Bir hafta öncesine kadar, AKP ve Cemaat arasındaki savaşın kazan-kazan anlayışı ile bir yerde durdurulup, ateşkes yapılmasını bekleyenler çoğunluktaydı.
Ancak “büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu“nun kendisine yönelebileceğini gören Başbakan Erdoğan, karşı hamleyle Emniyet’teki (başta operasyonu yürütenler olmak üzere) cemaatçi kadroyu komple tasfiye etmeye başladı.
Bu sebeple Fethullah Gülen “hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak suretiyle onları karalamaya çalışanlar.. Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkân vermesin” dediği o müthiş bedduasını yayımlattı.
Diğer taraftan Başbakan Erdoğan’ın “hem dindarım diyeceksin hem de gözünü kırpmadan masum insanlara iftira atacaksın. Yazıklar olsun! Devlette paralel bir yapı olmaz. İninize gireceğiz didik didik edeceğiz” sözleri artık geri dönüş olmadığını göstermekte.
*****
AKP’Lİ CEMAATÇİLER KİMİ TERCİH EDECEK?
Bu çatışma ile Cemaate mensup veya yakınlık duyan, aynı zamanda siyaseten AKP’yi destekleyen kitleler çok zor bir tercih yapmak zorunda kaldı. Dershane kavgasından sonra bir kısım cemaat mensubu AKP’den kopmuştu.
Bugüne kadar AKP’den uzaklaşamayan veya iktidarın getirdiği nimetlerden vazgeçilmemesini düşündüğü için kararsız olan cemaat mensupları da, “Hocaefendi”nin bu bedduasından sonra kesinlikle artık AKP karşıtı olacaktır. Çünkü bu kitle hem “Hocaefendi”nin duasının kabul olacağına ve hem de en doğru kararı O’nun vereceğine inanır.
Gülen bu beddua ile kendi taraftarlarını konsolide etmiştir yani taraftarlığını pekiştirmiştir. Tıpkı Erdoğan’ın Gezi olaylarından sonraki tavrıyla yaptığı gibi.
Fakat direkt cemaat mensubu olmamakla beraber Gülen hareketine saygı duyan AKP’li kitlenin ne kadarı AKP’yi tercih edecek?
İşte Erdoğan’ın ve Gülen’in “damardan” konuşmaları bu kitleyi kazanmak içindir.
*****
YOLSUZLUKLAR SÜRPRİZ DEĞİL:
AKP’nin iktidar olduğu onbir senede Kamu İhale Kanunu tam 164 defa değiştirilmiş. Böylece kamu ihalelerinde şeffaflık ve rekabet azaltılmış, sistem yolsuzluğa açık hale getirilmiş.
AKP’nin yönettiği belediyelerde imar planlarındaki değişikliklerin sayısı bile buralarda dönen rant hakkında bir fikir vermeye yeterli.
‘Özel Yetkili Mahkemeler‘in inceleme alanına giren yolsuzluk ve usulsüzlük yapanların örgüt kurmakla suçlanıp yargılandığı “çıkar amaçlı suç örgütleri” yasası değiştirildi.
‘İhaleye fesat karıştıranlara’ verilen cezanın süresi 12 yıldan üç yıla indirildi. Bu düzenlemeyle yolsuzluk yapanlar ve ortakları af kapsamına sokuldu.
Sayıştay etkisiz bir kurum haline getirildi, yolsuzluk ve usulsüzlükleri tek başına inceleyemiyor. Bütçe görüşmelerinde TBMM’e Sayıştay raporları sunulmadan bütçe geçirildi.
Bu düzenlemelere bakınca zaten yolsuzluk yapanların kanunun pençesinden kurtarmaya çalışıldığı kanaatini edinmemek imkânsızdı.
Bir de zaten halk içinde anlatılan sayısız yolsuzluk hikâyeleri, bütün kurumlarda bir kokuşmanın yaygınlaştığının işaretleri idi.
*****
OPERASYONUNUN HUKUKİ YÖNÜ:
Her ne kadar masumiyet ilkesi gereğince operasyonda tutuklananların peşinen suçlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak Bakan çocuklarının evinde bulunan kasalarda bulunan milyonlarca dolarlar, eurolar, para sayma makinesi; Halk Bankası Genel Müdürünün evinde ayakkabı kutusunda bulunan milyonların görüntülerinin çok büyük meblağlarda rüşvetin bakanlara kadar ulaştığına dair genel bir kanaat oluşturdu.
