiilen kavuşuyor olmasının doğurduğu yersiz tedirginlik sebep olmaktadır.

Gerçekten, çok yakın tarihimize kadar durum bu merkezdeydi. Nitekim:

“1912’de Osmanlılar, Balkanlardan çekildiler ve yeni koloniler olarak Avrupalıların eline geçti bu topraklar. Osmanlı yıkılmadan önce, özellikle en parlak döneminde Hristiyan ve Yahudi topluluklarına en yüksek hoşgörüyü gösterirdi. İmparatorluğun yarısı Hristiyandı. Bu topluluklar Osmanlı’nın millet sistemi içinde kendi kendilerini yönetme hakkına sahipti. Bu sistemin başarısını en güzel, sinagog, kilise ve camilerin yan yana olduğu Saraybosna kenti gösterir.

“Bugün dünyanın sorunlu bölgelerine baktığınızda, onların bir zamanlar Osmanlı yönetiminde yaşadığını göreceksiniz. İlk akla gelenler Kosova dışında Irak, İsrail, Filistin ve Cezayir.

“Osmanlı çöküp de Türkler; sahibi oldukları topraklardan çekildikten sonra, bu bölgelerde sorunlar çıkması sürpriz olarak değerlendirilemez. Ve gerçekten de eski Osmanlı toprakları sorun içindedir. Paradoksal olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbi olan ve bugün (sadece) Türkiye’nin bulunduğu bölge sorunsuzdur.

“(Bundan dolayıdır ki) Türkiye 19’uncu yüzyılın sonunda ve 1923’te Balkanlar ve Kafkasya’dan milyonlarca Müslüman göçmen almıştır.

“Türkiye’ye gelen göçmenler ise şehir nüfusunun büyük bölümünü oluşturdular. (Mesela) Musevîler hiçbir ayrımcılık yaşamadı.” (Norman Stone, Wall Street Journal’den naklen: Sabah, 18 Temmuz 1999, 19)

Buna rağmen Batı, bu kadarcık bir huzuru bile bu millete çok görmekte, bundan son derece rahatsızlık duymaktadır.

“(Çünkü) bir zamanlar Osmanlı yönetiminde yaşayan bölgeler, bugün sorun içinde olsalar da, Osmanlı karakterini en çok yansıtan Anadolu, en parlak geleceğe sahip olarak görünüyor.” (a.g. makale)

 

 

 

172 – 175

 

 

Önceki İçerikTürk’ün Bahtı Hep Kara mı Olacak?
Sonraki İçerikİstihbarat Türk Milleti İçin mi?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.