“Kısa Çöp Uzun Çöpten Hakkını Alacak Elbette”

97

 

Yüce yaradan, Rezzak ismi hakkı için yarattığı tüm canlıların rızkını da yaratır. Her canlı rızkı ile doğar. Kuran’da, rızık ile ilgili 112 ayet vardır. Allah’ın sonsuz yaratma kudreti ile her canlının rızkı, her gün yeniden yaratılmaktadır. Rızıkların yaratılmasında süreklilik her daim sürmektedir. Bakara suresi:22 -‘O (Rabb) ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah’a eşler koşmayın’. Yüce yaradan insanların iyi veya kötü olmasına bakmadan her canlının rızkını da yaratmaktadır. Katilinde, hırsızında, Yahudi’nin, Mecusi’nin de. Yine Bakara suresi :126 -Ve o vakit İbrahim “Ey Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvelerle rızıklandır” diye yalvardı. Allah buyurdu ki: “küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım, sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir duraktır!” Allah, yarattığı her canlının rızkını var ediyor.
İslam dini, her ne kadar kişisel sorumlulukları insanlar üzerine yüklese de, toplum olarak yaşanılan beldelerde paylaşma ve bölüşüme dair kurallar ve esaslar getirmiştir. Paylaşmayı, bir sistem haline koymak  için zekatı  getirmiştir. Zekat müessesi ile birlikte, insanları fakirlikte değil, zenginliğin tüm toplum tarafından paylaşılmasını esas almıştır. İslam, bir ekonomik düzen ve sistem vaz eder. Bu sistemin kuruluş nedenlerini, yıktığı ve yerine yenilik olarak getirdiği kendi sisteminde görebiliriz.

Peki, İslam, hangi düzeni veya sistemi yıkmıştır. İslam’ın zuhuru esnasında, Mekke’de yaşanan gayri insani korkunç bir düzen mevcut idi. Zenginlerin, sürekli zenginliklerinin arttığı, içi boş asalet kavramlarıyla kölelerin ve sözde asil olmayanların ezildiği ve sömürüldüğü, kadınların ve kız çocuklarının parayla alınıp satıldığı bir düzen hüküm sürüyordu. İnsanların, borç  almadan yaşayamadığı lakin bu borcun dağıtımının ise Ebu-Cehil, Ebu Süfyan gibi tefecilerin elinde olduğu bir düzen. İnsanların, borçlarını ödeyemediklerinde ise kızlarını elinden alan bir zalimler diktası. Hz Ömer, kızını diri diri toprağa gömerken,  kızını sevmediğinden veya utandığından değil, bu tefecilerin eline düşüp, rezil olmasından korktuğu için gömmüştür. İçinde  namus kaygısı olan mazlum insanlar, kızlarını canlı canlı gömerek bu düzene direniyorlardı. Mazlum ve gariban birinin eşinin üzerine, bu sömürgeciler ceketini attıklarında, bu bayan artık o zalimler sürüsünün  oluyordu. Asil olmayan kadınların ve erkeklerin ve dahi kölelerin, insani en küçük saygıyı görmedikleri, zülüm  ve küfür hüküm sürüyordu.
Mekke’nin arka sokakları onlarca batakhanelerle doluydu. Bu zülüm düzeni, garibanların iliklerini dahi sömürüyordu. Ebu Cehillerin, Ebu Süfyan’ların  Allaha inanmamaları gibi bir durum söz konusu değildi. Hatta peygamberimize ne istiyorsun? Paraysa, mal  ise, unvan ise hepsini verelim diye teklif etmişlerdir. Şanlı peygamberimiz ise ‘Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz dahi  ben davamdan vazgeçmem’ diyerek, dünyalık bu düzenin karşısında tavır almıştır. Bu zalimlerin tek derdi; kurdukları sömürü düzenlerinin devam etmesi idi.