AKP kanadı ise “operasyonu faiz lobisi, vaiz lobisi, Yahudi lobisi veya dış güçler yaptı” diye dikkat dağıtmaya çalışmakta ve fakat “hırsızlığı kim yaptı, rüşveti kim aldı?” sorusunun cevabını veremiyor.
Kamuoyunun zihninde, Abdüllatif Şener‘in şu cümlelerinin benzerleri olduğunu sanıyorum: “Cevap vermeniz gereken konu yolsuzluk iddialarıdır. Bu iddialar doğru mu değil mi? Bir bakanın oğlunun evinde bulunan 7 tane kasayı, 4 buçuk milyon doları, para sayma makinesini iç ve dış güçler, çeteler mi yerleştirdiler?
*****
YARGIYA MÜDAHALE:
Hakkında çok ciddi iddialar bulunan bakanlar hala görevde.
Operasyonu yöneten ve ileride AKP yöneticileri hakkında operasyon yapacağından şüphelenilen bütün emniyet mensupları görevden alındı.
Soruşturmayı yöneten C. Savcısının yanına iki savcı görevlendirilerek en az iki imza ile işlem yapma mecburiyeti getirildi.
Hükümet, 2005’ten bu yana yürürlükte olan Adli Kolluk Yönetmeliğinde de önemli değişiklikler yaptı. Ceza Muhakemeleri Kanunundaki açık hükme aykırı olan yeni düzenleme ile savcıların emrinde polis ve jandarma tarafından yürütülen operasyonların Emniyet Müdürü, Vali ve Başsavcılara bildirilmesi zorunluluğu getirildi.
Kanuna aykırı yönetmelik çıkarılamaz kuralı çiğnendi. Üstelik Yönetmelikte, yapılan değişikliklerin, soruşturma kapsamında oğlu Barış Güler de tutuklanan İçişleri Bakanı Muammer Güler ile Adalet Bakanı Sadullah Ergin eliyle yürütüleceği belirtildi.
Basın mensuplarının Emniyet Müdürlüklerine girişleri yasaklandı.
Görüldüğü gibi Başbakan ve ekibi tam bir ölüm kalım mücadelesi veriyor. Hukuk devleti hâkimiyeti yerine, gücün kimde olduğunu göstermeye yönelik hamleler yapıyor. Tıpkı Deniz Feneri soruşturmasını yürüten C. Savcılarının başlarına getirilenler gibi.
Bugüne kadar çok çetin badireleri aynı tavırla atlatmayı başaran Erdoğan ve ekibinin bu defa işi zor. Çünkü Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını, AKP’nin kapatılma davası vd güç işleri kendi tabiriyle “kirli ittifak içinde olan yurtiçi ve yurt dışı malum çevreler” dediği güçlerle birlikte başarmıştı.
Eski müttefikler düşman oldu. Bu yeni düşmanlar ise çok şey biliyorlar.
Taraflar kazanmak için her türlü yolu denemekten çekinmeyecekler gibi. Kavga çok çetin geçecek.
*****
AKP- CEMAAT SAVAŞININ SONU:
Benim tahminime göre, seçimlere kadar devletin önemli kademelerinden (Başbakanın “paralel devlet” ve “çete” olarak tanımladığı) cemaatçi kadro tamamen tasfiye edilecek.
Ancak bu arada hükümeti yıpratacak yeni davalar, belgeler ve kasetlerle sızıntı yapan lağım patlatılacak.
Seçimlere yıpranarak girecek AKP’nin karşısında, il/ilçe bazında kim güçlü ise Cemaat o partiyi destekleyerek, AKP’nin iktidar olamayacağı bir oy yüzdesine gerilemesine çalışacak.
Ak Parti’nin bölünmesi de uzak bir ihtimal değil. Olağanüstü bir durum olmazsa AKP iktidar olamayacak gibi.
Bu gerçekleşirse, hukuk ve adalet bugünün mağrurlarına lazım olacak. Biz ise dün ve bugün olduğu gibi yarın da hukuka uygunluğu ve adil yargılamayı talep etmeye devam edeceğiz.