Köleliğe, kadınların sömürülmesine, tefeciliğe, faizciliğe ve saçma asalet iddialarına savaş açan peygamberimiz bir düzen  getiriyordu. Bu düzen elbette insani ve gerçek olan idi. Nitekim, yüce Allah, Mekke’nin arka sokaklarında satılan kadınların seslerini, faiz belası altında inleyen insanların ahlarını, köleliğin ağır şartları altında kahrolan insanların sesini duyacaktı. Allah, zulmü ve küfrü elbette yok ederdi. Nitekim İslam’ın ilk şehitleri ve zulme uğrayanları, hep bu isimsiz kahraman  insanlar olmuşlardır. Kendilerinden önce hiçbir kayıtları, asalet iddiaları bulunmayan  bu abide şahıslar, Peygamberimizin yoldaşı oldular. Bilaller, Ebu zerler, Salmanı Farisiler gibi. Asalet iddiasındaki müşrik Mekke’sinden, ahlakta ve yaşam tarzlarında çağlar ötesi asaleti dünyaya armağan ettiler. Küfür kokan yürekleri  nurlu ahlak ile doldurdular. Özellikle, Ebu Zer paylaşmanın ve bölüşmenin yolunda her şeyinden vazgeçti.
Arap Emevi ve Abbasi devletlerinden sonra, İslam Türk devletlerinde, devlet, sosyal devlet geleneğini yerleştirip kurumsallaştırdı. Tebaasına her konuda sahip çıktı. Sağlıktan, eğitimden, barınmadan, ticarete kadar, hayatın   her  noktasına  kadar ulaşmaya çalıştı. Özellikle lonca ve ahi teşkilatları sayesinde, sermayenin belli şahıslar elinde toplanmasını ve tekelleşmesini önledi. Sermayenin nazı için, ekonomi politikaları oluşturulmadı. Önce insan denilerek, insan odaklı ekonomik planlama yapıldı. Sermayenin rahatı için, insanların sömürülmesine müsaade edilmedi. Devlet ihtiyaç gördüğünde ve eğer sermayeden yana denge bozulduğuna kanaat getirdiğinde  müdahale ederek, çok zenginleşmiş paşaların, vezirlerin mallarını onlar öldükten sonra el koyarak sermayedar zümresinin oluşmasını engelledi. Vakıfları destekleyerek herkese ulaşmaya çalıştı. Bu anlayış cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında da sürdürüldü. Devlet, hem müteşebbis hem de halkın yanında koruyucu olarak yer aldı. Yukarıdaki kısa özet, bizim ekonomi tarihi ile ilgili kısa bir künyemizdir.
Dünya üzerinde ise İslam’ın doğuş şartlarındaki sömürü, tahakküm, ekonomik zulümler ve küfür  hala devam ediyor. Şimdi çok daha büyük ve dünya çapında örgütlenmiş Ebu Cehiller mevcut. Binlerce çalışanı, fabrikaları, bankaları olan sömürü zinciri devam ediyor. Artık ülkemizde ekonomi ile ilgili konuşan herkes bu Ebu Cehil ve Ebu Süfyan düzenin tek kurtuluş yolu olduğunu, çözüm diye halkımıza anlatıyorlar. Bu zulüm düzenin isimleri ise oldukça cafcaflı. Neymiş serbest piyasa ekonomisi, küreselleşme, global anlayışı, karşılıklı bağımlılık.
Devlet yönetenler, artık hangi  ideolojik guruptan gelirse gelsin, sermayenin tabana yayılması, adil bölüşüm, gelir dağılımındaki adaletsizliklerden söz etmiyor. AVM’lerden değil de esnaftan yana tavır almıyor. Dünyada ve Türkiye’de, Rezzak ismi ile Allah’ın yarattığı rızıkların %95’i, dünya ve Türkiye nüfusunun %1-2’lik doğuştan şanslı kısmı tarafından adeta talan ediliyor. Tüm insanlar için yaratılmış olan rızıklar, kökünde iken hemen insanların elinden alınıyor. Dünya ekonomik düzeninde artı değerlerden, mutlu azınlıkların dışında kimse pay alamıyor. Dünyanın seçilmiş insanları olarak lanse edilen kişiler, herkesin emeğini, alın terini, gelecek düşlerini   çalıyor. O zaman, Müslümana düşen görev nedir?  Müslüman Cargil’den, Rio Tinto’dan, Carrefour’dan, AVM’ler den, Shell’den ve bilumum emperyalist şirketlerden  yana olmamalı. Onların taleplerini, ülkenin kurtuluş  reçetesi olarak sunmamalı. Bütün Türkiye namaz kılsa, oruç tutsa hiç kimse birbirini kıskanmaz. Lakin insanları ilgilendiren en küçük menfaatte bir çok problem çıkar. Önemli olan iktidara gelirken neler söyledikleriniz değil. Yönetim kademesinde iken Allah’ın emrettiği şekilde, peygamber sünneti doğrultusunda  ülke kaynaklarını dağıtıyor musunuz? Demek ki; en büyük meselemiz bölüşümdür. Gerisi laf-ı güzaf. O zaman Hasan Hüseyin Korkmazgil’le bitirelim:

Yaşayanlar bir gün ölür elbette
Ağaçlarla, balıklarla
Kuşlarla ben amenna

Ağlayanlar bir gün güler elbette
Uyanmakla, anlamakla
Bilmekle ben amenna

Kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette
Direnmekle, kurtulmakla
Barışla ben amenna